Merhaba.
Hayatında bazı anlar vardır ya. Küçücük ömründe sırf bunu yaşattığı için Allah'a teşekkür edersin. Cehenneme bile gitsen "Neden?" diye sormazsın hiç. Hatta "Ulan" dersin, "ben ne büyük bir orospu çocuğuyum. Allah'a isyan ediyorum bir de boş boş..." diye kendine sıkarsın kalan mermilerini de. Hem de harakiri yapan samuray onuruyla. Bunu da neden yaparsın biliyor musun? Çünkü biri de seni sever. Sonra o iki kelimeyi duyarsın. Herkese söylenmeyecek derecede kıymetli olan ve her zaman çıkaramayacağın ses tonuyla yapılan duygu boşalmasından bahsediyorum. Öyle önemlidir ki, hayatının bir anlamı olur. Çok başka hissedersin. Kanser hastası nasıl her anın kıymetini bilirse, sen de o derece bilirsin yaşadığın anın değerini. Çünkü ilktir moruk, yürektendir.
Hepimiz yaşamadık mı lan? Herkesin ilk aşk sendromu olmadı mı? Hâlâ o sendromdan kurtulamayan insanlardansan, sadece sen devam et okumaya. Beni en iyi sen anlarsın zira.
Aşk dediğin en sevdiğin yemeğin veya içeceğin boğazına kaçıp nefesini kesmesi kuzen. Zor bela kurtuluyorsun ancak yemeye ve içmeye devam ediyorsun. Benim tarifim bu. Senin için ne anlama gelir bilemem. İnsanoğlu sadece tuvalette rahat ve doğaldır. Yaşamak da sıçtıktan sonra dönüp rahatsız olduğunu gizlemek kadar iyidir işte. Gördüğün gibi ben aşk yazamıyorum, hay anasını sikeyim ya. Olmuyor oğlum. Mutlu veya iç açıcı bir tarif koyamıyorum ortaya. Hani bir söz var ya "o kadar bilmem ne ki cümlelerle anlatamam" şeklinde. Ben anlatıyorum da cümleler saçma geliyor.
Neyse konuya dönelim. İlk olan şeyler bittikten sonra tekrarı çok iğrençtir. İlki iğrençse ikincisi x2 iğrençtir. Sıçmak fiilinde anlattığım gibi. İşte aynı şekilde gizlersin kendini. Mutluymuş, ilkmiş, içtenmiş ve daha önce hiç aynı cümleleri kurmamış gibi yaşarsın aynı anları. Hepsi 90 dakikalık maçların özet görüntüsünden farksızdır artık. Skoru bilirsin ancak seyretmeye devam edersin. Böyle saçmadır işte.
Yazının bu evresinden sonra hemen "Asrın" arkadaşımızdan "Aşk defteri" parçasını açıyoruz. Gaza gelmemiz lazım amına koyim.
Normalde saçma gelen her şeyi "sevgili" sıfatı adı altında çok ulvi bir şeymiş gibi yaşıyorsunuz (ruz) ya moruk, ha işte ben o olaya tavım biraz. Devamında da aynı saçma sapan olayları baya bi' insanla yaşıyorsun ve olay iyiden iyiye boka sarıyor. Sonra da Behzat Ç. repliğini alıp "Geçmiyo... amına koydumun dünyasında hiçbir şey geçmiyo" argümanına kendini inandırıyorsun. Bok geçmiyor. Geçmese geberirsin geri zekalı. Diş ağrısı gibi düşün, bıçak yarası gibi düşün. Düşün. Yaradan rabbin adıyla düşün!
(Üsstekine ek olarak)
Geveliyorum, hiç müdehale etmiyorsun. Neyse. Ben de yaşadım aynı şeyi. Yalnız iki defa oldu. Bizim millet çift dikiş sever ya, ben de sağlam olsun diye çift diktim hayatımı. Kolayca yırtılmasın diye. Üç sene önceydi o doping etkili cümleyi duyduğumda. (Bkz. Seni seviyorum) Abi cidden çok hoş bir cümle lan. Teslimiyet bir bakıma. Duygu teslimiyeti. Yük de diyebilirsin buna, kalbinin sofrasında yer açmak da, paylaşmak da, kendini adamak da... Allah'a dua etme kısmını ben de yaptım. İnanmazsın belki, "Ben bunu hak edecek ne yaptım?" şeklinde de sordum hatta. Çünkü cuma namazına bile gitmiyordum. Yani neyin ödülüydü bu?
Daha o günün akşamında ilk uyarı gelmişti vahiy gibi. En sevdiğin adamın ölüm haberiyle aynı gün aşık olmak nasıl bir cinayettir bilemezsin. Belki bilirsin. Duygularını rendeleyen herkes bilir. Sebebi de yine o duyduğun cümlenin başrolünde olduğu filmin bitişiydi. Son sahneydi. Ama ben ayıkmadım olayın ciddiyetini. Nasıl ayıkasın ki lan? Sevgine karşılık var. Hazır yeri gelmişken tüm temmuz aylarının anasını sikeyim bu arada. Ha unutmadan, kimlikteki gizli doğum günümün de takvim yaprağını sikeyim.
İnsan hayatında bazı şeylerden emin olmasa da "güven" duyar. Ancak böyle bir dünyada neyin güveni amına koyim? Bak inan bana, insanlara güvenmemen konusunda bir sürü argüman söyleyebilirim sana, ama buna rağmen birilerine güvenmeye devam edersin. Onaylayarak hem de. Kafanı öne eğe eğe onaylarsın. Çünkü mecbursun. Çünük sadece sosyal platformlardaki hesaplarında "kimseye güvenmiyorum" diyebilirsin. Onu da düşen takipçi sayısından yola çıkarak bütün karşılıklı takip ettiklerinin profilini gezerek kanıtlarsın kendine. Bu kadardır dünya, dünyan.
Anla moruk anla!
Şu dünyada yüklediğimiz her anlam boş. Bomboş arazideyiz. Zamanla saçları dökülmüş bir adam getir gözünün önüne. Dünyanın dökülen saçlarıyız biz de. Biraz da olsa anlıyor musun?
Hiç hayal kurdun mu sen de? Birini o hayalin merkezine yerleştirdin mi peki?
- Ben yaptım.
Yıkılan hayallerin yüzünden bazı şarkılara küstüğün oldu mu?
- Benim oldu.
Al bu da yaşanılmış en sağlam örnek sana; bir kızım olacaktı. İsmi Gece. Çünkü Ahmet Kaya şarkısında öyle diyordu; "söyle baksın GECE, dağlardan hasretime. Söyle sen neredesin, ben nerede?"
İnsanoğlu ya kötüdür, ya mutsuz amına koyim. Ortası yok.
"Ama" bağlacı var ya; öncesi virgül, sonrası olumsuz. Öyledir, aşk hikayen de.
"Da" bağlacı var ya; ayrı olmak zorundadır, birleşirse yanlıştır. Öyledir, aşk hikayendeki o insan da.
Uzun tıbbi terimler vardır ya; gözünle görürsün ama okurken bile dilin dolaşır. Öyledir, aşk hikayende karşı tarafı haklı çıkarmaya çalışmak da.
Google Translate var ya; güvenmesen de çeviri yaptırırsın hani, hatta anlamsız şekilde çevirir sana kelimeleri ve düzgün bir cümle kurmaya çalışırsın. Ha işte öyledir, aşk hikayeni ve o insanı anlatırken içinde yaşadıklarını zerre hissetmeyip cümleni bitirir bitirmez, insanların "anladım" demeleri de.
İlk başa dön. Allah seni cehenneme atsa, hangi yüzle "Neden?" diye sorabilirsin?
İlaçları içelim, yine devam ederiz.
Şimdilik bu kadar.
Mesut Cihan Demirel.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder