27 Mayıs 2015 Çarşamba

Hz. İsa'nın aksine, ben aynı soruyu soramadım: ''neden baba?''

Her şeyden önce bilmenizi istediğim bir şey var. Normalde bu fontu göz bozmayan bir şekilde yazacaktım. Çünkü Neslihan, blog'u okurken gözlerinin çok ağrıdığını sitemkar bir şekilde ifade etmişti bana dün. Ama yapmadım. Aynı şekilde yazıyorum gördüğünüz ve okuduğunuz üzere. Yazmadan önce düşündüm de, eğer okuyacaksa buna değmeli. Çünkü sadece kendinizden verdiğiniz zaman kıymetini biliyorsunuz her şeyin. Buna buradaki yazılar da dahil.


Bu açıklama ile başlamak istedim. Çünkü ben öyle istiyorum amına koyim. Ayrıca içinizden biri çıkıp ''blog madem özel bir kelime ve üstten kesme işareti ile ayırmışsın, neden B harfi büyük değil amuğuya goyin?'' demeden önce ikinci paragrafın, ikinci satırını tekrar okumasını istiyorum. Eğer bilmiyorsa hangisi olduğunu buraya parantez içinde yazıyorum onlar okusun sadece.(Çünkü ben öyle istiyorum amına koyim) Gerçi aranızda bilmeyen mi var, hepiniz en az Atatürk kadar bilgilisiniz. Parantezciler de anladıysa devam edelim.


Bugünkü mevzu girişimiz bilgi ve düşünce moruk. Onunla başlayacağım ama neyle devam edip bitireceğimi bilmiyorum. Nasip kısmet. Zaten burada biz bizeyiz, neyle biterse bitsin, ne önemi var değil mi?


Bakara kaç ayet?
Bu soruyu yan sekmede Google açıp bakmadan bilenler ve atlayarak okumayanlar için yazıyorum okuyacağınız her şeyi. Şaka lan şaka. Öyle yapanların burada ne işi var amına koyim. Onlar şimdi işinde gücündedir. Ya da AKP mitingindedir. Heheheh.


Çok geyik yaptık, konumuza girelim.
Merhaba bunu okuyan insan evladı. Biliyorum sen de yalnızsın...
Olmadı lan, ben beceremiyorum böyle sükseli girişleri. Ulan ne zormuş gerçeği yazmak. Kurgu olsa şimdiye destan yazmıştım. Zaten öyle değil midir kardeşim; hiç bir kadını, otuz bir çektiğin gibi kusursuz düzemezsin. Bu arada bir şey fark ettim, buraya yazarken çok küfür ediyorum lan. Niye bilmiyorum ama öyle işte. Belki de içten olduğum içindir, ha ne dedin? (Kardeş Payı'ndaki Kartal'ı özledim ya) Yok moruk yok. İçtenlik değil. Biliyorum ki bunu hiç kimse okumayacak. Ondan böyle. Düşünsene, içinden geçenleri kimse okuyamadığı için içinden çok küfür ediyorsun, içinde olaylar daha yalın, bir Allah bir de sen. Benimki de böyle işte. Şu an bir kişi okuyormuş gibi düşündüm ve kendimi günah çıkarmaya çalışan ateist gibi hissettim. Anlamsız yani. Hacı ben niye konuya giremiyorum?


Tamam biraz daha ciddi olalım. Şu an bu yazıyı evimin girişinden sola doğru ikinci odada yazıyorum. Bu ne amına koyim ya. Millete ne geri zekalı, istersen çatıda yaz.

Bilgi bir: biri size ciddi olalım derse, olamazsınız.


İnanmayacaksın ama ben bir şeyler okumak zorunda kaldım lan hep. Siktiğimin ilçesinde iki kanal vardı ve ikisi de sadece dünyada olan felaketleri anlatırdı. Babam da seyredip ''Allah beterinden korusun'' derdi. ''Beterin beteri var'' cümlesinden daha sikindirik bir teselli icat edilmemiştir beyin tarafından. Ulan beterin beteri varsa eğer zaten nefes aldığın süre içinde yaşayacaksın demektir. Ne kasıyorsun kendini dalyarak. Hem bu dünyada beterin beteri ölmek değil mi? Daha beteri ne var lan? Birini kaybetmek falan diye düşünme, zaten gün içinde herkes bir şeyleri kaybediyor rutin olarak. Belki sakat olarak yaşamak beterin beteri olabilir fakat bunu birinin kafasına silahı dayadığında, ölmek veya sakat kalmak arasında seçim yapmak zorunda bırakırsan bir gün, cevabını canlı canlı öğrenirsin ve bana da söylersin. Bu kısmı da değiştirmek zorunda kalırız kim bilir. Gerçi Battal Gazi veya Tarkan filmlerinin serilerinden birinde asıl kahraman sakat kalmıştı ve ''sokun kalbime bıçağı'' diye haykırmıştı. Ama onun olayı başkaydı be annem. Adam görevi için öyle demişti. Neyse. Benim fikrimi sorarsan eğer, ki sormasan da yazacağım. İnsan sakat kaldıktan sonra bile tamamlayıcı faktörler bulabiliyor hayatında. Yani ölmek, beterin beteridir. Bitti.


Ben tek haneli yaşlarda kumdan kale yapıp savaşıyordum zaten ama çift haneli yaşların ilk çeyreğine geldiğimde televizyonun Allah tarafından gönderildiğini zannediyordum. Yemin ederim lan. Allah, sırf şükredip ona sığınalım diye böyle zekice bir şey yapmış olabilir diyordum kendi kendime. Çünkü babam sadece o dalgayı seyrettiği zaman bana gerçekten sarılıyordu. Oradaki insanların kaybettiğini gördüğü için elindekine sahip çıkıyordu. Ben de Allah'a dua ediyordum o zamanlar. Tabii teşekkürün bile dua olduğunu çok sonraları öğrendim. Her neyse kardeşim, babamın bana hiç iyiliği dokunmadı bu dünyada. Nasıl biliyor musun? Adam bana hep iyi şeyler öğretti amına koyim. Mesela ben hala bir insanı kimliği, düşüncesi, mezhebi, dini, kısacası yaratılışı ve yaratıldıktan sonraki seçimleri yüzünden ayırırsam babamın beni reddedeceğini zannediyorum. Gülme lan, 27 yaşına gireceğim yeminle böyle. Annemin ''sütümü helal etmem sana'' sözünden sonra sigara bile içmedim, o helal süte karışmasın diye. İnsanın tanıştığı ilk kutsal emanet belki de anne sütüdür. O nedenle facebookta veya başka yerde insanlara çok fazla laf sokmuyorum, eleştirmiyorum falan. Doğru bildiğim ne varsa babamdan miras bana kardeşim.


Çok okudum dedim ya, kutsal kitapları da okudum. Okuduktan sonra da sözde dindarlarla çok dalga geçmişliğim oldu. Mesela; geçen Serkan'a, Ejderha'ya inanır mısın, diye sormuştum. Cevap olarak da; Ejderhalar sadece masallarda olur, masallara da çocuklar inanır, demişti. Ama A'raf 107'de Ejderha'dan bahseder, sen Kur'ana inanmıyor musun yani, diye tepki verdiğimde olay baya büyümüştü. Yani insanların inandığı şeyleri gerçekten bilerek mi inanıyor diye çok irdelerim. Yapım böyle. Ben hep öyle inandım aslanım. Bunu sadece din olarak düşünme, keza kimse ona bile tam inanarak ve uyarak hareket etmiyor. Sen de öyle. Fight Club'da ''aynı pisliğin lacivertiyiz'' diyor ya ha işte o lavicertin en parlayanı benim amına koyim. Mutlu ol şimdi.


Konu karışmadan toparlayayım. Babam, bir gün öyle ulvi bir şey söyledi ki aga, kendimi; yirmi yıl Mevlana'ya hizmet edip, birden tamamen terse yatmış gibi hissettim. Dedi ki; ''bilgi, asla iyi bir şey değildir. Eğer insanlara düşünmesini öğretirsen iyiliği yok edersin. Çünkü düşünce, iç güdüsel yapılan şeyleri yok eder. Ve unutma iç güdüsel olarak sadece duygularınla hareket edersin. Ne demek istediğimi doğaya bakarak anlayabilirsin.'' Ben anladım ama anlamayanlar için şöyle açıklamaya çalışayım; hiçbir ceylan, evladını yedi diye o aslana kin beslemez. Onu öldürmek için plan yapmaz. Ayıktın mı?


Şimdi bunları söyleyen adam bana neden kötülük yaptı diyorum, anlıyor musun; biraz da olsa? İyiliği dokunmadı, dedim ama aynı kapıya kestirmeden gitmeni sağladım sadece. Soramadım lan hiç. Hem ne soracağım ki?


Düşünme oğlum. Düşündükçe kafayı yersin. Her şeyi en ince ayrıntısına kadar düşünmekten nefret ediyorum çünkü ben. Çekilmez oluyorum, gözardı edemiyorum, görmezden bile gelemiyorum. Hayatımda babamdan sonra bana en uzun süre dayanan tek adam Yuja Dab. O bile geçen adımı ''Felaket habercisi'' koydu. Aynen öyleyim oğlum. Harbiden bak. Milyonlarca iyi neden de koysan önüme, ben onları içler dışlar çarpımı yapıp en kötü hale getirebiliyorum. Sebebi ne biliyor musun? Bilgi ulan bilgi. Öğrendiğin (doğru diye öğretilen ya da) hangi bilgiyi sınadın?
Hiç değil mi?
Ben her gün sınıyorum amına koyim. Hem de kendimle ha. Bak belki bunu sen de yapıyorsun ama fark etmiyorsun. Ben, yemin ederim fark ediyorum. Fark ederek yapıyorum. Okumayı yeni söken çocuk telaşıyla hem de.


Bilgi iki: korktuğun zaman acıyı hissetmezsin.


Tüm bunların karşısında hala babamı kaybetme korkusu yaşıyorum. Her saniye. Şu amına koyduğumun telefonunda ''BABBA Arıyor'' ifadesini gördükçe ödüm kopuyor. Ya bir şey olduysa, diye düşünmekten son anda açıyorum telefonu. Neden BABBA yazdım biliyor musun? Bilme amına koyim. Her siki de bilme.


Bilgi üç: nereni kesersen kes aynı şekilde bağırırsın.


Bu kadar. (Biliyorum en tatlı yerinde bıraktım ama olsun. Canım böyle istedi. Zaten buraya kadar okuyan biri...)


Son bir şey daha: kitabı bilmeden, sağdan soldan duyduğu hurafelere inanıp dindar olan ve sonrasında da milletin günahını hesaplayıp, her farklı düşünene ateist muamelesi yapanların da amına koyim!


Affet baba.



Mesut Cihan Demirel.

20 Mayıs 2015 Çarşamba

Hangi faça daha derindir ki, vedanın surata attığı ifadeden?

Şu an bunları yazarken kendimi ''her şey Allahtır'' diyen Mevlana'ya neredeyse tapan ama ''en'el hak'' diyen Hallac-ı Mansur'un derisini yüzen güruh arasında sıkışmış gibi hissediyorum. Kafam vefat, kafam şok, kafam mevta. Yani ruh halim karman çorman anlayacağın. Başlamadan önce, diğer yazıda olduğu gibi tekrar ve bu sefer büyük harflerle uyarıyorum; ATLAYARAK VEYA SONUNA KADAR OKUMAYACAKSAN SİKTİR GİT. ZİRA ÖYLE YAPANLARIN YEDİ SÜLALESİNE SÖVÜYORUM. BUNU SÖYLEMEMİN SEBEBİ DE ARKANDAN KONUŞUYORMUŞ GİBİ OLMAK İSTEMEMEM, GIYBET MAHALLE OROSPUSUNUN İŞİDİR SONUÇTA.

Caps Lock açık kalmış. Kapattıktan sonra o okuduğun İngilizce terimi buraya yazarken bile klavyeye baktığımı itiraf etmek isterim. Öğrensen de bi' sik değişmeyecek ama olsun. Dürüst olma çabaları Vol. ananın amı. Bak işte konuya giremiyorum amına koyim. Her neyse. Yaklaşık iki yıldır düzenli uyuyamıyorum. Bunun sebebi güvenimin kırılması. O kırıklar uyumamı engelliyor moruk. Bunu sikindirik bir aforizma olarak algılama, cidden öyle. Uyutmuyor beni geçmişteki salaklıklarım. işin tuhafı da ne biliyor musun; bunu düşünmemek için kendime zarar vermem. Çivi çiviyi sökmüyor lan. Çivi çiviyi daha derine itekliyor. Bu sefer de tahrip iki yönlü oluyor. Sonra canımı acıtan şeye acımaya başlıyorum, komik bir hale geliyor durum falan filan. Bugün ne düşündüm biliyor musun? Karşılıksız sevgiyi. Abi çok başka bir his lan o. Sana kazancı, artısı, getirisi götürüsü ve hatta hayatını düzeltici hiçbir etkeni olmamasına rağmen tutkuyla bağlısın. İnan bana Allah'a bile böyle bir duygu besleyemezsin. Bak iyi düşünürsen eğer bu yazdığımı ne demek istediğimi anlarsın. Ama konumuz bu değil.

Bir insan tarafından en son ne zaman yarı yolda bırakıldın?
İki sene önce tanıdığın insanların kaçıyla aynı oranda görüşmeye devam ediyorsun?
En son aynaya gerçekten eksiklerini görmek için ne zaman baktın?
Kapatmak için değil de kusurunu daha iyi göstermek için çabaladın?
Kaç insana dürüst oldun, kaç insandan dürüstlük bekledin?
Kaç kere içten küfür etmek yerine sahte gülücüklerle kirlettin yüzünü?
Kaç insanı öldürdün içinde, yaşamaya devam edebilmek için?
Kaç kere öldün, içindekileri yaşatabilmek için?
Neleri hapsettin, dünyaya sığmayacak şeyleri bir hamlede içine atarken?
Konumuz bu da değil.

Dedem ''kabullenmek anlıktır'' derdi hep. Bir an gelir kabullenirsin her şeyi. Gerçek şu ki, insanı kabullendiği şeyler öldürür. İstediğin kadar inkar et, görmezden gel ama bir gün fark edeceksin. Ben bunu bir mahalle maçında fark ettim. Şaşırma oğlum gayet ciddiyim. Mahalle maçında topumuza diken girmişti. Sonra o dikeni çıkarmak yerine topa iyice saplamıştık. Çünkü çıkarırsak inecekti havası ve en heyecanlı yerinde kesilecekti oyunumuz. Velhasılıkelam insan ruhu da böyleydi işte. Her şey mükemmel devam ederken bir anda diken gibi saplanıyordu içimize ve çıkarmak yerine daha da derine saplamaya çalışıyorduk. Buna siz ne derseniz deyin, ben ''kabullenmek'' diyorum. Kabullenmek ve karşılıksız davranmak arasında sadece kelime farkı vardır. Zaten dikkatli olursanız evrendeki her şeyin arasında sadece bakış açısı vardır. Sonuna kadar karşı çıktığınız düşünceyi farklı zamanlarda aynı oranda savunabilirsiniz. Sunum, bakış açısını değiştirir ve sonra da algılar yontulmaya başlar. Üstte belirttiğim olay vardı ya Mevlana ile ilgili, ha işte bundan bahsediyorum. Yani bakış açısını tutturmak önemli. Kafam ve akabinde de ruhum karışık demiştim işte ne kadar anladıysan. Gerçi aranızda onu okuduktan sonra buralara gelmeyenler vardır kesin. Çünkü biz malız. O adamların dediklerini sadece onlar anlar. Biz o kadar beyne sahip değiliz, Allah onlara torpil geçmiştir, aynı torpili senin (benim) beynini minimize etmek için birkaç kere patlatmıştır ve o nedenle %5'ini kullandığını söyler bilim adamları vs. Şimdi burada onun tartışmasını yapmayacağım çünkü konunun amına koymak istemiyorum. Zaten kafamın içinde filler Rus ruleti oynuyor. Ben sadece sizin üzerinizden kendi kabullendiğim bir durumu söyleyeceğim ve eğer okursan bana siz olsanız ne yaparsınız onu özel olarak söylemenizi isteyeceğim.
İşte konumuz bu. Bu arada merhaba.

İnsanı duyguları şekillendirir. Nefret ne kadar ağır olursa, o kadar kolay benzemeye başlar. Ben neyden nefret etsem bir zaman sonra onun gibi oluyordum. Belki de zamanın tamamen ironiden oluşan şakasıdır bu. Bilinmez. Her neyse, bir insanla konuşuyorsun ve birden ısınmaya başlıyorsun. Her şey mükemmel giderken, bir anda şu soru mızrak gibi saplanıyor aklına; "acaba herkesle benimle konuştuğu gibi mi konuşuyor?" Evet anasını satayım, aynen öyle oluyor. Herkesle aynı şekilde konuşuyor. Herkesle! Belki izin verirlerse daha fazlasını konuşuyor ama emin ol, aynı cümleleri bir sürü insana kuruyor. Belki senden önce de başkalarına aynı şeyleri söylemiştir, ki kesinlikle söylemiştir. şimdi bunu okuduktan sonra bir soru soracağım sana; ''bir insanı bunu düşünerek kabullenebilir misin?'' kolay bir soru değil mi? hemen yarak gibi ''eveeğğğğğttttt'' dediğini duyar gibiy... ne gibisi kulağımı siktin orospu çocuğu! Bir insanı tanıdın, konuştun ve hemen samimi oldun. Sonra da hoşlandın. Daha sonra künyesini ve hayat hikayesini ezberledin. Geri dönüşü olmayan bir yola giriyorsun, dikkat et. Ve girdin. Asıl sorular geliyor. Birinci soru; ''her şeyini öğrendikten sonra, sırf dürüst davrandı diye kabullenir misin?'' İyice ilerledi konuşma ve artık daha ayrıntılı bilgiye sahip oldun. Atıyorum, vücudunda başka bir insandan kalan izler var. Bir dövme, bir yara, bir eşya... ama somut. İkinci soru; ''kabullenmeye devam edebilir misin?'' devam ediyorum, artık hayatındasın. Birini ne kadar seversen ve sahiplenirsen o kadar kısıtlarsın. Bu rahatsız edicidir ama işlerin yolunda gittiğine işarettir. Ta ki geçmişin yumruğunu görüp gardını kaldırana kadar. Üçüncü soru; ''geçmişini kabullenmek mi zor, geçmişi değiştirmeye çalışmak mı?'' Eğer bir insan size geçmişini utanmadan anlatıyorsa, bilin ki onu değiştiremezsiniz. Bunu söylemek istiyor aslında size. Fakat sen geri zekalısın anlamazsın. Vara yoka küfür edersin, kızarsın, tribe girersin amına koduğumun ergeni. Dördüncü soru; ''kabullendiğin şeyi değiştirdiğinde kendi gibi olmayacağını söylerse o kişi ne yaparsın?'' Doğru şeyi yaptın kardeşim. Vazgeçmek en iyisi. Peki, üçüncü paragraftaki ilk soruyu hatırladın mı? ''Bir insan tarafından en son ne zaman yarı yolda bırakıldın?'' demiştim. Nasıl unutursun orospu çocuğu? Ha işte ben sırf o soruyu sorduklarında ''kendim'' dememek için devam ettim. Sonra ne oldu biliyor musun? Son soru; ''kabullensen de kabullenmesen de... diye gelen cevaba tepkin ne olur?''

-Siktir git orospu çocuğu!


Bu kadar.


Mesut Cihan Demirel.


16 Mayıs 2015 Cumartesi

Yayınevleri (Vol. 3)

Merhaba bunu okuyan mal. Evet, mal. O kadar geri zekalısın ki okumaya devam ediyorsun. Sana hakaret etmeme rağmen okuyorsun. Ben olsam küfür edip kapatmıştım blog'u. Ama sen okuyorsun. Bravo sığır. Helal lan yavşak. Adamsın at yarağı. Hala devam ediyor musun okumaya? Eğer okuyorsan sonuna kadar devam et. Madem başladın tamamla göt veren. Neden böyle başladım biliyor musun? Çünkü elinde tuttuğun o çok satan kitap var ya, ha işte o da aslında sana bunu söylüyor. Ama sen onu da okumaya devam ediyorsun. O kadar kolay ki bu ülkede kitap çıkarmak. Yeminle bak. Git twitterda 300.000 kişi takip et, geri takip gelince vazgeç hemen. Sonra facebook sayfası açıp onun bunun götünü yala ve onu da 300.000 yap. Duyarlı, ilgili, açık sözlüymüş gibi davran. Sonra da git X bir yayınevine kitabını bassınlar. Vallah basarlar. Eğer yazdığın her sik bin beğeni alıyorsa emin ol basarlar. Günümüzde zaten kitap okuyan yok ki amına koyim. Okusalar D&R'deki 40.000'den fazla kitabın %70'i davalık olur. Çünkü herkes aynı şeyi %40 değiştirebilmek için yırtınıyor. Başarıyor da. Bu da yetenek sonuçta. Fıkralardan, atasözlerinden, Tasavvuftan, ottan boktan ve kısacası her şeyden %40 değiştirip, kırpıp kitap yazmak gerçekten yetenek ister. Ama sen kardeşim bunu bilmiyorsun. inan buna kızamıyorum. ''Çok satmışsa iyidir'' mantalitesine sahip bir ülke olduğumuz için üzüyor bu durum beni sadece.

Bak seninle bu yazıda kitap çıkaralım. Beraber neler olacak, neler oluyor görelim. Sonra bana istersen yine küfret, canın sağ olsun. Şimdi üstte dediğim kitap çıkarma işi var ya, onu iyice öze öze yapacağız bunu. Başlıyorum, tut elimi.

Öncelikle kitap yazmak için edebiyat sayfalarını takip edeceksin. atıyorum, ''Kitaplardan alıntılar'' adlı bir sayfanın durumlarını okuyup, beğenip, yorum atıp oradan bir kitle elde etmeye çalışacağız. Sonra da yorumunu beğenip yanıtlayanlarla tatlı bir tartışmaya gireceksin. Sanki çok kitap okuyormuş edasıyla ''Cemal Süreya'ya aşığım, Turgut Uyar'ın askeriyim, Onun bunun çocuğuyum'' temalı atıflar bulunacaksın. Akabinde hemen fake (genelde kız) profili açıp o sayfadaki erkekleri ve kızları ekleyeceksin. Sonra edebi şeyler konuşacaksın. Ya şöyle biri var mükemmel yazıyor deyip orijinal hesabını eklettireceksin. Yaparsın, biliyorum o yetenek var sende. Bak yine yetenek dedim. Sonra da bir sayfa açacaksın. ''Edebiyat tutkusuyla yananlar derneği'' gibi. Bu taktik tutmazsa ''orospu rahibe, kutsal fahişe, jartiyeri yırtık kız, götü büyük hatun yarak kürek'' gibi sayfalar açıp dengi sayfalardan yardım isteyeceksin. Ama fake hesabınla. Orijinali sağlam tutmak gerek çünkü. Olmazsa para teklif edeceksin. Yapmam, deme sike sike yapacaksın. Hızlı geçiyorum, sonra baktın sayfa 5, 10, 20 bin oldu alacaksın eline fakir edebiyatını ve artık ''ktp yzcm ama kmsye gvnmyrm lnt olsn'' triplerine gireceksin. Sayfan 100.000 oldu mu, bir de anonim sözleri arkana aldın mı artık sırt üstü düşmezsin. Emin ol. Zaten kim siker sanal sözleri. Herkes çalıyor zihniyetini iyice em. İsim vererek sikmeyi severim ama şu an zamanı değil. Zamanı gelince birer birer kanıtlı sikeceğimden emin olabilirsin. Ay bak gördün mü, küfür ettim. Ne kadar ayıp. Eheheh. Neyse, sen şimdi yazar adayısın abicim. Cool ol. Ağırdan sat kendini. Gelen mesajlara o olgunlukla (yavşaklık) cevap ver. Kısa ve umursamaz cümlelerle ama unutma. Bak sözlükler de iyi iş yapar. Oralarda da fake hesaplarla kendi götünü kaldırırsan bayağı artar kitlen. Her neyse. Tabii önce para vermen gerekir kitap için. Mecbur aga vereceksin. Çünkü yayınevleri senin sikindirik yazına bakmaz. Sen de süper bir yazar değilsin malum. Verirsin. Çünkü küçük de olsa yayınevleri bu riske girmez. Şans bela dikkatlerini çekeceksin de bedava bassınlar. Şaka ulan şaka. Boşuna mı yaptın o kadar takipçiyi? Tabii ki de hayır. Onları kullanacaksın. O sayede çıkacak kitabın.

Tut ki çıktı kitabın. ilk günden, hatta hafta sonunda en çok satanlara girdin. Ne olacak? Kaprislerin başlayacak. Artık yetmeyecek sana. Daha fazlasını isteyeceksin. Yayınevi beğenmeyeceksin. Yazar beğenmeyeceksin. Çünkü sen sıfır kitap okumayla insanlara edebiyat öğrettin. Savunduğun şeye kafa attığını göremeyecek kadar hem de. Sonra eleştiriler başlayacak. Eleştiri dediğim övgü ha. Korkma, kimse anlamayacak senin orospu çocuğu olduğunu. Belki ilerde anlarlar ama şu an kimse anlamayacak. Zaten kötü eleştirenler seninle muhatap olmaz. Eleştirisini yapar ve uğraşmaz seninle. Rahat ol yani.

Ne güzel değil mi? Kitabın var, popülersin, insanlar seni seviyor ve örnek alıyor falan filan. İşte en başta dediğim yere geldik. O kitabı okuyanlara aynını sen yapıyorsun işte. Bunu yaparken de yüzün kızarmıyor ya, işin kaymağı da o işte. Ye yiyebildiğin kadar kahpe. Gel bak bir şeyler  söyleyeceğim sana şimdilik okuyucu, geleceğin yazar adayı. iyi oku!

Edebiyat, para kazanma işi değildir güzel kardeşim. 1.000.000 satmak da değildir. Biliyorum, belki ilerde sen de hayatının %80'ini bir kitaba koyacaksın, belki hiç okunmayacak hayat hikayen, belki yayınevi zararın bir kısmını kurtarmak için %50 indirimde satacak hayat hikayeni, belki yine rağbet görmeyecek hayat hikayen ama olsun. Sen bunu para için veya sikimsonik hevesler için yapmamış olacaksın. Bu gurur senin işte güzel kardeşim. Bırak artık elindeki o üzerinde ''100.000 özel basım'' yazan, kahve bardağı, kalp, kadın ve araba olan kitapları. Lütfen biraz okuyucu ol. Lütfen. Çünkü sadece sen iyi bir okuyucu olursan kurtarabilirsin edebiyatı. Bak, yazmaktan daha ulvi bir görevin var senin, fark ettin mi? Lütfen okuyucu kardeşim, milyonlarca kez lütfen.

Bu kadar. (kısa oldu ama aklımdayken yazdım işte, idare et göt.)

Mesut Cihan Demirel.

9 Mayıs 2015 Cumartesi

Yayınevleri (Vol. 2)

Bu ülkede saç modeline bakıp seni orospu ilan edebilirler ablacım. Saç renginden, ruj renginden, giydiğin elbisenin boyundan, darlığından, bolluğundan orospu ilan edilebilirsin. Hatta seçtiğin ayakkabının şekli bile bunu sağlayabilir.
Bu kadar mı?
Hayır.
Bu ülkede yaptığın işe göre muamele görürsün abicim. Takım elbise giyersen "beyefendi" derler, yırtık bir elbise giyersen "lan" eki koyarlar adının önüne. Çünkü giydiğin elbise ve kullandığın telefonun markası kadar adamsın.
Bu kadar mı?
Hayır.
Bu ülkede kimse senin karakterinle ilgilenmez kardeşim. Çevrenle ilgilenirler. Tanıdığın kişilerin koltuğu kadar adamsındır çünkü. Kabullen.
Bu kadar mı?
Daha değil.
Gel gelelim bu ülkenin sanal ortamına. Normalde hiçbir işe yaramayabilirsin. Üzülme. Burada lehine çevirebilirsin her şeyi. Üstte saydığım şeylerden biraz kapmış olmanı ümit ediyor ve hiç uzun uzuna girmiyorum oralara. Burası farklıdır. Kurtuluşu burada bulabilirsin. Gel sana biraz bahsedeyim. Bu ortamda aldığın beğeni ve yorum kadarsındır abicim ve ablacım. Yani üstte saydıklarım seni "orospu" ederken, burada "aykırı" ve "çılgın" edebilir. O derece yani. Her şeyden önce; aldığın üç yüz beğeni ile Attilâ İlhan veya Birhan Keskin gibi hissedebilirsin kendini. Hiç "yok" deme, hissettirirler. Hele bir de "ne kullanıyon ya?" ve "muhteşem!" gibi yorumlar gelirse önün açıktır demektir. Kimse durduramaz seni. Emin ol. O yüzden hemen bir Fun-Page oluştur kendine. Adını da iyi seç ha. "Fahişe" ve "Orospu" tabirleri burada süper prim görür. Sayfa adına kullan. Özellikle anonim bir kaç sözün altına adını yazdın mı götüremeyeceğin karşı cins yok. Ha unutmadan; jilet, kan, çıplaklık ve küfrü de kullan. Hem resimde, hem yazıda. Tabi bunun için, senin gibi birkaç kişiyi bulup ortam yapmalısın önce. Aralarına girmelisin. İsmini falan duyurmalısın. Hiç olmadı yedi saniye saçma salak bir video çek, filmlere kadar yolun var. Sonra da patlar gidersin.

Ama unutma; modem kapanırsa bir hiçsin.
Tıpkı üstte saydığım şeyler gibi.
Bu kadar!

8 Mayıs 2015 Cuma

Allah'ın sopası yok zannederdim, seni tanımadan önce!

Görmek ve bakmak başka şeylerdir sözünü bilmeyen yoktur. Hatta Pirestij filminďe "dikkatli bakıyor musun?" sorusu vardı. Hatırlarsanız seyirciyi gördüğünü zannettiği şeyler üzerinden yanıltmak, şaşırtmak ve büyülemek üzerine bir filmdi. Bu örneği neden verdim biliyor musunuz? Çünkü hayatımız tamamen ilizyon üzerine kurulmuş gibi. Mevlana'nın Divan-ı Kebir'de dediği ilizyondan bahsetmiyorum. Her neyse. Gerçekleri görmek ve gördüğünü inkâr ederek unutmaya çalışmaktan ibarettir insan. İnanmak ve sonrasında da inandığı tarafından yaralanmak doğamızda var. Kurtulmak ancak başka bir kapana sığınmaktan geçiyor. En büyüğüne de ölünce saplanıyoruz. Şimdi buraya evren nedir, nereden geliyoruz vs. saçma sapan sorgulayıcı bir üslupla ulvi şeyler yazmak istemiyyorum. Çünkü zaten mide bulandıracak kadar yazıldı. Benim yazacaklarım da aynı jargon olacağından kafanızı sikmek istemem. En iyisini Hakan Günday söylemiş zaten. "Tanrılar ve dinler ben ölene kadar." Üstüne laf etmek saçma olur. Her neyse, başlıyorum.

Sene 2012. Ay eylül, gün 15. Kimliğim doğum günüm olduğunu söylüyordu. Bir kız vardı aga hayatımda. Hani keşke zaman dursa da sürekli yanımda olsun dediğin duyguların sıkıştığı o boktan durumdan bahsediyorum. Vallah öyle sikimsonik bir aşk hikayesi değil bu. Eğer okursan sonuna kadar ne demek istediğimi anlarsın. Neyse. Bir insana ne kadar inanırsın? Ne kadar güvenirsin? Ben hiç inanılmayacak bir insana Allah'tan çok inandım. Yani bir put olsaydı eğer kesinlikle tapardım. 23 yıl boyunca inandığım her şeyi gönül rahatlığıyla gömebilir, yakabilir ve hatta yok edebilirdim. Öyle biriydi benim için. Sanki Allah onu insan olarak değil de meslektaş olarak yaratmış gibiydi. Küfür etme orospu çocuğu, öyleydi işte! Ben hayatımda en çok ona inandım lan. Her inandığımın yaptığı gibi o da siktir olup gitti. Aslında ben gönderdim. Siktir git dedim. Kabullenmenin, mucizeden tek farkı zıt şekilde başlamasıdır. Öyle oldu. Bir anda bitti. Şimdi vıcık vıcık ilişkimi anlatıp haklanmak derdinde değilim. Başka bir konuyu anlatacağım. Abi 2013 yılından beri acı çekiyorum. Düzenli olarak her pazar günü bu acıyı tazeliyorlar ve üstüne koyarak çoğaltıyorlar. Kimler diye sorma amına koyim. Kim olacak, duygularım. Demin üstte Put falan dedim ya, ha işte sanki Allah benim cezamı böyle veriyor diye düşünüyorum 2 yıldır. Dünyadaki bütün acıları üst üste koy yine de boş gelir insanın içine. Anladın mı? Cehennemden bahsediyorum. Geçmiyor lan bu acı. İnsanı intihar uçurumuna inançsızlığı değil, inandığından aldığı darbe itekler. Tam iki yıl sonra aldım en büyük darbeyi. Kendi yoktu ama seyrettiğim videodaki hali beni öldürmekten beter hale getirdi. GülÜmsüyordu fakat sanki yüz ifadesi bileklerimi yırtıyordu. Dünyada nefes alan herkes eline ustura alıp uzuvlarımı parçalasa bu kadar acıtmazdı yemin ederim. Bırak evimden çıkmayı oturduğum sandalyeden bile kalkmak istemiyordum. O kadar gerçekçi kanıyordum ki, sanki baksalar anlayacaklardı sebebini. Daha kötüsü oldu. Herkes gördü. Gerçekten gördü. Ama sorun görmeleriydi. Eğer çektiğin acıyı birileri görür ama bakmazsa kafayı yersin inan baba. Bu dünyada bildiğim ve inandığım tek şey var. Ölmekten daha korkunç şeylerin olmasıydı!

Uzatmıyorum tamam. Bazen gözünle gördüğünü inkar etmek zorunda kalırsın. Sırf hayatta kalmak için. Çünkü görmediğinden değil de konduramadığından yaparsın bunu. İstemsizce. Hiçbir kör senin kadar görmezden gelemez, inan bana. Hatta Yeşilçam filmlerindeki malum araba çarpınca gözleri açılan sahnenin tam tersinin milyon tekrarını yaşarsın içinde. İşte tam o sırada ağzını kapatıp kulağına fısıldar vicdanın; "gördüğünü inkar ettikten sonra, Allah'a inanmaya nasıl devam edeceksin?"

Bu kadar.


Mesut Cihan Demirel.

5 Mayıs 2015 Salı

Yayınevleri (Vol. 1)

BKM mutfak bölümlerinde şöyle bir söz vardı; "Türk olun deyince maganda, Batılı olun deyince godoş oluyorsunuz." Bu sözü neden hatırlattım biliyor musunuz? Şu sıra sanallaşan edebiyatta küfür etmeyi ulvi bir şey sanan sözde mezhebi genişlere ithafen söylüyorum aynı şeyi ben de. Neden mi? Çünkü yeraltı edebiyatı adı altında "no küfür, no sex, alkollarına sar beni ahey ahey" jargonuyla birleşen ancak en ufak eleştiride üslubunu bozan bazı dangalak yazarlardan ve sağda solda "kitaplarınızı bedava basıyoruz, ticaret yapmıyoruz, yayıncıyız biz ulan" sloganı atan ama özel mesajlarda para isteyen yayınevlerinden sıkıldım artık. Üstte dediğim gibi batılaşın deyince godoş olmak bu işte; rahat rahat küfür edeyim, hatta öz anama söveyim, babamı reddedeyim, bekareti ilk buluşmada kendi eliyle veren geri zekalıları tanrıçalaştırayım, hep alkolle sarmaş dolaş fotoğraflarım olsun, aslında dünya sikimde değil ama otobüste yer verdiğim teyzeye varana kadar kişisel profilimde paylaşıp özümde iyi insanım modeli çizeyim falan filan. Neden? Çünkü X yeraltıcı, yazar, şair vs. bunu yapmış.

Bu mu ulan edebiyatınız?

Bukowski dediğin adam bu ülkede olsaydı ne olurdu biliyor musun sen sayın yeraltıcı, yazar, şair ve ön adına her ne sikimi koyuyorsan artık? Bilmiyorsun. Çünkü sen, daha düne kadar sözünü çalıp, yakalanınca da bin bir mesajla özür dilediğin adamlara laf sokmaktan, anonim sözlerle sayfa kasmaktan ve sonunda da graffiti kalıplarla kitap çıkarmaktan ibaret bir vizyona sahipsin. Tamamladın onu da işte. Sen bu kadarsın. Özendiğin yeraltı edebiyatını icra eden adamlar o işi öyle bir betimler ki, sıfır küfürle ve iğrenç ifade kullanmadan özüne ters olan ensest ilişkinin baş kahramanı olacak kadar tiksindirir seni okurken. Bilinçaltını teslim edersin cümlenin sonunu göremeden. O yüzden lütfen bırak. Çünkü otuz bir çekerken hayal ettiğin şeyleri yazarak anlatmaya çalıştığın edebiyatına, Şahin K bile götüyle güler, inan bana. Peki, sen şair kardeşim. Yolundan gittiğini söylediğin Turgut'lar, Nazım'lar, Cemal'ler, Edip'ler senin gibi mi yapmış? Sadece yüreğiyle yazarak, hiç kimseye popülerlik uğruna yalakalık yapmayarak bir yerlere gelemediler mi onlar? Ulan sırf yazdıkları için bir ülkeyi karşısına almış olanlar var. Sen, iki ergen beğenip götünü kaldırsın diye senin olmayan düşüncenin yüzde kırkını değiştirmeye çalışırken hiç mi rahatsız olmuyorsun? Hiç mi utanmıyorsun o şiirlerin üzerinde oynama yaparken orospu çocuğu? Hiç mi vicdanın boğazını sıkmıyor gece yarıları? Hiç mi yüzün kızarmıyor? Hiç mi yalnız kalınca kendine sormuyorsun, hiç mi hiç canın yanmıyor lan!
Yanmıyor değil mi?
Çünkü sen, şerefini iki bacağının arasına çoktan almış durumdasın.

Peki, sen! Evet, sayın ticaret değil de sözde yayınevi olan yavşak, senden bahsediyorum. İyi oku bu bölümü. Popüler olmayan, adı sanı duyulmamış bir insanı sırf sağlam yazıyor diye değerlendirmeyi düşündün mü hiç? Tabii ki de hayır. Neden yapasın ki zaten, para kaybedersin öyle değil mi? Gelsin sana minimum iki bin lirayla, en azından zarar etmezsin. Niye ulan! Niye girmiyorsun bu riske? Üstte saydığım, özüyle kanlı bıçaklı üretme kabızları daha mı cazip geliyor sana? Ne zamandan beri yazıya değil de takip sayısına bakar oldun? Sadece kitap çıkarmakla görevini ifa mı etmiş oldun? Korkuyor musun çok satmaz diye? Neden yeni bir Hakan Günday, Emrah Serbes, Murat Menteş, Küçük İskender de ben yaratayım düşüncesi taşımıyorsun? Boş ver sen. Git inkar ettiğin o ticareti en iyi şekilde yapmaya devam et. Helal olsun. Bravo. Ayakta alkışlıyorum seni. Ama iyi bil ki, biteceksin. Bu yazıyı okuyorsan eğer, bittiğin gün de yüzüne belgeli bir şekilde küfür edeceğimden hiç şüphen olmasın.
Hadi şimdi siktir git rahat uyu!

Bu kadar! (çok bile)

Mesut Cihan Demirel.