3 Aralık 2017 Pazar

Popüler Kültür Masalı

İnsan vücudunun yüzde altmışı sudur. Ancak o, bu oranı yüzde seksenlere doğru çıkarıp alkol olarak değiştirecek kadar içmişti. Dolduracak yer kalmayayınca da biraz önce içkilerini yudumladıkları masanın üzerine çıkıp boşaltma işlemini kelimelerle yapmak istedi. Bardaktan boşalırcasına konuşmaya başladı;

"Beyler! Sizlere bir sır vereyim mi? Bizim gibi geri zekalılar, bir kızı evine sadece annesiyle tanıştırmak için götürür!"


Diğer masalarda demlenen insanlar, sesin geldiği yöne doğru kafalarını çevirdi. Herkes durup ona odaklandı. Gözlerinden akan yaşlar, dudaklarından çıkan cümlelere değince yüz ifadesini beyaza çevirdi. Rakıdaki alkol oranı yüzde otuz sekizin altına düşünce beyazlamaya başlar. Anason yağına batırılmış gövdesi de aynı tepkiyi verdi. Gözlerindeki tuzlu su ve kafatasından sızan ter, dudaklarında birleşince hayat rengine dönüştü. Üzerine bir silah gibi doğrultulan tüm bakışları rehin alıp devam etti;

"O nedenle, hep temiz sevdikçe yaralarımız artacak. Ne kadar temiz olursak, o kadar kaybedeceğiz. Boşuna umutlanmayın! Hiçbir kız peşinizden koşmayacak. Köpek gibi seven siz olacaksınız. Ağlayan, çıldıran, kafaya takan, uyumayan, aldatılan, kandırılan, oyalanan ve hep bırakılan siz olacaksınız. Size tek tavsiyem; bu dünyada hiç kimseye güvenmeyin ve inanmayın. Çünkü tanıştığınız her insan, ilk konuşmada ya rahibe gibi, ya da hz. Yusuf gibi davr..."

Masadan düştü. Sanki muhatap olduğu her yüzün gözleri iki el ateş etti. Kahkaha atarak doğruldu. İçi bomboş olan bardağını havaya kaldırdı;

"'ilk bakışta aşık oldun oldun, adamım. Yoksa ikinci bakışta kimin ne mal olduğunu anlarsın.' diyen, Bob Marley'in şerefine!"




MCD

4 Temmuz 2017 Salı

Her Keş

Her keş, herkesin aksine yaptığı işte şaşırmamaya başlayarak tecrübe kazanır. Tecrübenin özü normal karşılamaktır. Bunu da yaşadığı en tuhaf şeyleri birilerine anlatarak ve şaşırmalarını seyrederek ispat ederler kendinlerine...


Askerlik anıları, futbol, siyaset, kadın, kitaplar ve filmlerden geriye konuşacak hiçbir şey kalmayınca sessizlik tek başına iktidar olmuştu ortamda. Bir anda her bir keş tuş kilitlerini parmak iziyle açtığı telefonlarındaki sosyal ağların anasayfalarını dikizlemeye koyulmuştu. Anıl, muhabbete kalp masajı yapmak için hareketlendi. Önce masada duran sigara paketlerinden bir tane sigara çekti ve yaktı. Dumanı aralarındaki masaya doğru üflerken,
"Geçen hafta..." dedi.
Tabii geçen haftanın ilgi çekmesini sağlamak için, "yani bayramda, çok enteresan bir şey yaptım."
Konuya ilk ilgi gösteren İlhan,
"N'aptın, kurban olarak bakire mi istedi tanrılar?"
şeklinde gülerek gizli soruyu cevaplamak istedi.
Diğer iki arkadaşını da konuya dahil ettiğini gülüşmelerden yola çıkarak fark etti. Anıl, anlatacağı hadisenin daha komik olduğunu kanıtlar gibi şöyle yükseldi,
"Hayır, daha fenaydı."


Her keş pür dikkat kesilip Anıl'ın ne yaptığını anlatmasını bekledi. Ancak Enes, sabırsızdı. Alakalı şekilde,
"E söylesene oğlum, ne yaptın?" dedi.
Anıl, gayet ciddi bir şekilde konuşmaya başladı;
"Bedava 1 GB İnternet istiyorsan 'Bayram yazıp 4646'ya yollayın yazdım, rehberimdeki sözde duyarlılara."
Kimse bir şey anlamamıştı. Yine de Ufuk, teknik açıdan yaklaşıp,
"Sevap puanı mı topladın yani?" deme ihtiyacı duydu.
Anıl, hiç tereddüt etmeden, 
"Kısmen!" dedi.
İlhan, biraz önceki esprisini yedirmemek için kayarak müdehale edilen tehlikeli ataklar gibi araya girdi,
"Bu olayın nesi tuhaf amına koyim?"
Anıl, top toplayıcı çocuğun çabukluğu sayesinde taç atışının ofsaytı egale etmesini sağlayarak atağın kesilmesini önleyen futbolcu edasıyla konuşmaya başladı;
"O numara aslında bir yardım kampanyasına aitti." dedi ve kaleciyle baş başa kaldı. Ufuk'tan aldığı pasla golü atmak için şöyle devam etti:
"Yani 'Bayram' yazıp o numaraya yollayanlar 1 GB İnternet kazanmadı ama kimsesiz çocuklar için telefon faturalarına 5TL daha ekleterek sevap kazandılar."
Enes ve Ufuk, gole ilk sevinenler olarak kahkahalarına, "Tam bir piçsin!" süslemesi ekleyerek arkadaşlarını kutladılar. İlhan, itirazların kararı değiştirmeyeceğini bilse de sormak için kahkaların bitmesini bekleyemedi,
"Peki, yollayanların tepkisi ne oldu?"
Anıl, sigarasından aldığı nefesi verene kadar cevap vermedi. Hafif boğaz hırıltısından sonra,
"Çoğu arayıp küfür etti, bazıları da cevap bile vermedi." dedi.


Enes ve Ufuk, bu örnek üzerinden muhabbeti uzatmak istese de İlhan, diğer iki arkadaşının bu heveslerini kırarcasına konuşmaya başladı,
"O küfür edenler hiç şaşırtmadı beni, biri bile arayıp 'Çok teşekkür ederim Anıl, buna ihtiyacım vardı, insan olduğumu hatırlattın' deseydi şaşırırdım."dedi ve daha noktayı koyup yeni cümleye başlayamadan Enes,
"Acaba biz nasıl tepki verirdik ya?" sorusunu yöneltti.
Ama İlhan, mesleki eğitimin disiplinini iyi kavramış olan kulaklarının duymayan tavrıyla konuşmasına kaldığı yerden devam etti,
"Ceza evinde her şeyi gördüm. Sadece babasını cinsel anlamda sikenini görmedim. Onun dışında aklınıza gelebilecek her şeyi gördüm. Yani insan, ciddi anlamda iyi bir şey yapmaz, bilmeden yaptığı iyiliğin bile hesabını sorar. Hiç kimseyi bulamazsa kendine sorar."
Böylelikle hem konuyu kendi istediği yöne çekti, hem de dolaylı olarak Enes'e cevap verdi.


Anıl, bu sefer rakibini kendi sahasında hapsetmek için önde baskı yapmaya çalıştı. Hiç vakit kaybetmeden İlhan'ın yüzüne baktı,
"Birini öldürmek mi suç, yoksa öldürmekten başka çare bırakmamak mı?" paradoksuyla arkadaşının mesleğine olan bağının gerginliğini kontrol etti. Fakat İlhan, soruya soruyla cevap vermeyi seçecekken bunun amatörce olduğunu düşündü. Böylelikle üç saniye kaybetti. Ufuk, o üç saniyeden faydalanıp,
"Kim olduğuna bağlı." dedi.
Enes, konuşacak birkaç cümlesi var gibi atıldı,
"Geçen sene, halısahada hep fark attığımız bir takım vardı hatırladınız mı?"
İlk hatırlayan Ufuk oldu,
"Evet."
Enes, ilk yanıtı duyar duymaz devam etti,
"Adamlar, her hafta kaybetmekten kurtulmanın tek bir yolu olduğunu biliyorlardı. Kavga çıkarmak. Ama biz gayet sakindik. Çünkü bunun farkındaydık."
Nereye bağlanılacağı bilinmeyen konuyu masadaki üç kişi de gereksiz bir ciddiyetle dinliyordu. Enes, sigara yakıp tekrar başladı,
"Ha işte, son maçta sol ayağımı kıran adam, bana bu sorunun cevabını buldurdu Anıl işte."
Anıl dahil hiç kimse anlamamıştı bu konuşmadan kastedilen mesajı. Başkasına rezerve edilen yere oturmuş durumda olan Ufuk, kaşlarını yakınlaştırdı ve sorulması gereken ama hiç merak edilmeyen cevabın sorusunu yöneltti Enes'e,
"Nasıl?"
Enes, pası alır almaz yeteneklerini gösterme fırsatı yarattı kendine,
"Sol ayağımı kırıp altı ay eve hapsolmuştum ya, ha işte altı ayın sonunda günde yarım saat yürümeme izin vermişti doktor. Bizim evin aşağısında park var, oraya inip bir tur atınca yarım saat geçiyordu zaten. Daha ikinci gündü. Parka girince oturdum herhangi bir banka, dinlenirken yaşlıca bir amca da geldi yanıma oturdu. Daha oturur oturmaz 'Herkesin ölümünü gördüm' dedi ve ekledi, 'Tüm arkadaşlarım öldü. Hepsinin olmasa da çoğunun cenazesine katıldım. Yaşıma rağmen çoğununkinde de ağladım. Şimdi cenazeme katılacak bir tane dostum kalmadı. Sadece ölümümü bekleyen birkaç tane akbaba kaldı. Nüfus cüzdanındaki baba kısmında adımın yazdığı akbabalar...' bence bu adama kendini öldürmekten başka çare bırakmayan dünya suçlu. Dolayısıyla birini öldürmek tabii ki suç, ama öldürmekten başka çare bırakmayan şartlar ne kadar suçlu olursa olsun asla ceza almıyor bu dünyada."
Anıl, aldığı cevaba tatmin olmasa da arkadaşını bozmuyor ve hatta haklı olduğunu perçinlemek için şöyle tamamlıyordu;
"Dünyanın amına koyim, sana bir şey olmasın!"


Aslında masadaki her keş, mutluluğun kursakta kalmasından fazlasını biliyordu artık. Çünkü arkadaşlarıyla gol sevincini yaşamak için yetmiş metre koşan kaleciyi oynuyordu her bir keş, tam yetişiyor ama gol, ofsayt diye geçerli sayılmıyor, üstüne üstün bir de kaleye döneyim derken gol yiyorlardı...



Mesut Cihan Demirel.

2 Mart 2017 Perşembe

Mola

Merhaba.

Buraya en son ne zaman girdim hatırlamıyorum moruk. Çünkü uzun zamandır sırf yaşamak için yaşıyorum. Cidden bak. Ne inançlı olduğum için intihar etmiyorum, ne de korkak olduğum için yaşmaya devam ediyorum. Dedim ya "sırf yaşamak için" devam ediyorum. Amaçsızca. Çünkü her sabah erken kalkmaya, akşam da Mehmet Pişkin'den Facebook'ta intihar eden yaşlı amcaya kadar seyrederek uyuşup uyumaya çalışıyorum. Neden yaptığımı bilmiyorum moruk. Çünkü intihar düşüncem cidden kırık kemiklerin kaynaması sonucu oluşan sertliğe dönüşüyor her geçen gün. Belki de, belki bir şey olur, belki Allah... neyse ya.


Üç gün önce, çalar saatimin sesini değiştirdim. Saat 06:35'te Leyla ile Mecnun dizisinin Geri Dönme müziğiyle uyanıyordum üç gün öncesine kadar. Bunu kendime espri olsun diye yapmıştım. Çünkü duygusal bir müzikti, yatağımı terk ederken duygusallaşıyordum falan anladın sen. Eheheh.


Üç gün önce çalar saatin müziğini Ahmet Kaya'nın Dokunma Yanarsın parçası yaptım. Bu sefer de çalar saatten erken kalkıyorum. Sırf müzik çalarsa kapatmayayım diye. Çok seviyorum o şarkıyı nabıyım. Ancak her kalktığımda sela okuyor hoca. Ama üç gündür ha. Yatağın içinde kendi selamı dinler gibi rahatlıyorum, gevşiyorum ve tam uyukluyorum derken çalar saat başlıyor çalmaya ve müziği sonuna kadar dinleyip kapatıyorum. Dini ve milli ritüeller gibi.


Ben düşündüm, sen de düşün kuzen. İnsan dediğimiz varlık, bir damla tükürükle bile ölüyor lan. Ama bu amcık varlık var ya, kendini hâlâ eski mısır firavunları gibi tanrı sanıyor. Dile getiremese de öyle yaşıyor. Ölmüyor gibi yaşıyor. "Para için sağlığını hiç ediyor, sağlığı için kazandığı parayı." Kısır ve iğrenç bir döngüdeyiz. Değirmen gibi hep yineleniyor.


Kimseye kendini anlatamıyorsun. Anlatamazsın da. Bu amına koduğumun insanı, gördüğüne inanır, gördüğünü anladığını sanar, ama anlamaz. Görüntüye, şekle şemale önem verir çünkü. Böyle orospudur insan.

Sürekli gülen, hiçbir şey anlatmayan, hep dinleyen, boş boş tavana bakan, sürekli dalan... insanları üzmeyin la.


Bir gün olsun kendini dünyanın en adi insanı olarak düşün. Kendine haksızlık yapıldığını değil de her haksızlığı sen yapmışsın gibi davran. Kendini sevmeyi bırak. Acıma. Kumar oyna, bile bile yenil. Sosyal medya hesaplarının şifresini değiş ve unut, girme birkaç gün ölmezsin. Rahatla. Öldüğünü düşün. Ölünce sana ne olacağını değil de, öldüğünde insanların ne yapacağını düşün. Bak bakalım bir anlamı kalıyor mu ölümünün de yaşamının da.


Neyse çok fazla uzatmayacam. Her an ölebilme ihtimalim olduğu için, 4. Kitabımın muhtemel adını, ufak ve son spoilerla verip çok uzun bir süre girmeyecem buraya. Kitap da birkaç yıl içinde çıkar ve jübilemi etmiş olurum. Hadi selametle.


Kitap adı: "CESET TORBASI"

"Dünya nedir biliyor musun, Yağız?" diye seslendi Emre. Cevap vermemi bile beklemeden, "Ceset torbasından ibarettir. Ne olacağını tahmin edersin, ama bilmezsin. O yüzden sinirliyiz Tanrı'ya. Kader hariç her şeyin spoilerını verdiği için..." dedi ve sustu, devam etmedi. Dinlemiyormuş gibi davranıp, "Geçenlerde bir kitap okudum." şeklinde atılıyorum, "Olay terminalde başlıyor. Çocuğun biri terminalde tuvalete giriyor, kapıyı kapatıp işini hallederken kapının arkasında çakıyla çizilmiş 'Orospu Şermin' yazısını ve altında da numarasını görüyor. Sırf can sıkıntısından numarayı kaydedip çıkıyor dışarı. Neyse, uzatmayayım, arıyor numarayı. Sonra olaylar gelişiyor. En sonunda da aynı terminalin tuvaletinde intiharla bitiyor." Emre, "Garip kitapmış" diyor. Sadece bunu diyebiliyor. Biraz önceki konuşmasını hatırlamıyor bile. Çünkü Emre... (devamını kitap çıktığında okursun)


Çilingir Bayram'ın oğlu Camcı Habib.

31 Ekim 2016 Pazartesi

Çıkmaz sokak

Bugün, her şeyi düzeltebileceklerine inanarak uyandı kadın. O nedenle balkona hazırladı kahvaltıyı. Çünkü bir zamanlar, yani mutluyken, sırf yıldızları sevdiği için on birinci katı tutmuştu adam, kendini yakın hissetsin diye. Bunu düşünüp elinde kalan son inancıyla mutlu olmaya çalışıyordu.

Belki de geçmişdeki mutluluklar, şu anda ayakta tutuyordu onu.

Bir yandan kahvaltı masasını, gelin arabası edasıyla süslüyor, diğer yandan da Yeşilçam'ın aşk filmi jenerikleri gibi şakıyordu. Mutlu olmalıydı, çünkü "Yeni yıla nasıl girersen tüm yıl öyle geçer" batılına bile inanıyordu.

Ancak uyandırmaya gittiğinde, bir türlü alışamadığı o aynı soğukluk yansıyordu adamdan. Bu kez tutamadı kendini ve

"Sen, benim çıkmaz sokağımsın! Lütfen anla artık." diye haykırdı.

Adam, yine umursamaz bir tavırla,

"Bir kitapta okumuştum; çıkmaz sokaktan kurtulmanın tek yolu, ters yöne ilerlemekmiş" dedi, aynı soğukluğuyla.

Bu kez hiç cevap vermedi kadın, sadece ardına döndü ve çıktı odadan. Aradan on dakika geçti. Tam on dakikalık hareketsizlikten sonra, çıktı odadan, adam. Evde ölü sessizliği vardı. Nereye baksa, neye dokunsa ölüm kokuyordu. Çıplak ayaklarla balkona ilerledi. Sanki komut verilmişçesine. Çift kişilik kahvaltı masasını süzdü. Kendisi için yapılan onca emeği seyrederken boş tabakdaki kağıda takıldı gözleri. İstemsizce aldı eline. Çok ağır hareketlerle açtı dörde katlanmış kağıdı:

"Çıkmaz sokak hayatsa, ters yönü ölümdür. Umarım cehennem vardır, çünkü çok üşüyorum. Hoşça kal..."

Dörde katlanmış kağıdı okuduktan sonra buruşturup balkondan fırlattı adam. Bakmadı bile aşağıya. Bir bardak çay koydu kendine. Sonra dolu tabağın olduğu taraftaki sandalyeye oturup kahvaltısını yaptı. Tabağını ve çayını bitirdi. Doygunluk hissine kapılınca da, masayı öylece bırakıp çıkıp gitti, önce balkondan, sonra da evden...



Saklandığı yerden çıktı kadın, "Ruhsuz orospu çocuğu!" dedi, masayı toplarken...

Adamın "Bir kitapta okumuştum" dediği kitap da, John Verdon'ınmış.


İmza: alt komşu.

2 Ekim 2016 Pazar

Bir de şey var abi

Konuşmaya başlamak ayrı, devam etmek daha ayrı, hele bitirmeye çalışmak apayrı bir durum be abi. Çünkü buraya gelene kadar aklımda o kadar çok şey oluyo ki, unutma korkusu bile unutmamı sağlıyor. Özellikle de "Bir de şey var abi" dedikten sonra gelen yutkunamamak hissi öldürüyor beni.

Yani abi, senin zamanında radyonun içini açıp insan arayan arkadaşların vardı. Büyüdü mü onlar? Bazen görüyorum onları da, çok mutlular be abi. Ben de seni hep gülerken hatırlıyorum.

Geçen sünnetinden kalan cd'leri bilgisayara takıp sarılırken neyi fark ettim, biliyo musun abi? Yalnızlık her şeyi yaptırırmış insana. Ama her şeyi. Şimdi hak veriyorum onlara.

Hani Tyler, "Yumurtayı kırmadan omlet yapamazsın" diyo ya abi, radyoyu kırmadan da yalnız olduğunu anlayamıyorsun. Ama anlaman zaman alıyo.

Beni bırakırsan böyle konuşurum abi. Ama dinlemesen de kal yanımda, niye biliyon mu; deli sanmasınlar diye.

Hatırlıyo musun, tahtadan silah yapıp birbirimizi vururduk? Vuran kişi ağzıyla "Dıkşın" der, diğerimiz de Cüneyt Arkın gibi vurulma rolü yapardı. Ben aslında gerçekten ölüyorum, biliyo musun abi? Hem de Cüneyt Arkın... yok yok Yılmaz Güney gibi fiyakalı ha. Ama bu sefer hayat "Dıkşın" dedi be abi.

Affet be abi. Müjde vermeye geldim, neler anlattım, yine başını şişirdim. Ha bak, söylemeyi unuttum, heyecanlanınca kekelemiyorum artık.

Hiç öyle "Geç oldu, git" falan deme. Gizli gizli gelmedim bu sefer yanına. Anneme söyledim de geldim.

"Bir de şey var abi." Beş yıl geçmiş...


"Bir de şey var abi."

Yutkunabilsem hızlı söylecektim, olmadı yine. Oysa ne çok prova yapmıştım evde...


Şey abi, aynı hastalığı taşıyomuşuz. Doktor, babama söylerken duydum.  


Bir de abi... Seninle aynı yere gömebilirlermiş beni. Hani beş seneyi geçmiş ya. Artık hiç ayrılmayacağız..

Değil mi abi?


Mesut Cihan Demirel

27 Ağustos 2016 Cumartesi

Yoruluyorum

Merhabalar.

Bizim evin hemen aşağısında yıpranmış bir durak var. Canım sıkılınca oraya gider otururum, çünkü hiç kalabalık olmaz. Karşısında da harabeye dönmüş, ağzına kadar tıka basa doldurulmuş baya büyük çöp konteyneri var. Nedenini bilmiyorum, ancak akrabam gibidir kendisi. Bazen içindeki fazlalıkları çıkarıp dibine bırakırım. Buna bir anlam veremesem de hep tekrarlarım. Hani yaşattığını yaşamadan ölmez ya insan, bir gün, ya da bazen bana da böyle yapan, yani içimdekileri hafifletecek biri olsa diyedir belki. Bilmiyorum.


Durağın arkasında kocaman park var. Hatta durak ile park bitişiktir. Parkta çokça bank olsa da ben, parktaki banklar yerine genelde gider durakta otururum. Çünkü zamanın cidden su gibi akıp gittiğini sadece yarım saatte bir gelen otobüsten anlıyorum. İki seferde akşam oluyor sanki.


Bugün yine oturuyorum durakta. Telefonumda da o sıra Grup Yorum'un "Bu Kente Yalnızlık Çöktüğü Zaman" parçası çalıyo. Yaşça büyük bir adam geldi. Müziğin sesini kısmadım. Zaten adam da eşlik ederek dinledi, dinlerken de cebinden kaçak sigarasından bir dal  çıkarıp içti. Parça o kadar uzunmuş ki, ikinciyi yaktı. Üç fırt çekmeden otobüs göründü ufukta. (Yaklaşık 200 m.) Sonra otobüs iyice yaklaşımca, bizimki telaşla çekmeye başladı sigarayı. Korku anındaki nefes alışverişi gibi.


Neyse, abimiz, otobüsün fren yapıp yavaşlamasıyla önce cebinden başkasına ait olan indirimli kartı çıkardı, sonra da bana dönüp, "Teröristleri dinleme gardaş" dedi. Diğer taraftan da ağzındaki kaçak sigarayı, durağın demirinde söndürmeye çalışıp durağın arkasındaki parka fırlattı...

Konuşacak, kıyas edecek o kadar çok cümlem varken sustum. Otobüs gözden kaybolunca da doğrulup eve geldim.

İşte bu kadar.


Mesut Cihan Demirel.

16 Ağustos 2016 Salı

Hazır duvar demişken

Merhaba moruk.

Kurgu sever misin, bilmiyorum ama bunu senle paylaşmak istedim. Uzun zamandır yazmıyodum, iyi geldi...


Kendimi bildim bileli bu tuvaletteyim. Pislik temizliyorum. Sabah namazından yarım saat önce açıyorum, yatsı namazından sonra kapatıyorum. Camiye çok yakı. Bir kere zorla babam Kur'an kursuna yolladı, mesafeyi oradan biliyorum. Dindar değilim, hiç de olmadım. Bir keresinde Yakub ibnesi, sırf ona gülüyorum diye tokat atmıştı bana. O günden beri gitmiyorum. Geçen cuma öldü, cenazesine katıldım, başka bir imam, "Hakkınızı helal ediyor musunuz?" diye sordu üç kere, üçünde de helal ettim. Sırf mahşerde karşılaşmayalım diye.

Hazır mahşer demişken...

Çekmecede çakmağımı buldum da, o yüzden aklıma Baturay geldi. Günahını aldım bugün, ama bu vesileyle de sigara içmedim. Bir nevi sevaba girdi sayılır. İnşallah o beni duyar da hakkını helal etmez. Sevmediğinden değil ha, mahşerde bulamazsam diye çok korkuyorum. Kocaman yer, kim kime dum duma.

Boktan bir yerdeyim demiştim ya, ya da tuvalet, neyse işte. İnsanın içi dışı bir olduğunu pislik temizlerken anladım. Burada başıma gelen tek güzel şey, frekansını zor tutturduğum radyoda çalan Neşet Ertaş'ın "Ah yalan dünya" türküsüydü. Onun da yarısını önümde durup adres soran tır şoförü yüzünden dinleyemedim zaten. Hayat işte.

Hazır tır demişken...


Baturay, hiç otobüse binmezdi. Evi ile okul arasında yaklaşık 3 km yol vardı ama o hep yürürdü. Çarşıda buluşurmak için sözleşirdik, gene yürürdü. Hep yürürdü.

Bizim burada, merkezde Kongre Müzesi var. Müzenin yanında da kocaman Atatürk heykeli. İşaret parmağıyla yeri gösterir. Bunu ilk Baturay fark etmişti. Hem de kafası güzelken.

Hep orada buluşurduk. Çünkü Baturay, kafası güzelken o heykele bakıp, "Atatürk, resmen buraya gelin diyor lan" demişti ve Sonra da dönüp şöyle eklemişti; "Ata'mın işaret ettiği yerde buluşalım."

O günden sonra hep orada buluştuk. Bazen Baturay'ı orada sızarken bulurduk.

Bir Songül'ü severdi, bir de Galatasaray'ı. Ama ne Songül'ü Galatasaray gibi severdi, ne de Galatasaray'ı Songül gibi.

Zaten uyuşturucuya da ilkokul beşinci sınıfta başlamıştı. Songül'ü unutmak için. Ya da Ersin'in elini tutmasını unutmak için. Ama muhakkak unutmak için.

Bally çekerken, "niye yürüyorum biliyor musun?" diye sormuştu. Daha cevap bile vermeden "çünkü" demişti, "bir gün böyle yolda yürürken lüks bi' araba yanımda duracak, içinden çok zengin, zengin olduğu kadar yaşlı ve çirkin götleğin teki çıkıp hayatımı değiştirecek gibi boktan bi' umudum var. Belki saçma ama cidden en büyük umudum bu. Zenginler zor ölür biliyorum, o yüzden tedavisi imkansız olan hastalığa yakalanan bi' orospu çocuğunun dünyadaki son çılgınlığı olma hayalim var anlayacağın. O yüzden yürüyorum." Ben de önce içimden, "zenginler, imkansıza inanmaz amına koyim" ardından da dışımdan "zengin olup beni unutma ha" demiştim.

Sonraları ben de yürüdüm. İnanmıyordum ama istemsizce yürüdüm. Hep yürüdüm. Hâlâ da yürüyorum.

Neden mi?

Çünkü o konuşmadan üç ay sonra yani dün, bir tırın altında kalmış Baturay. Hayali gerçekleşemeden öldü gitti. Ben devraldım görevi. Çünkü düşündüm de, benim de bu dünyada başıma gelmesini bekleyecek daha iyi bir umudum yoktu.


Hazır umut demişken...

Songül'ün düğünü varmış haftaya. Varmış, diyorum çünkü davetiyesi gelmiş. Cenazeye gitmeden önce eve uğramıştım, o arada gördüm. İşin tuhafı ne biliyor musun kuzen, gözlerim sadece "Ersin&Songül" ibaresini aradı istemsizce, fakat yazmıyordu. Yoksa içer içer gidip düğünlerini basar "ulan iki gün yas tutun orospu çocukları" derdim. Olmadı.

Çünkü Baturay'ın öldüğünü de Songül'den öğrenmiştim. Belki ikisi de vicdan yapar diye düşündüm. Çünkü Ersin ibnesi, bile bile Songül'le takılmıştı. On bir yaşından beri de başkasını sevememişti Baturay. Nasıl sevsin ki?

Dün "Baturay'a vuran tır şoförü, Songül'den vicdanlıymış, sanki gerçeği biliyormuş gibi onu aramış" demiştim, tabii gerçeği sonra öğrenmiştim.

Bizim Batu, hiç telefon şifresi koymazdı. Gerçi numara da kaydetmezdi. Çünkü ezbere bilirdi herkesi. Bir tek Songül'ü kaydetmiş, hem de "Acil" diye. Çünkü onu unutmaya çalışırken aklında tutamazdı. Haklı da.

Kazadan sonra aramışlar Songül'ü, o göt de beni aradı, baya saydı sövdü. Hiç sesimi çıkarmadım. Diyeceğini deyip kapattı yüzüme zaten. Sonra aradım Batu'yu, öldü dediler. Bugün gömdük işte...

Ben mi?

Cenazeden beri yürüyorum. Kime sorsam çakmak yok. İçimden "Hepiniz mi Yeşilay'cı oldunuz a ibneler" diyorum. "Ulan Baturay, ölmenin sırası mıydı, çakmağım sende kaldı..." diye hayıflanırken yine bu boktan yere geldim, ya da tuvalet, neyse işte.

Hazır Baturay demişken...

Demin paspas atarken aklıma takıldı moruk, şimdi bu Songül, harbi nasıl unutacak ulan Baturay'ı?

Neyse ya, her tarafı bok götürüyor zaten, az laf, çok iş. Müşteri gelmeden temizleyeyim şurayı. Ulan Bünyamin, temizlemekle biter mi dünyanın boku?



Hazır bok demişken... nasılsınız?


Mesut Cihan Demirel.