31 Ekim 2016 Pazartesi

Çıkmaz sokak

Bugün, her şeyi düzeltebileceklerine inanarak uyandı kadın. O nedenle balkona hazırladı kahvaltıyı. Çünkü bir zamanlar, yani mutluyken, sırf yıldızları sevdiği için on birinci katı tutmuştu adam, kendini yakın hissetsin diye. Bunu düşünüp elinde kalan son inancıyla mutlu olmaya çalışıyordu.

Belki de geçmişdeki mutluluklar, şu anda ayakta tutuyordu onu.

Bir yandan kahvaltı masasını, gelin arabası edasıyla süslüyor, diğer yandan da Yeşilçam'ın aşk filmi jenerikleri gibi şakıyordu. Mutlu olmalıydı, çünkü "Yeni yıla nasıl girersen tüm yıl öyle geçer" batılına bile inanıyordu.

Ancak uyandırmaya gittiğinde, bir türlü alışamadığı o aynı soğukluk yansıyordu adamdan. Bu kez tutamadı kendini ve

"Sen, benim çıkmaz sokağımsın! Lütfen anla artık." diye haykırdı.

Adam, yine umursamaz bir tavırla,

"Bir kitapta okumuştum; çıkmaz sokaktan kurtulmanın tek yolu, ters yöne ilerlemekmiş" dedi, aynı soğukluğuyla.

Bu kez hiç cevap vermedi kadın, sadece ardına döndü ve çıktı odadan. Aradan on dakika geçti. Tam on dakikalık hareketsizlikten sonra, çıktı odadan, adam. Evde ölü sessizliği vardı. Nereye baksa, neye dokunsa ölüm kokuyordu. Çıplak ayaklarla balkona ilerledi. Sanki komut verilmişçesine. Çift kişilik kahvaltı masasını süzdü. Kendisi için yapılan onca emeği seyrederken boş tabakdaki kağıda takıldı gözleri. İstemsizce aldı eline. Çok ağır hareketlerle açtı dörde katlanmış kağıdı:

"Çıkmaz sokak hayatsa, ters yönü ölümdür. Umarım cehennem vardır, çünkü çok üşüyorum. Hoşça kal..."

Dörde katlanmış kağıdı okuduktan sonra buruşturup balkondan fırlattı adam. Bakmadı bile aşağıya. Bir bardak çay koydu kendine. Sonra dolu tabağın olduğu taraftaki sandalyeye oturup kahvaltısını yaptı. Tabağını ve çayını bitirdi. Doygunluk hissine kapılınca da, masayı öylece bırakıp çıkıp gitti, önce balkondan, sonra da evden...



Saklandığı yerden çıktı kadın, "Ruhsuz orospu çocuğu!" dedi, masayı toplarken...

Adamın "Bir kitapta okumuştum" dediği kitap da, John Verdon'ınmış.


İmza: alt komşu.

2 Ekim 2016 Pazar

Bir de şey var abi

Konuşmaya başlamak ayrı, devam etmek daha ayrı, hele bitirmeye çalışmak apayrı bir durum be abi. Çünkü buraya gelene kadar aklımda o kadar çok şey oluyo ki, unutma korkusu bile unutmamı sağlıyor. Özellikle de "Bir de şey var abi" dedikten sonra gelen yutkunamamak hissi öldürüyor beni.

Yani abi, senin zamanında radyonun içini açıp insan arayan arkadaşların vardı. Büyüdü mü onlar? Bazen görüyorum onları da, çok mutlular be abi. Ben de seni hep gülerken hatırlıyorum.

Geçen sünnetinden kalan cd'leri bilgisayara takıp sarılırken neyi fark ettim, biliyo musun abi? Yalnızlık her şeyi yaptırırmış insana. Ama her şeyi. Şimdi hak veriyorum onlara.

Hani Tyler, "Yumurtayı kırmadan omlet yapamazsın" diyo ya abi, radyoyu kırmadan da yalnız olduğunu anlayamıyorsun. Ama anlaman zaman alıyo.

Beni bırakırsan böyle konuşurum abi. Ama dinlemesen de kal yanımda, niye biliyon mu; deli sanmasınlar diye.

Hatırlıyo musun, tahtadan silah yapıp birbirimizi vururduk? Vuran kişi ağzıyla "Dıkşın" der, diğerimiz de Cüneyt Arkın gibi vurulma rolü yapardı. Ben aslında gerçekten ölüyorum, biliyo musun abi? Hem de Cüneyt Arkın... yok yok Yılmaz Güney gibi fiyakalı ha. Ama bu sefer hayat "Dıkşın" dedi be abi.

Affet be abi. Müjde vermeye geldim, neler anlattım, yine başını şişirdim. Ha bak, söylemeyi unuttum, heyecanlanınca kekelemiyorum artık.

Hiç öyle "Geç oldu, git" falan deme. Gizli gizli gelmedim bu sefer yanına. Anneme söyledim de geldim.

"Bir de şey var abi." Beş yıl geçmiş...


"Bir de şey var abi."

Yutkunabilsem hızlı söylecektim, olmadı yine. Oysa ne çok prova yapmıştım evde...


Şey abi, aynı hastalığı taşıyomuşuz. Doktor, babama söylerken duydum.  


Bir de abi... Seninle aynı yere gömebilirlermiş beni. Hani beş seneyi geçmiş ya. Artık hiç ayrılmayacağız..

Değil mi abi?


Mesut Cihan Demirel