29 Mayıs 2016 Pazar

Telefon Rehberi

Merhaba kuzen.


Herkesin elinde o çağa uygun cep telefonu var değil mi? Yani şu an kimse 3310 kullanmıyordur herhalde. En azından bunu okuyanların hiçbirinde o telefon yoktur diye düşünüyorum. Her neyse. Bu cep telefonları ilk çıktığı zamanlarda babam, 3510 almıştı kendine. Polifonik müziğe ilk geçiş zamanları desek daha iyi olur. Öyle bir şeydi ki bu telefon, renksiz ekran ama gerçeğe yakın ses çalıyordu. Ancak elle müzik yapamadığım için hiç haz etmemiştim.

Bende o zamanlar 3310 vardı aslanlar gibi. Elle melodi kodu yapabiliyordum ve bunu yapabilmek beni süper kahraman hissiyatıyla bütünleştiriyordu. Ehehe. İlk yaptığım müzik de Tarkan'ın Dudu şarksıydı. O dıt dıt sesiyle Kuzu Kuzu'yu dinlemek inanılmaz mutlu ediyordu beni. Çok saçma geldi değil mi?

Nostaljin bittiyse konuya giriyorum...

Çağ ne olursa olsun, o amına koyduğumun telefonunda numaraları kaydettiğin "Rehber" yeri var ya, orası hiç değişmiyor moruk. Yeni yeni sikimsonik ek zımbırtılar da konulsa da hâlâ aynı yani.
(bkz. Arayan kişinin fotoğrafı. Çok gerekli ya amına koyim.)


Belki aynı şeyleri yaşamışızdır bilmiyorum ama kendim için konuşuyorum, o telefon rehberinde öyle çok şey kaydetmişim ki, düşündükçe moralim bozuluyor.

İlk başlarda herkes herkesi kaydediyordu. Yanından geçse sadece selam verecek kadar muhabbeti olanlardan, aynı ortamda bir defa bulunacak samimiyete kadar hemen hemen herkes kaydediyordu numaralarını. 

Sonraları bu durum "hafıza doldu" uyarısı vermeye başlayınca, insanlar, artık sadece işine yarayanları kaydetmeye başladı ve vermediler numaralarını öyle hemen. Hâlâ da vardır öyleleri. Gerçi şu anda numarayı kim siker, anasının amı gibi uygulama yüklendi.

Ama bu telefon rehberi çok farklıdır. Atasıdır tüm sohbet uygulamalarının. Ecdada saygı eheh.

Ciddi olalım.

Bir zaman sonra telefon rehberin öyle bir hâl alıyor ki kuzen, içinde öyle numaralar, öyle insanlar oluyor ki sorma gitsin. (Sor yine de.)

Arada bir telefon rehberine girip parmağını üzerinde gezdirirken arayamasan da kayıtlı olan numaraları görünce hafif göt olmuyo değilsin. Çünkü rehberinin büyük bir kısmını arasan da açılmayacak, arasa da açamayacağın, ulaşamasan da silemeyeceğin, ararsa ayıp olmasın diye düşünüp zoraki duran numaralar oluşturacak. Bu çok kötü lan. Daha kötüsü var, "hafıza dolu" uyarsı verse de, ezberinde olan numaraları sileceksin, yine de bunlara dokunamayacaksın. Hattın değişse bile ilk onları kaydedeceksin.

Ama kayıt yeri telefon olmayacak asla. SIM kart olacak. Çünkü telefonun bozulma ihtimali var. Hani o "yha telefon değiştim, tüm numaralar gitti" diyen orospu çocukları var ya, o ihtimali bile düşünürsün, iyi tanırsın hatta onları. (ayna kadar yakındır)

En sonunda da telefon rehberin, herkesin birbirini tanıyıp sevdiği mahalleden, kimsenin birbirini tanımadığı (tanımazdan geldiği) ama herkesin birbirine yalandan selam vermesi gerektiği yapmacık apartman sakinlerine dönüyor anasını satayım.


Mesut Cihan Demirel.

23 Mayıs 2016 Pazartesi

Yarıda kesilen yazı

Şu an ölse, gidip cehennemin kapısının dibine oturup açılmasını bekleyecek derece umutsuz birinin yazdıklarını okuyosun. Varsa iki dal sigaran otur da bitirene kadar içimi dökeyim sana.

Merhaba.

Her şeyden önce bilmeni isterim ki, benim ağzım biraz bozuk, ona göre okumaya devam et. "Etme" dediğini duyar gibiyim, babaannem de aynını diyordu dedeme. Hatta bir arkadaşım, "İnsanlara küfretmek yerine neden Allah'a havale etmiyorsun?" diye sormuştu. "Çünkü" demiştim, "Allah'ı olana küfür etmiyorum."

Ama inan, şu anasını siktiğimin dünyasında konuşacak bir tane insan evladı bulsaydım, ne ilaçlara sığınırdım, ne de duvarların ardına saklanırdım.

Neyse konuya girelim. Tecrübe; "şimdi yaptıkların, ileride saçma gelir, hatta gülersin" der. Ama komik olan şudur; daha saçmalarını, büyüdükçe bile bile yaparsın. İnsansın, anla.

Yaşadıkça büyür, kazık yedikçe olgunlaşır ve hata yaptıkça tecrübe kazanırsın. Mecbursun moruk. Çünkü insan, doğuştan defoludur. Fark et...

Büyümek, olgunlaşmak ve tecrübe arasında sadece güven farkı vardır.

Yani anlayacağın, büyüdükçe her şeyin anlamının 
değişmesine "olgunlaşmak", olgunlaşmanın ifade biçimine de "tecrübe" denir.

Büyüdükçe, olgunlaştıkça ve tecrübe kazandıkça güveninden harcayacayacaksın. Çünkü hayatın ödeme biçimi, güvendir.


Buraya kadar anladık mı?
Anlamadık. Böyle sorunca aklıma ilkokuldaki matematik öğretmenim geldi. "Anlamayan var mı?" diye sorardı, hiç parmak kalkmayınca bu kez de "anlayan var mı?" şeklinde sorardı. Tabii yine sadece sınıftaki çalışkan olarak görülen fakat orijininde geri zekalı olanlar parmak kaldırırdı. Neyse. Herkesin en az bir kere kazık attığı olmuştur hayatında. İnkâr etme, ananı sikerim senin. Buna rağmen dürüstlük palavraları atar.


Peki, nedir dürüstlük?
Dürüstlük, yaptığın iyilikleri dillendirmek değildir. Kötü olduğunu bilip kabullenmek de değildir. Laf olsun diye insan içinde "hata bende" demek ama aslında prim kasmak hiç değildir. Asıl dürüstlük, yaptığın kötülüğün bile ardında olmaktır moruk. Yani dürüstlük kadar orospu çocuğu bir kelime yoktur. Çünkü ne kadar dürüst olursan, o kadar çok nefret edenin olur.

Neyse, sikerim, devam edemedim. O kadar hevesle başladım ki yazmaya, Nursen, yazdığı son şiiri atınca yazasım kaçtı. "Öyle bir şiir yazmış ki kuzen yeni kitaba, gözünüzün önünde ananıza tecavüz etseler böyle acıtmaz amına koyim." dedim.


Mesut Cihan Demirel.

19 Mayıs 2016 Perşembe

Atın intikamı

Merhaba.

Yine eski ve kısa bir anıyla karışık kusacam moruk. Elimi tut.

Dedem, çiftçi olduğu için büyük baş hayvanı çoktu. Gerçi T.C.D.D.'nda emekli olduktan sonra başlamıştı çiftçiliğe. Neyse. Daha yaşım dokuz. Gözlerimin önünde atımızı vurmuştu dedem. Çok ağlamıştım. Çünkü ilk defa ölümle tanışmıştım.

Dedem, çok soğuk kanlı adamdı. Kolu kopsa gülümserdi. Atı vurduktan sonra etkilendiğimi görünce de "bir gün herkes terk edecek seni, bunun en dürüst şekli ölüm olacak" demişti. Kızmıştım. Çok kızmıştım. Çünkü gözümün önünde atımızı vurmuştu. Yaklaşık dokuz yaşından on yedi yaşına kadar dedemin cani olduğunu düşünüyordum.

İçimde sıkışıp kalan o anı tam on yedi yaşında sordum dedeme. Yine böyle mayıs ayındaydık ve tam on dokuzuydu. "Neden öldürdün dede?" diye sorduğumda da hiç tereddüt etmedi "acı çekiyordu evladım" derken. Bu cevaptan sonra artık emindim cani olduğuna. "Ulan acı çekiyor diye öldürür mü?" şeklinde iç çekmiştim.


O günden sonra hep dedemin acı çekeceği anı kolladım moruk. Ama bu dedem, hiç acı çektiğini belli etmedi kuzen. Kısmi felç oldu, kanser oldu, organlarını söktüler, yirmi dört yaşındaki evladını ve seksen yaşındaki karısını aynı mezara koydular yine de acısını belli etmedi. Hayatımdaki en güçlü karakterdi. Bu nefret bir anda hayranlığa dönüşmüştü amına koyim. Peki, onu güçlü yapan neydi biliyo musun? Evet, kötü şeylerin olabileceğine inanmamasıydı onu güçlü yapan. Bunu da babaannemi mezara koyduktan sonra bana boş boş bakıp "neneni çıkarsana oğlum oradan, çay falan yapsın, misafir var baksana" diye çıkıştığında anladım. O an neyi düşündüm biliyo musun? Onun ata yaptığının aynısını ona yapmayı.

Olmadı.


Babaannemden ortalama 6 ay sonra dedem de öldü. Ama kızgınlığım ölmemişti. Sonra n'oldu biliyo musun moruk? Gözümün önünde öyle şeyler öldürüldü ki, yıllarca dedeme haksızlık ettim diye dönüp bu sefer de kendime kızdım...

Bu kadar.


Mesut Cihan Demirel.