20 Nisan 2016 Çarşamba

Çılgın Bediş ve Nuriye (Vol: 1)

Merhaba gadasını aldığım. Birazdan aşağıda okuyacağın olay ve olay kahramanları keşeke tamamen hayal ürünü olsaydı lan...




İlkokula giderken Nuriye diye bir kıza aşıktım. Ama sadece uzaktan seyrederdim moruk. Kızla bırak konuşmayı göz kontağı bile kuramazdım. Bakınca kızarır hemen tuvalete koşar ve yüzümü yıkardım. Çünkü çift haneli yaşların başındayken saçma sapan şeyleri birbirine benzetip çıkış yoluna aynı şekilde gitmeye çalışabilirsiniz. Ha işte o anlarda da yüzümü yıkamamın sebebi, annemin ateşi söndürmek için su kullanmasıydı. Yanan veya kızaran bölgeye soğuk su tamponlamak gerekiyor gibiydi benim için. Hani her pisliği temizlemede sarı bez kullanmak gibi düşün. Ama yüzümdeki kızarıklık gitmiyordu. Ne kadar sövmüştüm aynaya bakıp. Başaramayacağımı anlayınca da kafamı deve kuşu gibi eğip öyle girerdim sınıfa. Kafam önde yürümeye o zamanlarda alıştım lan galiba.

Neyse moruk, ben bir gün bu kızla konuşmaya karar verdim. Tabii önce evde deneme de yapıyorum kendimce. Aynaya bakıp sanki karşımda Nuriye varmışcasına hayal edip kendi kendime konuşuyorum. Fakat hayal ürünü olmasına rağmen kendimden bile utanıyorum amına koyim. Bir iki denemeden sonra kendime o büyülü sözü söyledim ve öptüm kendimi aynada. Ulan aynada yanağımı denk getirmeye çalışırken biri görse engelli zannederdi yemin ederim. Ehehe.

N'oldu peki?
Evdeki hesap çarşıya uymadı. Kızı görünce elim ayağıma dolaştı. Taktik değiştirip tam bir ay ters yönde yanından geçmeye çalıştım. Olmadı. Sanki sırat kötüsünden geçiyorum da kız dönüp "naber?" dese aklım çıkacak, ayağım kayıp cehenneme düşecektim.

Neyse uzatmıyım.
Bir arkadaşım, Nuriye'den hoşlandığını anlattı bana. Pür dikkat dinledim aşık olduğum kızdan hoşlanan arkadaşımı. Böyle Hemşo filminde kan davalısına kan veren Okan Bayülgen edasıyla dinledim moruk bildiğin. Allah'tan o da korkak çıktı da konuşamadı. Tabii çok fazla dayanamayıp "eve gideyim, babam kızmasın" gibi saçma bir bahaneyle uzaklaştım yanından. Eve gidene kadar da dudaklarımı yedim, yumruklarımı sıktım, arada koştum falan. Sonra da düşündüm. Yarın ilk iş gidip "Nuriye'den ben de hoşlanıyorum diyecem" dedim kendime. Hemen ardından da "ulan adam demeyecek mi, önce ben hoşlandım, sen arkadaşının hoşlandığı kıza nasıl aşık oluyon göt?" denklemini düşündüm. Denklem, diyorum çünkü sokakta bazı kurallar vardır ve bu kurallar Anayasa gibidir. İlk üç maddesi değişmez. Bunlardan biri de "bir kıza ilk kim aşık olursa, onundur. Bitti." Ya da "arkadaşının manitasıyla çıkamazsın." Biliyorum saçma ama doğru bir cümlesi yok bunun.

Eve geldim. O zamanlar Show Tv'de Çılgın Bediş dizisi vardı. Dizide Savaş Bediş'e, Bediş de Oktay'a aşıktı. Ulan eve geldiğimde kendimi Savaş gibi hissediyordum. Ama ben, daha sikindirik bir haldeydim, çünkü artık Nuriye ile konuşma fırsatım yoktu. Zaten kendimi zar zor ikna etmiştim, ama geri dönüş ilerlemekten daha çok koyuyordu, ilerlemek imkansız, hatta kanamalı olsa bile. Neyse konuyu dağıtmıyım, bu Savaş piçi öyle ulvi bir şey yaptı ki, resmen içime su serpti. O yüzümün kızarıklığını alamayan somut suyun üvey kardeşi (soyut olanı yani), şimdi beni yangından kurtarmıştı.

Bu Savaş, kendini sevmeyen kız (Bediş) için gitti kızın sevdiği adamla (Oktay) arasını yaptı amına koyim. Bu olayı da sadece Bediş'in "alocummükücüm" dediği kankası biliyordu. Bu Mükü, "neden yaptın bunu?" diye sordu Savaş reyize. Savaş reyiz de dedi ki, "Sevmek, sevdiğini mutlu görmektir, o mutluluğun içinde kendi olmasa bile!"

Ben de duyunca bunu, hücum emri almış yeni çeri gibi atağa geçtim. Ertesi gün, o hoşlanan çocuğa gittim dedim ki "senin için Nuriye ile konuşabilirim" bebe hiç "yok, olmaz" demedi amına koyim. Ders çıkışında gidip Nuriye'ye söyledim hoşlandığını. Kız, önce hafiften gülümsedi, sonra da "bi' düşüneyim" dedi...




Şimdilik bu kadar.




Mesut Cihan Demirel.