20 Mart 2016 Pazar

Müslüm

Merhaba, henüz ölmeyenler.

Müslüm, her sabah saat altı otuzda kalkmak için saatini ayarlıyordu. Ancak yediden önce yatağından çıkamıyordu. Çıkınca da ilk önce tuvalete gidiyor sonra da banyoya gidip traş oluyordu. Alışkanlık gereği dişlerini fırçalasa da kahvaltı yapmaya bile vakit bulamadan çıkıyordu evinden. Çünkü 7:30'da servise binmesi gerekiyordu.

Akşam beşte mesaisini bitiren Müslüm, çarşıdan eve gelene kadar yüzlerce insan görse de hiçbirine bakmıyordu. Hatta bir dilencinin yanından geçerken "Allah rızası için..." cümlesini duyar duymaz, yanında arkadaşı da varsa "bu piçler, bir silkelensin var ya, senden benden zengin çıkar amına koyim" geyiğini yapardı hemen.

Yeri gelmişken, dinine de çok bağlı olan Müslüm, sırf müslümanlık propagandası yapan bir partiye oy verdiği için içi çok rahattı. Çünkü Allah korkusu olan bir kimse, insanları kandıramazdı ona göre. Dilenciler hariç. (Afrika, dahil mi?)

Not: takım elbise giyerseniz, karşınızdakini daha çabuk kandırabilirsiniz.

Günde sekiz saat çalışan Müslüm, eve geldiğinde çok yorgun olurdu. Yemeğini yer, inandığı kanalların haberlerini seyreder, karşıt görüşlü gruplara küfreder, sosyal hesaplarından duyarlı görünmek için uğraşır ve yatağına huzurla geçip uyurdu.

Günleri rutin ve monoton geçen Müslüm, on katlı apartmanın beşinci katındaki dairede kalıyordu. Bir haftasonu, kuryenin kapısını çalmasıyla sinir bir şekilde uyandı. İzin günlerinde erken kalkmak zulümdür çünkü. Kurye, "Belgin Durmaz, bu blokta mı kalıyor?" diye sordu. Müslüm, "bilmiyorum!" cevabını verdi sertçe. Kurye, olumsuz yanıtı alınca özür dileyip gitti.

Müslüm, bir gün işten eve geldiğinde apartman önüdeki kalabalığı gördü. Ne olduğunu sorduğunda, yan dairede kalan Belgin Durmaz'ın bir manyak tarafından bıçaklanarak öldürüldüğünü öğrendi.

Üzülmüş gibi yaparak kalabalıktan sıyrılıp evine girdi. Sosyal medya hesabından kadın cinayetine tepki göstermesi gerektiğini düşünüp "kadına şiddet uygulayanın anasını sikeyim!" tarzıda bir paylaşım yaptı.

Artık tüm tepkisini sosyal medyadan veren Müslüm, vicdanını böyle serinletiyordu ve çok rahat hissediyordu. Çünkü hiçbir şey yapmadan çok şey yapmış gibi görünüyordu. (Gizli forvet misin, Alex'in koşanı mısın; amın feryadı?)

....

Hikayeyi uzatacaktım da vazgeçtim moruk. Fakat anlatmak istediğim şeyin tek bir mesajı var. Sahte duyarlı olmak.

Birbirimizi hiç kandırmayalım kardeşim. Hepimizin ispatlamaya çalıştığı güzel, gizlemeye uğraştığı çirkin yüzü var çünkü. Şu güya hesaplı tarifeleri ballandıra ballandıra anlattıkları sim kart reklamlarını hatırlıyorsun değil mi? Ha işte o ıspatlamaya çalıştığın iyi yüzünü temsil ediyor. Gizlemeye uğraştığın kötü yüzünü de, aynı reklamdaki alttan hızlıca geçen küçücük yazılar temsil ediyor. Herkes onu görüyor ancak ispatlama derdine bakıyorlar. Gerçi sonradan anlıyorsun, faturana sapladıkları o küçük yazıların ne kadar önemli olduğunu.

Dışarı çıkarken telefonunun kulaklığını takıp müzik dinliyor musun?
"Evet, mi?"

Her neyse. Bu sosyal medyanın sana neyi dayattığını biliyor musun? Bir gün önce ölse umurunda olmayacak insanlar için gereğinden fazla duyarlı olmaya çalışmayı.

Peki, bu duyarlı olma çabası neye yol açar?
İspat etmek için yırtılırken gerçeği gözardı edersin. Yani olduğun gibi görünmek için değil de olmadığın gibi görünmek için uğraşırsın, rol yaparsın. Hatta öyle ki, yapay dünyada gerçek acı çekersin.

O nedenle, toplum baskısını sosyal medyada daha fazla hissedersin. Çünkü normalde arkadaş arasında çok küfür eden ortalama bir dalyarak, sosyal platformlarda küfrün ne olduğunu unutma derecesine gelebilir. Bu görünmez baskı, her dişiye sik kaldıran herifleri dindar yapar, feminist yapar, yeri gelir namus bekçisi bile yapar. Bir gün öncesinde anılarını anlatırken askerliğe söveni, bir anda gereğinden fazla vatansever yapar. Cebinde bıçak olmadan gezmeyeni delikanlı yapar. Hatta gazetenin sadece spor ve magazin bölümünü okuyanını kitap kurdu yapar. Listem uzar böyle...

Yapar yapmasına da, bunlardan haberi olmayan sen, bunları bildiğin anda aynı şeyleri yapma gereği duyarsın. Ama boş kuzen, vallah billah boş. İki geri zekalı övsün diye kendinden verme. Anasını sikeyim "ne geldiyse iyi niyetimden geldi" deyip, bunu bize inandırmaya çalışan sosyal medya kullanıcısının!

Düşünse oğlum, nene hatunu bir dakika. Kadın; senin "gerekirse ölürüm" deyip, kısa dönem askerlik için açıköğretimden sikindirik bir bölüm okumayı düşündüğün lakin en fazla tecilini bozdurabilmeni sağlayan bu vatanseverliğini ispat derdinin yanında, sadece bayrak için neler yapmış. Peki, bunu kendi mi dillendirdi? "Bakın bakın, vatan için oğlumu öldürüyorum" yaygarası mı yaptı? Geceleri tanımadığın kızlara "selam" yaz diye mi öldü ceddin, orospu çocuğu? Ananı sikerim, kendine gel!


Hâlâ anlamadıysan, topluma yaranmak uğruna gerçek düşüncelerini gizleme, diyorum. Çünkü hayatın boyunca kimseye yaranamazsın.

Çok uzattım.
Dur, bitiyor.

Duyarlı olmak ile suçluluk hissi arasındaki bu ince çizgiyi nasıl fark eder bizim Müslüm, biliyor musun; yan komşusunun derdini siklemeyen Müslüm'ün, ömründe bir kere bile görmediği, adını dahi bilmediği insanlar için yardım ve destek propagandası yaptığını idrak ettiğinde.

Bak kuzen, benim hayatımda öyle çok dert yandığım kimsem yok. Tamam, değer verdiğim ve sevdiğim insanlar var ama ne bileyim, konuşup içimi döktüğüm, yanında ağladığım... anla işte amına koyim. Bi' burası var işte rahatça döküldüğüm, içimden geldiği gibi yardırdığım, küfrettiğim falan. O yüzden eğer okuyosan, sana lisede az tokatını yemediğim Mehmet hocanın bana emanet ettiği güzel bir cümleyi söylemek istiyorum. Derdi ki, "bir şeyler olduğu için değişme, değiştiğin için bir şeyler olsun." Yani moruk, değişen değil değiştiren ol. Çünkü sadece zeki insanlar, bir toplumu değiştirebilir. Ha bir de "güven, facebook şifresini vermek değil" diyelerin amına koyim. Oh be. Heheheh.

Şimdi çıkar o kulaklığı da etrafına bak.

Anladın mı?


Mesut Cihan Demirel.

13 Mart 2016 Pazar

Tespit (Vol. 2)

Merhaba moruklar.

Bu yazıda, en az üç yıl önce bir yerlere yazdığım kısa aforizma ve tespitsel cümleleri paylaşacam. Boşluklu olsa da uyumlu şekilde yerleştirmeye çalışıp okumayı kolaylaştıracam...

Hayatın boks maçından tek farkı, yumruklarını görememendir.

Ve aynı hayat, sevdiklerine yumruk atar, ama yere yığılan yine sensindir.

Senin içinden ettiğin küfür, başkasına edilmiş en farklı evlenme teklifidir.

Güven, sevgiden daha büyüktür. Ama unutma, büyük yapıtların yıkımı daha kötüdür.

Tekrarı olup da tedavisi mümkün olmayan tek hastalık, kaybetmektir.

Kürtçe konuşana bölücü gözüyle bakarlar, İngilizceyi İngiliz gibi konuşmaya çalışana hayran kalırlar.

Türkçe konuştuğun halde seni anlamayanlar, yabancı şarkılarda gözyaşlarına hakim olamazlar.

Hitap şeklini unvanlar belirler, davranışı elbiseler.

İçine atmak ile içinden atmak arasındaki köprüye, intihar denir.

Kalp, sadece uyurken kırılmaz.

İnsan, düşünme yeteneğini sorunlarının bittiği yerde kaybeder.

Dünyada, Allah dışında herkes hesap sorar.

İnsan, sadece işinin düştüğüne peygamber gibi davranır.

Bu minvalde de, insanların işine yaradığı kadar değerlisindir.

Hiç kimse, korkan birinin aldığı nefes kadar içten olamaz.

Büyük bir felaketle tanışmadığın sürece hayatın ucuzluğunu kavrayamazsın.

İnsan; kendine değen şeyleri içine atar, ama içine attıkları birbirine asla değmez.


Tanrı kızı yarattı, Adem kadın yaptı. Ve ilk kan davası o gün başladı.

Allah inancının temelinde cehennem korkusu yatar. Ve cehenneme gitme korkusu, Allah inancını ikiye katlar.

Fakat ölüm korkusunun tesellisi inançlı olmaya çalışmaktır.

Dikkatli bakarsan, din için her şey yapılır, hatta insan bile öldürülür. Ancak Allah için hiçbir şey yapılmaz.

İlk icat, zamana aittir.

Geçmiş nekrofili, gelecek pedofilidir.

"Hoşça kal" veda değil, iki insanın birbirine aynı anda verdikleri kendilerinin ölüm haberidir.

Hayalleri olan, özgür değildir.

Kusur, kusur aramayla başlar.

O nedenle, ne söylediğinle değil ne olduğunla ilgilenirler.

Hep yapraklar dökülüp düşer ama ağaçlar öksüz kalır.

"İnsanları, sevdikleri öldürür" derler, ama yaralayanları görmezden gelirler.

Tanrı; hem dert koleksiyoncusudur, dua mezarlığında. Hem de inanç korkuluğudur, günah tarlasında.

Hayatına giren bazı insanların isimlerini unutabilmen için "Küfür günahtır" demişlerdir.

Her şeyin iyi başlayıp kötü bittiğini görünce "acaba" diyorsun, "Allah, dünya inşaatının usta başılığını şeytana mı yaptırdı?"

İnsanlar, ayıkken yalan, ayrılırken doğruyu, sarhoşken içine attıklarını söyler.

Evrim teorisinin kanıtlarından biri de, "tipe bak çay demle" deyip küçümsediğimiz çayın, şimdilerde çok değerli olmasıdır.

Küfür, bazı insanlara elbiselerinden daha çok yakışır. O nedenle ben, giderim küfrüm kalır. Dostların kulakları çınlasın. (Aşık Veysel'e öykündüm)

Kendini üzmekten vazgeç. Çünkü bunu yapmak için dostların var.

Bazı insanların (t)ek işi, yanındakileri satmaktır.

"Yalnızım" dediğinde değil, "yalnız değilsin" dediklerinde yalnız olduğunu anlarsın.

Peki, birini evinden aldırmak, kürtaj sayılır mı?

Sonuncu şakaydı.


Mesut Cihan Demirel.

10 Mart 2016 Perşembe

Harbi Kız'lı Kral FM anısı

Merhaba.

Moruk, başımdan geçen garip ve trajikomik bir anıyı seninle paylaşmak istiyorum.

Başlıyorum:


Eskiden otobüslerde genelde Kral FM'mi tercih ederdi şoförler. O yüzden gideceğin yere kadar arabesk dinlemekten tribe girer ve iner inmez de içme isteği duyardın.

Neyse baba, bir gün servisi kaçırmıştım ve belediye otobüsüyle işe gitmek zorunda kalmıştım. Yine Kral FM açıktı ve Vj de Harbi Kız'dı. Ben, otobüse binince en arka cam tarafını tercih ederim. O gün de alışkanlık gereği öyle yapmıştım. Ancak ne yazık ki, otobüsün hoparlör kısmı benim oturduğum koltuğun tam tavanındaydı.

Beşli koltuğun şoför tarafında ben vardım, kapı tarafından bana doğru olan üç koltukta yaşlı üç adam vardı. Bir sonraki durakta, benim sağımdaki boş koltuğa da bir üniversite öğrencisi oturdu.

Bu sırada da radyoda, Ahmet Kaya'nın Uğurlar Ola şarkısı çalmaya başladı. Ahmet Kaya, daha şarkıya girer girmez sağımdaki bebe, hemen küfür etmeye başladı.

Yok efendim Pkk'ya yazdığı şarkıya bak, gerillasına asker diyor falan diye bık bık söylenmeye başladı... çocuk sesini yükseltip girişmeye devam ederken, hızını alamayıp birden şoföre "şu vatan haininin şarkısını kapatsana kaptan, rahatsız oluyorum" diye seslendi. Şoför, hiç ikiletmeden değişti kanalı ve değiştiği kanalda ise bu sefer İbrahim Tatlıses çalıyordu. Bir an dönüp çocuğa baktım. Yüzünde, vatanı kurtarmanın vermiş olduğu haklı gurur vardı ona göre. Bunu da değişen şarkıya eşlik ederek perçinliyordu.

Derin bir nefes çekip çocuğa döndüm. Dedim ki, "kardeş, demin kapattırdığın Ahmet Kaya'nın bestelediği Cenk Marşı şiiri kime ait biliyor musun?" Çocuk, hiç tereddüt etmeden "kendi gibi vatan haini bir şerefsize aittir" diye çıkıştı. Ben belki anlar diye tekrar "eşele bir yerleri örten karı, ot değil onlar dedenin saçları... derken neyi kastetmiş olabilir ki?" dedim, daha yumuşak bir ifadeyle. Yine tereddütsüz şekilde "kardeş, sen de mi vatan hainisin amına koyim, anlamadım ki; bana onu mu savunuyon?" dedi.

Karşımda o kadar boş bir insan vardı ki, düşünsel bir cümle deseydim izahı veya geri toparlaması çok zor olurdu. O nedenle direkt sonuca yönelik bir hamle yapıp satrançta "şah!" anlamına gelen bir cümle kurmalıydım. Ses tonuma tebessüm cilalayıp "kardeşim" dedim, "bu şiir, istiklâl şairi Mehmet Akif Ersoy'a aittir. Kim için yazdığını da araştırırsın bi' zahmet."


Çocuk, donuk donuk yüzüme baktı. Bu arada da, İbrahim Tatlıses de yerin Mahsun Kırmızıgül'e bırakmış ve o da iç sesimi dışa yansıtır gibi otobüsün içine haykırıyordu "yoruldum artık..." diye.


Hayatın boyunca dünyanın hiçbir şifresini çözemeyeceksin, bunu biliyorsun. Hatta bildiğin şeyler, bilmediklerinin yanında görülmeyecek kadar az olacak. Ancak lütfen biraz objektif olmaya çalış. Doğruyu ve gerçeği kimin söylediğinden yola çıkarak arama. Çünkü doğru, hiç ummadığın birinin ağzından dökülebilir, bu gerçeği asla unutma. Ve ne olur, geçmişini, tarihini ve sana doğru diye dayatınlan her şeyi sorgula.

Neden araştırıp sorgulamalısın, biliyor musun? Bir örnekle anlatayım hemen. Bak kuzen, müslüman olan birine ejderhalara inanıp inanmadığını sorarsan, yüzde doksan inanmadığını söyler. Sonra da ona Araf suresinin 107'nci ayetinde ejderhadan bahsedildiğini söylersen, en mantıklı cevabı "Allah diyorsa vardır" olur. Ha işte, sırf bilmediğin her sorunun cevabına  köşeye sıkışıtığında aklına geldiğini ispatlar gibi "Allah" dememek için araştırıp sorgula.

Çünkü yalan söyleyerek, gerçek düşünceni gizleyerek, tepkiden korkarak, inanmadığın her şeyi sırf çoğunluk için kabullenerek, boyun eğerek, susarak, araştırmayarak ve düşünmeyerek çok uzun süre yaşayabilirsin. Ancak bu süre zarfında sadece nefes alırsın.

Ve Attila İlhan'ın, An gelir şiirinde dediği gibi "...pişman ölür"-sün; Edison gibi, Firavun kadar!

Anlıyor musun?


Mesut Cihan Demirel.

8 Mart 2016 Salı

Olmuyor

Merhaba kuzen.

Karşıma geç de iki rekat konuşalım be oğlum. Şimdi konuşalım dedim de olmuyor moruk. Ne kimseye anlatabiliyorum kafamda olup biteni, ne de yapabiliyorum içimde olup bitenlerin mantıklı açıklamasını. Bomboş bakıyorum sadece duvarlara, tavana veya tabana. Ama yine de yazayım da oku. Anlamasan da rol yap doktorlar gibi. "Hı hı Cihan, bana da oluyor arada..." da diyebilirsin hatta.

Neyse.

İnsan, anılarının play tuşuna hareket etmeyen objelere bakınca basıyor. Bunu doktora gide gele öğrendim lan.

Doktora gittiğim ilk gün, "delirdim" demiştim. O da gülüp, "bilinenin aksine kabulleniş, kurtuluşun sinyalidir" demişti. Her gittiğimde de, "deliyim doktor abi, koy bi' tanı da ona göre davranayım. En azından kurtulmak için çırpınırım, düşünerek değil" demeye devam ettim. Aldığım cevap hiç değişmedi...

Bugün hangi suçluya sorarsan sor suçunu önce inkâr eder. Alkol ölçülen promil zımbırtısına üfleyen bir sarhoş da alkol aldığını inkâr eder. Ve ne yazık ki, deli olan biri de deli olduğunu inkâr eder. Bu minvalde ilerlediğinde doktora gidip "deliyim la ben" demek, sadece teşhisi kolaylaştırır.

Bir eczacı, seni kapıda görür görmez, reçeteye bile bakmadan ilaçlarını hazırlıyorsa durumun çok kötü demektir kuzen.

O an göz göze gelmek nasıl duygu biliyor musun? Şöyle anlatmaya çalışayım; anneni veya babanı kaybettiğin gün kime haber vereceğini şaşırırsın ya, ha işte bir eline o anki duyguyu al, diğer eline de intihar etmeyi düşünürken iç güdüsel olarak yaptığın şeyler sonucunda birinden, "Allah uzun ve sağlıklı ömürler versin" cümlesini işittiğin anki duyguyu al ve ellerini sabunlar gibi karıştır. Tam da böyle!

Doktor, sana bakıp "anlat" derken o kadar rahat ki moruk. Elinde kalem, ilkokulda cinali diye çizdiğin şeyi sana ilaç ismi diye yapıştırabiliyor, ama cidden dinlemiyor.

Oysa ilk başlarda doktor, öyle anlamlı bakıyor ki seni dinlerken, içine attıklarının dibini ekmekle sıyırıp bir çocuğa "aç ağzını, bak uçak geliyor" der gibi yediresin geliyor. Öyle heyecan yapıyorsun.

Çünkü hiç kimse, seni daha önce gerçekten dinlememiş gibi hissediyorsun. Doktor, sadece dinliyor ve söz hakkı ona geldiğinde sadece senin sorunların için konuştuğunda, o ana kadar olan tüm konuşmalarının boşuna olduğunu hissediyorsun. Hatta konuştuğun herkesin, kendi dertlerini araya sıkıştırmak için rol yaptıklarını kavrıyorsun. Bunu da nasıl anlıyorsun, biliyor musun; aynı şeyleri, aynı tip doktorlara beş yıl boyunca anlatmaya çalışan hastalarla konuşunca ve onlardan biri olmaya başlayınca. Ve sonunda görüyorsun ki; seni dinlemek bir yana, duymuyor bile. İlaç listesini güncelliyor cümlen bitince. Bu yıkımın tarifi imkansız.

Hâl böyle olunca da, etrafında sana destek olan birileri varsa, birileri sürekli "yanındayım" cümlesini söylüyorsa ve o birileri bunu ispat etmeye çalışıyorsa, bil ki çıkarları senin yanında olması gerektiğini gösteriyordur fikrini benimsiyorsun. 

Kime güvenebilirsin ki artık?

Bak yemin ederim, şimdiki halimle insanlara güvenmemen konusunda bir sürü argüman söyleyebilirim sana. Fakat buna rağmen birilerine güvenmeye devam edersin. Her söylediğimi onaylayarak hem de. Çünkü mecbursun. Sadece sosyal platformlardaki hesaplarında "kimseye güvenmiyorum" diyebilirsin. Onu da düşen takipçi sayısından yola çıkarak bütün karşılıklı takip ettiklerinin profilini gezerek kanıtlarsın kendine.

Bizi bu hâle getiren dünyanın insanlarının da amın koyim!

Çok basit telkinler, tavsiyeler ve desteklerle ayakta durmaya çalışır insan. Ciddiyim bak. Aynı cümleyle hem yıkılan, hem de mutluluktan havaya uçan insanlar gördüm.
(Bkz. Ölüm haberi.)


Yine de, her ilaç reçetesi uzatıldığında "beynime deli gömleği giydirin!" dediğimi biliyorum yalvararak. Hatta doktor, bunu neden istediğimi sormuştu. Ben de, "çinlilerin bir sözü var, deli gömleği ütülenmezmiş, anladın mı?" cevabını vermiştim.

Kıyas yaparak vicdan rahatlatmayı sevmiyorum, ama "keşke aşk acısı çekseydim, bu nasıl paradoks amına koyim ya" şeklinde hayıflandığım gecelerim oldu.

Bir insan düşün kuzen. Eve gelince babasına, "her şey içimde kalıyor" diyor ve cevap olarak da "git sıç oğlum, tutma içinde" karşılığını alıyor. Sonra da "acaba neyi kastettiğini sorsam kızar mı?" şeklinde düşünürken, küçükken matematik ödevlerini anlamadığı için sorup azar işittiği zamana dönüp orada kalıyor. Devam edemiyor.

Olmuyor.

Yanlış bir şey yaptığında intihar rolü yaparak o yanlışı daha büyük bir yanlışla örtbas etmeye çalışan insanlara öykünüp, "İntihar edeyim de insanlar biraz olsun beni önemsesin" diye ucuz roller peşine düştüğüm bile oldu lan. Ama neyi fark ettim bu sayede biliyor musun?

Öldükten sonrasını düşünüyorsun amına koyim. Ama geride kalanların neler yapacağını ha, senin hangi cehennemde yanacağını değil.

Tetris oynarken en çok o uzun çubuğu beklersin ya, "gelsin de rahatlayayım, yer açılsın, zamanım ve puanım artsın" diye de düşünürsün hani. Ama hiç gelmez. Belli bir süre sonra da "L" bununla doldurmaya çalışırsın o boşluğu. Ha işte sen ölünce de aynısı olur. Geri dönsen de yerin dolmuştur artık. Bunu düşünüp ölmeden kahrolur, aldatılmış gibi davranırsın bir süre. Millet de ilaçların yanetkisine bağlar bu durumu. Bunu da bilirsin. Kahrolursun.

İnsanlarda görüp nefret ettiğim şeyleri birebir yaparak mutlu olmayı bile denedim, olmadı. Olmuyor moruk.

Sonra bir orospu çocuğu çıkar, "iman eksikliği" gibi yarak kürek cümle kurar, "din" der, "ahlâk" der, "Allah" der ve çıldırırsın. Sanki sorunun buymuş gibi.

Dikkatli bakarsan eğer din ve ahlâk kelimelerinden biri olumuzluk eki alamadan, insanların karekterlerinde yan yana gelemiyor.

Neden mi?

Çünkü siyaset için, ticaret için, kendimize inandırmak için, sevmediklerimizi öldürmek için, kandırmak için, uyutmak için, kısacası hemen hemen her pisliğimizi örtmek için dini kullanıyoruz. Dilencisinden, ülkeyi yönetenlerine kadar istisnasız herkes Allah kelimesini kullanıyor. Sonra da içimizden birkaç denyo çıkıp "gerçek islamiyet bu değil" diyor, ancak bunu diyenlerin hepsinde de zina, içki, yalan dolan ne ararsan var. Bari ben rahat bırakayım dedim amına koyim, ne var yani!

Neyse...

Hiç önünde yalvaran birini gördün mü? Ben gördüm. Aklım gitti. Adını bile bilmiyordum lan. Sonra dedim ki, "hesap zamanı Allah, bu insanların yalvarışına nasıl dayanacak?"

Şimdi, ölmeden önce yaşanmaması gereken her pisliği yaşadık değil mi? Bunda hemfikiriz. Herkes kazık yedi, yarı yolda bırakıldı, aldatıldı vs. Sanaldaki paylaşımları okuyunca da gözlerim doluyor zaten. Çünkü herkes baya bi' acı içinde ve yapayalnız. E abi, neden ölenlere üzülüyoruz ki? Kurtulamayan biziz lan.

Dağınık yazdım yine, kusura bakma.

Bir gün doktora, "hemoroide benzeyen yalnızlığım var ve insanları hayatımdan çıkarmak hem acıtıyor, hem de kanatıyor ama hiç durmuyor, durdurmuyorum" demiştim. O da "beyin ve kalp savaşmayı keserse, o zaman kork. Şimdi değil." demişti. Ben bu savaşın bitmesini bekliyorum artık, azalarak.

Gösteri Peygamberi'ndeki Tender, "kimi tanırsan tanı, bir gün ölüp toprağın altına gidecek gerçeğini aklına getir." demişti.

Anlıyor musun?


Yani önceden başıma kötü şeyler gelince küfür ederdim. Sonraları bu küfür yerini duaya bıraktı. Şimdilerde ise "kesin hak ediyorum, yoksa Allah bunu yaşatmazdı" diyerek depresyondan kurtulmaya çalışıyorum. Ama olmuyor.

Çünkü kurtulmaya çalışmak, işkenceyi uzatmak.

Çünkü çabalamak, sadece yerini sağlamlaştırmak.

Çünkü yaşamak... Neyse ya bitirelim.


Mesut Cihan Demirel.