24 Temmuz 2015 Cuma

Karalamaca (Vol.2)

Naber kardeşim? (Bu günlerde ihtiyacımız var bu sıfata)

Çok değişik bir ortamda yaşıyoruz kardeşim. Daha düne kadar mahalle maçlarında beraber kolasına maç yaptığımız adamlardan nefret eder hale geldik. Eskiden arkadaşın bir kızla sevgili olmuşsa o artık senin bacın oluyordu, şimdilerde ''sol memesini çok emdim, oraya dokundukça beni hatırla hehehe'' diyebiliyoruz. Evet, aynı kızı sikmek için kullanılan arkadaşlar edinmeye başladık. Hiç kusura bakma kızım, böyle ve sen benden daha iyi biliyorsun bu ortamı. Eskiden kız var diye küfür edilmezdi, şimdi kızlar benden daha çok kullanıyor alt takımları. Eskiden akşam milli maç varken herkes seyrederdi, şimdi istiklal marşını yuhalıyor bir tarafımız. Hatta en vatanseveri bile evinde seyrederken istiklal marşında ya kanalı değişiyor, ya da sesini kısıyor, ki bitsin de açayım diye. Hatta ve hatta lise zamanlarında cuma günleri istiklal marşlarını okurken yanındaki arkadaşını güldürmeye çalışanlar bugün neler yazıyorlar neler... Eskiden sevgi emekti, şimdi sikene kadar alttan almak... Böyle yazarsam uzar gider.

Peki kardeşim, ne değişti?
Bak sana kardeşim, diyorum ama aynı soydan bile gelmiyoruz. Yani ''biz'' demek buydu. Birine kardeşim diyebiliyorsan ona yamuk yapamazsın oğlum. Arkadaş, dost, kardeş, yol arkadaşı hep aynı anlamdaydı. Konuşmasan bile götünü açamazsın, kuyusunu kazamazsın ve gerekirse o bunu fark etmeden yardım bile edersin. Bu konuda hala ümitlerim var. Bknz. Tekin Kale. Bu piç çok sağlamdır bu konuda. Neyse götü kalkmasın.

Ama masum olan ne varsa hepsini siktik biz. Önce sobadan başladık sıcak ve samimi olanı kesmeye. Sonra Milli maçlarda yanımıza gelip ''beyazlılar mı bizimkiler?'' diye soranları bitirdik. İleride de ''al oğlum lazım olur'' diye zorla para veren eşi dostu bitireceğiz, ki kalmadı galiba öyle dostluklar. Artık dost kelimesinin anlamını ''henüz kazık atmayan'' olarak değiştirebiliriz gönül rahatlığıyla. Güveni de bitirdik. Eskiden kapıyı kilitleyip komşuya verirdik anahtarı, şimdi götümüze sokacağız aynı anahtarı neredeyse.


Eskiden okumanın ve araştırmanın amacı ''doğru bilinen'' yanlışları bulmaktı, şimdi birilerine hava atmak. Hiç ''ne alağöaakası var amuğaa goyen'' deme, siktiğimin ÖSYM puanını bile alnına yazıp dolaşacaksın neredeyse. Annen-baban sırf millete hava atmak için dünyaya getirmiş seni. Fazlası değilsin aslanım. Tahsilsiz adam geri zekalıdır bizim topluma göre, tıpkı eskiden matematik ve Türkçe'si zayıf olanlara yaptıkları gibi. Zeka nedense hep bir puandır. Başkalarının vermiş olduğu puanla kendini geri zekalı hisseden ne kadar dalyarak varsa amına koyim. (Kendim dahil)


Doğru olan her şey zamanla yanlış kullanılır. Bu kesindir. Çünkü belli bir çoğunluğun kararıdır ve o çoğunluk da Allah tarafından gönderilen peygamber değildir, ki gönderdiklerine bile bir kulp bulduk geçmişte ve halihazırda da bulmaya çalışıyoruz. O nedenle neyin doğru olduğuna ''bakış açısı'' dediğimiz olgu karar verir. Ne yazık ki bu bile değişkendir. Atatürk üzerinden düşünürsen kardeşim, seveni de çoktur sevmeyeni de. Hatta git sor hepsinin mantıklı bir açıklaması vardır. Zaten birilerini körü körüne bir şeye inandırmak için mantıklı ve kafa yorucu cümlelerle yapmalısın. Mantık da basit sorulardan geçer. Dene oğlum, göreceksin. Sürekli değişir dünya. Bu değişimin iyi yönünü nedense kapamıyoruz. İleride robot olacağız. bak bunu unutma. Ben göremem o günleri belki fakat emin olun torunlarınız görecektir. Makinelerin yönettiği geri zekalı bir toplum olacağız. Bunu bile ayarladılar. Yok edecekler bizi. Hazırlanın.


Aslında buraya içimdeki çatışmaları yazacaktım ama sanki içimdeki çatışmalar gündeme yansımış gibi oldu.

Bugün spor salonunda İbrahim hocamla biraz muhabbet ettik. Bana, ''sen Allah'a inanıyor musun?'' diye sordu. Ben de gülerek, ''inanmazsam bunu sorun etmez herhalde heheh'' dedim. Sonra konuşmaya başladık bir parça. Aynı şeyleri size de söyleyeyim. Allah, o kadar farklı şekilde işlemiştir ki bize bunu birazdan anlayacaksın. Bir arkadaşın sana söz verip yapmazsa ona gönül koyarsın. Ama Allah, dualarını kabul etmezse ona gönül koyamazsın. Hatta çalışıp yaptığın şeyleri bile ona bağlarsın. ''Allah'a şükür'' ile başlarsın başardığın her şeye, ve bu doğrultuda da ''Allah izin verirse'' diye başlarsın başarmak istediğin her şeyin cümlesine. Olmazsa da ''Allah'ın dediği olur'' diye bitirirsin cümleni. Gram düşünmezsin. Çünkü hayırlısı değildir falan filan. Düşün abicim, fanatik derecede tuttuğun takımı getir gözünün önüne. Birileri sana şu cümleyi çok kurmuştur; ''ne kazandırıyor la sana x takım?'' Evet ulan kazandırmıyor. Hatta zararı var, yararı yok. Ama seviyoruz. Sevgiden bile üstün amına koyim. E hal böyleyken tuttuğun takım sana en fazla şampiyonluk sözü verip tutmaz, fakat yine de bırakamazsın. Ne kadar küfür edersen et bırakamazsın. En fazla maçlarını seyretmezsin. ''Fanatikler'' için söylüyorum. Şimdi bu olayı al inancına yapıştır. Allah sana bu dünyada hiçbir şey vaat etmiyor kardeşim. Bana inanana gökdelen dikeceğim ya da inananı kadrolu işe sokacağım demiyor. Dünya ile hiçbir vaadi yok ama inanıyorsun. Kimimiz korkudan inanıyor, kimimiz mecburiyetten, kimimiz alışkanlıktan, kimimiz ortamından, kimimiz bu dünyanın anlamının o olduğunu düşündüğünden, kimimiz sorguladığından, kimimiz cevap bulamadığından, kimimiz de cevapları bulduğundan... Herkesin bir sebebi var. Diğer taraftaki vaatleri unut, o söz konusu olmasa kimse inanmaz zaten. Tuttuğun takım da öyle, sana bir taraf için vaat veriyor sonuçta. Spor hocam sorunca nedense kendimi boşlukta gibi hissettim. Sanki rol yapıyor gibi. Düşünsene hacı; namaz yok, oruç yok... yok abi, ne yalan söyleyeyim ağır geliyor. Bunları düşünüp nasıl inanıyorum diyeyim şimdi, elini vicdanına koy. Ama inanıyorum. Yapmazsan yakarım diyor ama yine de inanıyorum. Belki onun da bir beklentisi yok benden, o benden daha az inanıyor bana, hatta blöf yapıyor fakat ben inanıyorum. Düşünsene moruk, tek istediği şey kurallara uyman. Şimdi sorsam sana, ''neden uymuyorsun?'' diye, vereceğin cevap yok amına koyim. İhtimal diye bir şey var bilinçaltında. İnanıyorsun fakat uygulamıyorsun. Çünkü ölünce ne bok olacağını gerçekten bilmiyorsun. Bilmediğine de bilinçaltın karşı çıkıyor. İşe atlamak için önünü görmen gerekir ya, sermayeni ona göre koyarsın ortaya. Ha işte bu tam tersi moruk. Şansa koyuyorsun sermayeni ortaya. Önün karanlık. Sora şunu soruyorsun kendine; ''ne için çabalıyorum?''

Şu sorduğun soruya verdiğin cevap seni tatmin etmemeli. Çünkü cevabını bildiğin soruda, bile bile yanlışı işaretliyorsun. Siliyorsun ve işaretliyorsun. Sürekli. O şıkkı kaybedene kadar. Kaybedince de ölüyorsun.

Peki moruk, düşünelim. Ömer Hayyam'ın espriyle karışık sözünden yola çıkalım. ''İnsanlar, cennet için yaşar. Cenneti verirsen onları kontrol edersin.(yönetirsin)'' Sen buna inanıyor musun? Gerçekten cennet sende olursa kontrol edilir misin, ya da yönetilir misin? E oğlum verilmemiş mi cennet Hz. Adem'e? Tek bir şey istenmemiş mi karşılığında. Ne olmuş peki? Dünyadayız. Demek ki kontrol cenneti vermekle olmuyor. İnsanlara cenneti vermek yerine sağlam bir yalana inandırmak daha mantıklıdır. Bak ''doğrudur'' demiyorum, ''mantıklıdır'' diyorum. Çünkü o zaman geldiğinde sana hesap soramaz. Sen de istediğini almış olursun çoktan. Bedeller kimin umurunda? Her yalanda bir parça gerçeklik payı bulundurmak gerekir. Ekmeğin ucunu bölüp yemek gibi düşün. tadını vermekten bahsediyorum. (Örn: cennet = bu dünyadaki hazların bilmem kaçıncı katı) Bu neye benziyor biliyor musun? Şu reklamlarda ''milyonlarca bedava panda stix'' diye götünü yırtan dondurma firması var ya, ha işte bir farkı yok ondan. Hatırla küçükken ''en çok bedava çileklide çıkıyor kanka'' diye kandırdığın ve kandırıldığın günleri.


Bunları bana küfür et diye yazmıyorum sadece. Biraz da olsa düşün diye yapıyorum çoğunu. Çünkü eğer ben yaşadıysam bu buhranları sen de yaşamışsındır biliyorum. ''Dünyadayız'' dedim ya, dünya burası ve eğer bu dünyaya bir felaket girerse eninde sonunda hepimiz yaşarız. Sadece tarifi zor olur, ya da farklı. Ulan çocukluğumuz bile aynı. Duygularımız, tavırlarımız, konuşmalarımız... anasını amı işte aynıyız. Kimliğinde ne yazdığı önemli değil. İnan bana sen bensin, ben de sen. Eğer inanıyorsan kitaplara, akrabayız da. (Sözümü kesme piç) Darwin'e dahi inanıyorsan Bing Bang olayı bile bizi aynı kılar.


Her şeyi siktir et de bir şeyler soracağım;

''acı mı insanı yarattı, yoksa insan mı acıyı yarattı?''

''Kötülük mü şeytanı yarattı, yoksa şeytan mı kötülüğü yarattı?''

''Din mi insana yayıldı, yoksa insan mı dini yaydı?''

''Allah mı şeytanı kovdu, yoksa şeytan mı kovulmayı seçti?''

''Kin tanrıdan mı bulaştı, yoksa şeytandan mı?''




Bu kadar!





Mesut Cihan Demirel.

19 Temmuz 2015 Pazar

Bize de buyur gel Zerdüşt

Merhaba.
Üstü başı ölüm kokan fakat hiçbir şekilde amacına ulaşamayan bir adamın sıradışı hikayesini okumak ister misin? (İntihar)

-Ben de isterim biri yazarsa.


Burada okuyacağınız her şey 12 katlı bir hastanenin çatısından sarkarken hissedilen duyguların özetidir. Tamamen kurgudur, ama bir gün gerçekleşecektir.

-Çok iddialı.


Başlayalım.
Hayatım boyunca "hastayım" demedim. Burnum aktı, ateşim çıktı, kustum... fakat hiçbir şekilde içinde hasta kelimesi geçen bir cümle kullanmadım. Çünkü eğer hastalığınız ölümcül değilse, bu kelimeyi söylemeye hakkınız yoktur. Buna inandım. Böyle yaşadım. 

-Her hastalık bir miktar ölüm taşır. (Doğum gibi, intihar gibi)


Kanserim diyen biri aynı anda hastayım da diyebilir. Ancak sinüzitim azdı yine diyen biri asla hastayım demeyi hak etmiyor. Demeyin!

-Hastalık, eksik bırakmak değil yok etmektir.


Hastaneye giren herkes önce heyecan yapar. Tahliller sırasında bu heyecan yerini paniğe bırakır. Oyuncu değişikliği gibi düşünün. Çünkü bekleyiş, kabir azabı gibidir. Neyi beklediğinizi bilmiyorsanız, her saniye cehenneme girmek için sırada olmaktan farksızdır bu durum. İki farklı malzemeyle farklı (yeni) tatlar elde edebilirsiniz, iki farklı duyguyu aynı anda yaşarsanız hissettiğiniz tek şey "karmaşa"dır. Karmaşa, hislerinizle sizin aranıza duvar örer. Düşünce bile sızamaz o duvardan ve size yansımayan hiçbir şeye isim veremezsiniz. Tarif edebilmek için bu gereklidir.

-İnsan karmaşadır.


Panik, karar verememektir. İntihar edip yaşamak istemektir. O nedenle "acaba" kelimesi sizin kurdunuzdur. İçten içe yer.

-İnsanı yaralayan inancıdır.


Sonuçları alırsınız. Panik yerini korkuya bırakır. Eğer hastanedeyseniz inanın bana sizi en ufak şey bile cehennem kadar korkutur. Hatta daha fazla. İnsanın en belirgin özelliği korkudur. Ortak paydamız korkudur. Her şeyde vardır ve eğer çay bardağıyla bir bağlantı yapacak olursak, dudak payından geriye kalan her şey korkudur.

-İnsanı öldüren, inandığından şüphe etmektir.



Pişmanlık...
Pişmanlık, korkudan geriye kalan her şeydir. Geriye dönüp bakamamaktır, suyun içinde ölümü bekleyen çiçektir ve "keşke" bile diyememektir. Ve pişmanlık, vicdan azabının somut halidir.

-Bazen dudak payı her şeydir.










Hazır mısın psikopat çocuk? Peki sen yobaz? Seni unutur muyum hiç asi hümanist? Tek tek saymayayım şimdi. Herkes otursun yerine başlayalım.
Tekrar Merhaba.

Bir önceki yazımda "yin yang" felsefesine değinmiştim. "Her iyilikle biraz kötülük, her kötülükte biraz iyilik" sözünü barındıran bir düşünce. Anton Szandor LaVey ismini duydunuz mu? Hiç zannetmiyorum. Bu elaman "Satanizm" kurucusudur ağalar. Eğer biraz araştırma yaparsanız yin yang felsefesini benimseyen bir tarikatin lideri olduğunu da görebilisiniz. Beni asıl düşündüren "her şerde bir hayır vardır" sözünü bizim topluma kazandıranın kim olduğudur. Öyle bir kazandayız ki, kimin kim olduğunu veya bize kimlerin "dayatma" yaptığını göremiyoruz. Yoldan birini çevirip "dinsiz kimdir?" diye sorarsanız "amuğa goyun ateyizdir" cevabını alabilirsiniz. Dinsiz = ateist demek değildir. Eğer iyi araştırırsanız ne demek istediğimi anlarsınız. Yaratıcısı olmadan dini olan ve yaratıcısı olup da dini olmayan çok toplum vardır. (Olduğunu ve olmadığını varsayalım) Kitabı okuyup ateist olan biri, kitabı okumayıp dindar olandan daha az tehlikelidir. Hatta tehlikeli bile diyemeyiz. Genelde bütün savaşlar din yüzünden olmuştur. İnanç yüzünden, görüş yüzünden ve bakış açısı yüzünden. Herhangi bir dini ele alalım ve öyle düşünelim. X dine mensup bir insan o dinin gerekliliklerini iki şekilde yerine getirmeye çalışır. Birincisi "dayatma", ikincisi "ya varsa" düşüncesi. İlki toplumsal bir olgudur ve dayatılmayla yönetilen bir toplum her düşünceyi yok edebilecek güçtedir. Kişisel düşünceden bahsediyorum. Ve şeytani olan hiçbir güç tek kişi üzerine yoğunlaşmaz. Teke tek yok etme işi cennette kaldı çünkü. İkinci düşünce "ya varsa" zihniyeti. Hz. Ali'nin bir olaya yaklaşımı bu yönde olmuştur. İnanmayanlardan biri hz. Ali'ye "ya yoksa" diye sorması üzerine "yoksa benim kaybedecek bir şeyim yok, beraber yok oluruz ama varsa sen helak olursun" der. Ve başta İmam Gazali olmak üzere Fahruddin Razi'den İmam Aşur'a ve hatta Said Nursi'ye kadar tüm inanan(?) ve Müslümanlıkta sembol haline gelenlerin bu felsefeyi benimsediğini görmüşüzdür. "Ya varsa" düşüncesinin temelinde korku yatar. (Bana göre)
Ateizm felsefesine göre de "ticaret" anlayışı yatar ve bu etik değildir. Bknz. Eğer tanrı varsa ticaret yapmaz*

Bana komik gelen ne biliyor musunuz? Korkuyla bile olsa tam anlamıyla yapamamak. Yani şöyle ki, atesit düşünceyi sonuna kadar savunan, savunmakla kalmayıp uygulayan herkes cehennemi dibine kadar hak ediyordur, Eyvallah. Bunda hemfikiriz. Fakat aynı şeyi inananlara zımbalayalım bakalım ne olacak. Sonuna kadar savunup da dibine kadar yaşayan var mı hâlâ aranızda? "Amaaan cennete gidek de fark etmez dibi, kıyısı. Hof!" diyorsun değil mi sevgili sığır? Yok abi, yamalıklı pantolon gibiyiz. Yırtıldıkça yamıyoruz. Uydurmaya çalışıyoruz kendimize. Vallah aynı şey. Şimdi biri çıkıp sen yapabildiğini yap da gerisini boş ver Allah'ın işine karışılmaz diyordur. Beklesin o. Aşağılarda cevap vereceğim ona. Şimdi dağılmasın konu.
-Tircari bekleme yapma.

Burada size ateizm hakkında bilgi vermek gibi bir niyetim yok, çünkü "inkâr" ve "yok" aynı şey gibi geliyor hâlâ bazılarınıza. Bu bağlamda da ben ne dersem diyeyim sadece "körü körüne" inanmak zorunda hissetmeyi köküne kadar hissedecek bazıları. Oysa benim derdim şu blogu okuyan herkesin bir parça düşünmesini sağlamak. Yanlış da olsa. Çünkü yanlış, dayatmadan daha iyidir. En azından kendi düşüncesidir.

Şimdi dini kitapları okuyup, dini demeyeyim de tasavvuf diyeyim. Çünkü biz putları içimizde yıkamadık hâlâ. Said Nursi'yi sevmeyen dindar kardeşimiz yoktur herhalde. Aynı kardeşler Nietsche'yi bir o kadar sevmez. Çünkü o ateisttir. (Bana göre değil. Mevlana'nın okumuş hali sadece) Peki güzel kardeşim, "Said Nursi kuran beni müjdeliyor, sobayla konuştum vs. diyor hehehe çok komik adam. Bir de buna inanan var yieğaaa" diye dalga geçenlere "siz o adamı anlayacak kapasitede misiniz?", "siz kim köpeksiniz?(!)" diyorsun da, "Tanrı öldü, biz öldürdük. Katillerin katiliyiz.." diyen Nietsche reyizi neden dışlıyorsun anlamadan? Yakışıyor mu sana? Saçından sakalından utan. Ayıp. 

Ha bu arada en çok da neyi düşünüyorum biliyor musunuz? Şu yazdığımı sadece korku anında ve çıkarları doğrultusunda Allah'ı ağzına alanların nasıl küfür edeceğini. Bunu düşünürken de Ahmet Erhan'ın şiiri geldi aklıma. "Bugün oturdum ölümü düşündüm..."

-Ev dağınık kusura bakmayın.

O nedenle şişkin cümlelerle "ateizm" üzerinden değil kendi düşündüğümle yazıya devam edeceğim. Her şeyin özünde korku vardır dedim ya, ha işte bu düşüncenin dibinde de korku başroldedir. Çünkü "ya varsa" diye düşünürseniz istemeseniz de inanırsınız. Çünkü ihtimalin gerçek olması korkutmaz, gerçeklik payı korkutur. Hepimiz gün içinde çoğu kez istemsiz de olsa bir takım davranışlar sergileriz. Alışkın olduğumuz her şey bizi kör edebilir. Kurallar da böyle. Eğer kural varsa emin olun o kuralı (yasağı) aşınca ne olduğunu kendi de bilmez kuralı koyan. Zaten hep merak yüzünden konur o yasaklar. Acaba ne olacak düşüncesi bizi kudurtur. Merak abi merak. Bilinmezlik meraktan geçer. Aynı bağlamda da bilinmezliğe giderken yanınızda olan tek şey de pişmanlıktır. Ancak bu pişmanlık çift yönlüdür. Yin yang gibi.
1- Yapılmayan (yapılamayan)
2- Yapılan (yapılmak zorunda olan)
iç içedir bunlar ve iç içe konulduğu tek yer insandır.

Merak demişken aklıma cehennemde yanarken molaya çıkan iki Sivas'lının zebabilere "günde kaç ton kömür yakıyorsunuz?" sorduğu fıkra geldi. Hehehe. Güldüm yine istemsizce.


Öyle ya şimdi aklımıza o bilindik soru gelmiyor değil. Sor sor çekinme. Ya da ben sorayım ve devam edelim."Peki, amaç ne? Ne için varız?"

Bütün dinler için amaç aynıdır. Cevap: Cennet. Burada hizmet et, orada hizmet gör. Denklem çok basit değil mi? Fakat "Neden?" cevabını arayan ve kendine göre bulduğunu zanneden çok yazar vardır. Tabii burada Sokrates'ten Aristoteles'e, Dostoyevski'den Platon'a, Hegel'den Göthe'ye ve Nietsche'ye tek tek isim verip açıklama yapmak istemiyorum. Onlar da bir şeyler demiştir fakat hep aynı şeyler. Oğlum "bu sözü Alman yazar Göthe yazmış" cümlesine karşılık "niye defter yok muymuş da göte yazmış Ehuhehue" diye karşılık verenler topluluğuyuz. Ne fark eder senin için isim.

Ben de düşündüm kendi kendime ve bulamadım abi. Neden geldiğimi sordum ve nasıl gideceğimi düşündüm. Yani suç babamda mı? Beni doğarken öldüren tek suçlu babam mı, yoksa ölüm parfümünü sıkan tanrı mı? Şimdi düşünüyorum ve işin içinden çıkamıyorum.

Abi neden iki insanın günahını tüm insanlık çekiyor? Peki, Adem ve Havva cennete tekrar girdiyse neden hâlâ burada önceden yapılmış ve yapanların cezasını çekip tekrar girdiği cennete girmek için bir ispat söz konusu? Burada ateizm düşüncesi "ticaret" giriyor araya. Ne yaparsan yap cehennemi göreceğiz kardeşim. Bana ne dersen de ama o yerde mecbur olacağız. Eğer buraya geldiysen, oraya da gideceksin. Seçme fırsatın yok, sadece isteklerin var. Anla.

Ayrıca üstte ismi geçen isimlerin çoğunun da tek ortak noktası "vaatler"dir. Bknz. İnsanı yöneten vaatlerdir* Şimdi bir tarafta inanmayan adamlar, ki kesinlikle ateist değiller bana göre. Diğer tarafta inananların kurtulacağına riayet edenler topluluğu. Aralarındaki bağ da "vaat". Evet kardeşim şaşırma. Nietschegiller, isteyerek veya istemeyerek bir vaat veriyor. Bu da sonsuzluk kavramıyla oluyor. Tıpkı eski bir kızılderili inanışında olduğu gibi. Ölünce geri gelme. Tek fark, Nietscheciler aynı şekilde geleceğini söylüyor, kızılderili dadaşlar tam tersi olarak geleceğini. Hani bir karikatür var ya "hz. İsa'nın Adolf Hitler olarak geri gelmesi" aynı şey. Reankarnasyonun içinde umut olması. Fakat bu bağlamda cehennem, tekrar gelmekten daha az korkutuyor beni. E şimdi dinler de vaatlerde bulunuyor. Tıpkı siyasi partilerin miting alanlarında haykırmaları gibi. Ne farkı var Allah aşkına? Sana soruyorum, ne farkı var "beni seç sana cenneti vereyim" demenin "bize oy verin cennet gibi dünya yaratalım" demekten? Ya da "x parti yolsuzdur, bunlara oy veren vicdanını kontrol etsin bla bla" demenin "x din değişmiştir, inanlar cehenneme gider. Bize inanmayan da cehenneme gider çünkü tanrı böyle diyor Tilililili" demekten? En basitinden Fenerbahçe-Galatasaray-Beşiktaş takımlarını düşün. Taraftara hep vaat yok mu oğlum?
Bknz. Vaatler hep zaafları kullanır*

Bir de seçim şansın yok amına koyim. Bak yine iyi tutmuştum kendimi. Düşünsene Yahudisin. Ve Yahudi olduğun için yanacaksın, kitabın değişmiş, dinin değişmiş falan filan. Ama sen seçmedin bunu. Kısmet. Kürt de olabilirsin, Arap da, Türk de, İskandinav da... her sik olabilirsin. Şimdi nasıl çıkıp sırf yaradılıştan ötürü birkaç yarak kafalı seni yargılıyor, kendini üstün görüyorsa inandığın dindeki şeytan da Araf suresinde kendini üstün görüyor. Çok komik değil mi? Şimdi anladın mı toplumun nasıl şeytan olabildiğini? Bok anladın amına koduğum. Hümanist çiginin üzerinden gelişine doksana çakmak vardı topu ama sikimde değilsin inan. Hatta haklısın karakter meselesi. Yukarıda Allah'ın işine karışılmaz diyen piç de okusun burayı. Okusun ve Allah'ın işine Allah'tan çok karıştığını anlasın.

Bu yazdığım şeyleri hayatında hiç fikir değiştirmemiş gibi okursan bi' sik olmaz senden. Ya da dur daha açık konuşayım; bir kız için uykusuz kaldığın gecelerin sabahında "aşk yalan, hayat boş pompala coş" tribine girerek okuyorsan buradakileri siktir git abicim. Ailen kapan dedi diye kapanıyorsan inançlı değil, dindar olursun. Bunu fark etmeden okuyorsan gerçekten siktir git ablacım.

-Ya da siktir et. Paketi yeni attım zaten.

(Çok mu siktim kafanı? Tamam lan bitti. Altta bir açıklama yapıp sonlandırıyorum yazıyı.)


İşte dostlar bahsettiğim hastane Dünya. İlk çeyrekte heyecan, ikinci çeyrek panik, üçüncü çeyrek korku ve son çeyrek pişmanlık. O pişmanlık da genelde inandığın gibi değil de inkâr ettiğin gibi yaşadığın için olacak. Vallah bak. Son neresinde hatırla burayı.

Ben bu hastanenin en son katından çatıya çıktım ve sarkıyorum aşağıya doğru. İnanın bana, 12'nci kattan aşağı sarkıyorsanız; yükseklik korkusunu, pişmanğın onda biri kadar bile hissetmezsiniz. Hatta hissedemezsiniz.

Bu kadar.





Mesut Cihan Demirel.

15 Temmuz 2015 Çarşamba

Pas mı, pes mi

Naber moruk? Ben yırtılıyor gibi.
Hiç düşündün mü, yaşamın anlamını? Ben artık düşünmekten dolayı uyuştum. Bitkin düştüm. Bir alet iki nedenden dolayı kulllanılamaz hale gelir. Birincisi çok kullanılmaktan yalama olur, ikincisi ise hiç kullanılmadığından paslanır. İkisinin ortasına da "nabza göre şerbet" denir. Anladın mı?


Yok sen biraz malsın, anlaman için sikmek gerekiyor fakat yapmayacağım bunu. Çünkü artık sikilmekten de yalama oldun. Bak kuzen, hayata neden geldiğinin formülü çok basit. Toplumsal baskı+aile tepkisi+sorumluluk empozesi=sen. Baban, o teri zevkten değil dertten döküyor. Yoksa senin olmaman daha iyi bu dünyada. Hep ihtimal üzerine işlediği için hayat... of! Buralar dutluktu amına koyim. Her neyse. Kızma kimseye. Klişe bir söz var ya "milyonlarcasını geride bıraktın sen" diye, ha işte o sana kitlenmiş en büyük övünç hediyesi. Sırf vatan millet sakarya diye soktukları "gerekirse öl" duygusu gibi. İşin garibi ne biliyor musun? Tabii ki bilmiyorsun. Çünkü o saksıyı çiçek altlığı bile yapsan bir sike yaramaz. Saçlarını çıkarmaktan başka ne sike yarıyor somut olarak bilmiyorum inan bana. Sorun şu ki; kızmaktan çok şaşırıyorum bu duruma. Lafı unutmadan işin garibi kısmını söyleyeyim; sana bu duyguyu sokanları sorgulamaman. İşin en büyük tuhaflığı bu işte!



Sen nasıl seçtin şu anki inancını bilmiyorum ama ben hep soruguladım kuzen. Buraya düşmemize neden olan o elmanın çekirdeğinin içindekilere kadar merak edip sorguladım. Çoğu kez inandığımla kan davalı oldum. Buradaki sorun neydi biliyor musun? Tabii ki bilmiy... sorun inanmadığımı daha çok sorguladım. Yani şeytanın evine çok misafir oldum ben. Elinde jiletlerle karşıladı beni hep şeytan. Git yakasına yapış dedi inancının. Neden diye sor dedi. Neden?


Harbiden lan. Neden bunca şey? Kitaplarda anlatılan olay, okul müdürünün kavga eden iki çocuğun arasına girip hiyerarşik düzeni sağlayamaması gibi geldi bana. Öğrencilerden biri uzaklaştırma yedi ve ikinci defasında ise okuldan atıldı. Ama tek fark iki taraf da dolaylı yoldan okuldan kovuldu. Yani biri mezun olmadı kuzen. Bu durum damlayan musluğu tamir etmek yerine sökmekten farksız. İyi de neydi doğru? Bakış açınızı kullandınız mı hiç? Yoksa size "doğru" diye sokulan her şeyi kabul mü ettiniz?


Yaradılış zaten çok garip be oğlum. Hani sınav ya moruk, "şüphesiz" diye başlayan her şeyden şüphe ediyorum istemsizce. Devam eden süreçte de aklımdaki soru işaretinin boyutu bulunduğum iklime sığmıyor. Sonra dünyaya ve daha başka gezegenlere.



"Yin Yang" denilen felsefik sembol vay ya "kötülüğün içinde iyilik, iyiliğin içinde kötülük vardır" diye. Abi koy bunu insan vücuduna. Hadi yok et içindeki kötülüğü. Zararın neresinden dönersen dön kârdır sözünü benimseyen toplumun "ay cezamızı çekip döneriz cennete" düşüncesinin tehlikesini bir ben mi görüyorum lan? Ya da gördüğümü zannediyorum? Öyle ya "her şerde bir hayır vardır" diye siktik hayat hikayemizi amına koyim.


Peki, ne olacak? Tut ki cennet ve cehennem gerçekten var. Bilinmezlik değil de kesinlik olarak düşünelim. Hadi aynı felsefeden araklayıp kendimize yonttuğumuz "her şerde bir hayır, her hayırda bir şer vardır" sözünden de yola çıkalım. Ya cennet bizim için cezaysa? Ki ben bir kadın olarak düşünürsem kesinlikle ceza oğlum. Güneydoğuda 12 yaşında evlendirilen bebelerden ne farkı var bu olayın? Ulan cennette irade yoksa zaten buradaki iradenin ne önemi var? Yani ne için istiyorsun cenneti? Allah'ın varsa dürüst ol! Palahniuk'un dediği gibi "bedava sikiş" yoksa ister miydin? Şimdi milletin duygularını sikmek için kullandığın o sikimsonik hümanistliğini cennet için neden düşünmüyorsun? Bak sürekli içinde "sik" geçen cümle kurdum. O elmanın ucu da sike dayanıyor işte. Newton reyiz gibi değil olay yani. Bir arkadaşım, hadi isim vereyim İdris'in "Araf suresine elma değil seks mi yazsaydı oğlum, tabii ki üstü kapalı olacak" demesiyle, "kadın cinsel obje değildir" diyen amcıklar aynı düşünceye sahiptir benim için. Ahzap suresinde gayet açık söylenmiş oysa. Herkesin birbirini düzerek çoğaldığını, leylekler getirdi masalına inanmamakla aynı anda öğrendiğini hatırla hiçbir sike beynin basmıyorsa. Kıvırmaya çalışma ayetli belgeli atarım fil siki yutmuş fok balığı gibi kalakalırsın. Ayrıca benim derdim bu değil.



Biraz nefes alalım yolumuz uzun. Hadi olaya "kaderciler" gözüyle bakalım. Şimdi her kötülüğün karşılığı cehennemse kaderin ne önemi kaldı? Sakın irade deme amını yurdunu sikerim. Kader ve irade aynı anda bulunamaz amına koyim. Nasıl mı? Arabayla seyir halindeyken ters yöne girersen bunu ne yapmış olur, irade. Peki, o yöne girdikten sonra kaderin ne önemi kaldı? Hiç. Tut ki var. O zaman irademle ölmeyi seçtim ve öldüm. Cehenneme neden gidiyorum? İntihar. Peki kader? Daha önceden yazılmış diyet listesinde olanları yedim diye kilo aldıysam suçlu muyum? İradem var değil mi? Yine de aldım. Ne oldu? Düşünme bebeğim. Yakarsın devreni. Sen bana küfür et bunu okuyunca e mi sevgili amın feryadı.


Doğru ya intihar. Abiler ablalar, ben isteyerek mi geldim? Kalubela'dan beri Müslümanız eyvallah da neden verdiğim kararı hatırlamıyorum? İradem yokken verdiğim kararın ne önemi kaldı? Hani sarhoşun mektubu okunmazdı?


Kader ne güzel bir şey lan. Kader yolmuş bro. Yani kader önüne yol koyarmış sen iradenle seçtiğin yolun ifadesini verirmişsin. Ama o yollar da kaderinde önceden olmalı. Yoksa nasıl kontrol edilirsin? Yoksa?
Evet, yoksa?


Ateistleri gömmeye çalışılan düşünce sistemi var ya "olmayan bir şeyi inkâr edemezsin. Demek ki var." Ehehhe. Süper lan. İspat yok sonuç var. Harika. Pekâlâ canımcım ben şimdi olmayan bir şeyi inkâr edersem deli oluyorsan, olmayan bir şeyi kabul edersem o kadar sıyrık olmaz mıyım? Tilililili... Dur davranma benimkidir. Oğlum biri gelip anan babanı aldatıyor derse ve ispat etmese inanır mısın? Yarrak inanırsın! Şimdi onunla bu bir mi deme, yeri gelince sen daha komiğini yapıyorsun, ki ben yapmadım daha keskin örneklemesini.


Bugün hep Palahniuk'dan örnekleme veriyorum nedense ama iyi tespitleri var. Diyor ki; "ya doğru bildiğim şey doğru diye programlandığımsa?" Olamaz mı oğlum? Hakan Günday da haklı olamaz mı? "Tanrı sıkıntıdan patladı ve buna da big bang denildi" olamaz mı?


İntihar, Allah'ın oyununu bozmak olamaz mı? Kaderin ne önemi kaldı gerçekten. Ben kaderde yazılanı yaptım deyip cennet biletini kaptığını düşün. Cennet=hizmet. Ya dünyada en nefret ettiğin insana hizmet etme görevi verilirse? İrade götüne kaçar işte. Düşün bakalım. Cehennem o zaman gerçekten sıcacık gelmez mi? Ne pis bir durum değil mi? Sen dünyada cehennemden kork, ama ölünce cehenneme giremedin diye acı çek. Unutma! Allah her zaman istediğini alır o masadan.



Kontrol önemli mi?


Bir şeyleri kontrol etmek mi zor, kontrolü eline vermek mi?


Direksiyonda olmak mı tehlikeli, arka koltukta oturmak mı?


Cennetteyken cehennemi merak etmek acı verir mi?

Merak, cennette başına iş açar mı?


Cehennemden cennete gelmek iki üniversite bitirmiş gibi olur mu? (Hehehe bu şakaydı)


Düşün kardeşim. Şu eski sözü de aklından çıkarma; "her iyiliğin bir cezası vardır." Neden mi bunu söyledim? Bakara'yı aç oku. Dünyanın krokisi cehennemden önce çizilmişti. Nefret anlıktır ciğerim. Bir anlık öfkeyle yapamayacağın hiçbir şey yoktur. Bilinçaltı ne demek biraz araştır. Biraz olsun oku. Adem babamız neden affedildi hatırlıyor musun?  "La ilahe illallah Muhammeden Rasûlullah" demin dedim ya okul müdürü diye. Ha işte atılan çocuk açıköğretime referans verdi ve kabul edildi. Diğerinin siciline işlemişti. Bununla yola devam edersem aklını yontmuş olurum. O nedenle gerisini sana bırakıyorum. Sonuçta okulu bitirdin ve okulun ne olduğunu biliyorsun.


En başta iki şekilde bozulur dediğim aleti hatırladın mı? O yarak değil beyin. Ama çoğunuz yarak kafalı, o ayrı konu. Biraz çalışınca her şeyin rengi değişir kardeşim. Düşünmeden verdiğin kararın doğruluk ihtimali, ösym'de sallayarak tıp tutturmaktan daha azdır bebeğim. Sorgulamadan neye inandığını bilemezsin, neye inandırdıklarını bilirsin. Fark etmen bir ömür alabilir bazen. Madem buraya kadar okudun, lütfen fark et.


Hiç küfür etme. Şuraya ayet yerine götümden uydurup bir şey yazarsam amin dersin. İşte senin inancın bu kadar. Bunu aş amına koyim. Neye inandığını bil. Bakara kaç ayet, diye sorduklarında yahudi yapımı sitelerde arama. Ne bok yediğinin farkına var.



Şimdi bunları okuyan herhangi bir geri zekâlı ateist olduğumu düşünüyordur kesin. Mutlu etmeyeceğim seni götoğlanı. Değilim. Ayrıca neye inandığımı biliyorum. Her ne kadar milyonlarca kez intiharı düşünsem de, kur'an okuduktan sonra kitabın arasına bileklerimi kesmeyi düşündüğüm jileti koysam da, kafayı sıyıracak kadar sorgulasam da ateist değilim. Belki deistlik var ancak inandığım şeyler de var. Sen buna doğru yol diyebilirsin belki ama benim için en büyük acizlik. Çaresizlik ve tercihsizlik.


"Allah yoksa benim kaybedecek bir şeyim yok, ama varsa sen sıçtın" düşüncesine sahip olan tüm götverenlerim ticari zekasını sikeyim. Ulan bu nasıl mantalite?



Aslında bu yazıyı bana yazdıran en korkunç düşünce ne biliyor musun aga? "Tekrar geri gelme" düşüncesi. Yani tekrar gelmekten korkuyorum. Bunu ceza olarak düşününce daha çok korkuyorum. Ne olarak geri gönderileceğimi bilmediğim için korkunun boyutunu bile ölçemiyorum. İşte herkesin terse yatma ihtimalinin dudak payındayken kıyametin olması değil, olmaması beni dehşete düşürüyor. Düşünsene moruk; süreki geliyorsun. GTA gibi, Call Of Duty gibi, Counter Strike gibi, ölüp ölüp diriliyorsun! Tek fark aynı kişi olarak değil. Anladın mı şimdi ananın amının değerini orospu çocuğu?



İşte bu bağlamda eğer intihar etmiyorsam, cennetten girememekten çok geri gelmekten korktuğum içindir. Zaten kullanılmış yerleri sevmem. Dünya dahil, cennet hariç değil.


İn vivo cehennem!


Çok sıkılıyorum lan. Sen beğenilerini kontrol ederken, ben burada senin o boş beyninin penceresine taş atıp rahatsız ediyorum. Lakin rahatsız olan yine ben oluyorum amına koyim. İki dakikada atlayarak okuyacaksın buradakileri ve ben yine küfür edeceğim senin gibi atlayan orospu çocuklarına.



Bu kadar yeter.




Mesut Cihan Demirel.

13 Temmuz 2015 Pazartesi

Karalamaca

Nasılsın?
Uzun zamandır birkaç farklı duyguyu aynı anda yaşadığım oluyor. Anlam veremediğim çelişkiler yaşıyorum, yanlış olduğunu bildiğim ne varsa yapıyorum ve artık iyiden iyiye paranoyak olmaya başladım. Bilmiyorum amca oğlu, niye böyle yeminle bilmiyorum.

(Bu boşlukları gözlerin sıkılmasın ve okuma alışkanlığın olsun diye yapıyorum. Bu bilinçaltına yaptığım anestezik bir olay. Yani fark etmiyorsun ama okuyorsun. Sıkıcı gelmiyor veya korkutmuyor uzun yazı gözlerini.)


İçimdeki çelişkileri en yoğun yaşadığımı, birileriyle farklı şeyler konuşup kafamı dağıtmaya çalıştığım anlarda hissediyorum. Kendimle konuştuğum mevzuyu başkaları kendi mevzusu gibi anlatınca bana, buz gibi oluyorum. Hatta bugün sabah iş yerinde, Gökhan sözlerini bitirirken kolundan ''yanındayım'' mesajı vermek için tuttuğumda ''dışarıda sıcaktan ölen var senin elin buz gibi'' dediğinde somut olarak da farkına vardım bu olayın. Ya bilmiyorum kuzen, hiç sivilceden öleceğini düşünüp suratının ortasından çıkan o iğrenç beyaz başlı mikrobu patlamayıp görmezden geldiğin oldu mu? Benim oldu.


Aleyküm selam.
Yanlış olduğunu bildiğin halde yaptığın şeyler oldu mu hiç? Evet, benim sürekli... İnanmazsın belki ama kötü bir şey yaparken Allah'ın beni seyrettiğine hala inanıyorum lan. Yani aklıma direkt olarak bu geliyor ve bile bile yaptığım yanlıştan vicdan azabı çekiyorum. Haklısın, mazoşistlik bu. Hatta ileri derecede saçmalık. Peki, bu yanlışı bildiğin halde kendini engelleyemediğin oldu mu? Benim oldu.


Her şey yolunda mı?
Hepimizin gün içinde artık ''prensip'' haline gelen davranışlarımız vardır. Mesela birine laf sokmak, kanepeye aynı şekilde uzanmak, aynı cümleleri periyodik şekilde kullanmak, eve aynı saatte girmek, aynı yolu kullanmak vs... Bunları bir anda değiştirirsen ne olur biliyor musun? Kendini dinlemeye başlasın. Hasta olduğunu, psikolojik yıkıma girdiğini, depresyon başlangıcı ve hatta büyü yapıldığını hissedersin. Cevabı yoktur bunun. Cidden yoktur. Bundan beş yıl önce en büyük hobin maç seyretmekken, şimdi futboldan tiksiniyor olabilirsin. Buna şaşırmazsın. Ya da cep telefonu geçmişte arama ve mesajdan ibaretken şu an bir uzvun haline gelmiş olabilir. Buna da hiç şaşırmazsın. Niye biliyor musun? Çünkü fark etmezsin. Bilinçaltın acı çekmeni önlemek için Polyanna kesilmeni sağlar. Ama sadece vadeli durumlarda bunu yapar. O nedenle zamanla ve ağırdan olan hiçbir şeyin paniği olmaz. Hayatın gibi düşün. Her geçen gün ölüme daha çok yaklaşıyorsun ancak panik yapmıyorsun. Yapamıyorsun. Bunun okuduğun halde yapmadığını biliyorum. Neden? Çünkü bilinçaltındasın. Düzüyor seni. Hayır, tabi ki enseste girmiyor bu, saçmalama. Lakin anlık değişen ruh halleri böyle değildir. Koyu bir ülkücü uyandığın sabahın akşamında elinde HDP bayrağıyla eve dönerken seyredersen kendini kafayı yersin. Hatta normal gelen şeylere tepki vermeye başladığında çıldırabilirsin. Bak sana samimi bir şey anlatacağım. Gerçi buraya ne yazdıysam hepsi samimi ama olsun. Geçen yine buhranlardayım. Açtım Bakara-255'i okuyorum. Bilmeyenler için Ayet-el kürsi. Her neyse, abi baktım bitmiyor. Sürekli ''Allâhu lâ ilâhe illâ huvel hayyul kayyûm'' diyorum. Kafayı yediğimi düşündüm. Arapça çok sıkıntılıdır moruk. ''La'' kelimesini uzatırsan ''yok'' anlamına gelir. ''Allahu la'' cümlesinde ''la'' kelimesini uzatırsan ''Allah yok'' manası çıkar. Bunu öğrenmeden önce hiç uzatmazdım, ama o kelime bir uzuyor anlatamam öğrendikten sonra. Dilimi koparasım geldi inancın olsun. İstemsizce ha. Yazdıklarımdan sonra iyice sıyırdın sen yavrucuğum dediğim oldu. Fakat asıl kafamı karıştıran ve cevabını bulamadığım soru; acaba sürekli mi o cümleyi söyledim, yoksa aynı ayeti sürekli mi okuduğumdur. İkilemde kaldığınız oldu mu? Benim oldu.


Gerçekten iyi miyiz?
Küçücük bir mikrop hayatına son verebilir. Ya da bilmeden arsenik, siyanür, elma ilacı içersen ölebilirsin. Ne kadar aciziz değil mi? Tek kullanımlık hayatın var. Ulan Mario oyununda bile en kötü 4-5 canın varken kendi hayatında sadece bir şansın var. Gün içinde o kadar saçma sapan şekilde ölebilirsin ki anlatamam. ''Ne bakıyon lan?'' kavgasında ölebilirsin, bindiğin otobüsün frenleri patlar ölebilirsin, tuvalette sıçarken ölebilirsin ve bu yazıyı okurken ölebilirsin. Fakat ben şu an daha aciz hissediyorum, inan.
Çaresiz hissettiğiniz oldu mu? Benim oldu.



Devamını getiremedim. Bir daha ki sefere artık. Küfür yok, dua edin.


Cihan.
Demirel olan.

11 Temmuz 2015 Cumartesi

Sana da oluyor mu hiç

Merhaba, yolunda gitmeyen her şeyin başrol oyuncuları. Bu yazıyı terk edilmiş herkesin kendine olan uzaklığı ile çay bardağındaki dudak payı arasındaki mesafeye çardak kurup sallanırken yazıyorum. Hepimizin aslında yaşadığı o bir iki dakikalık gündelik travmaların tekrarına ramak kala yazmaya başladım şu an. İçimiz cehennem moruk, ama doluyor. Bir şekilde doluyor amıma koyim. Kaf suresi 30'uncu ayetin tersine içimize ne atsak doluyor! Boşalması da; kızgın tanrının, azgın şeytanı yüzünden dünyanın çeşitli bölgelerindeki felaket yansımasından daha şiddetli oluyor be oğlum. Evet, ne yazık ki gözlerin tsunamiye kafa atacak kadar şiddetli. "Yağmur neden yağar?" diye sorsalar; bilimsel yönünü açıklayan da olur, manevi yönünü siken de olur. Hatta yukarıdan biri kafamıza attırıyor diyen de olur. Böyle işte. 


Kan çanağı gibi gözlerinden kendini seyrettin mi hiç?


Dün hiç aklımda yokken bir mesaj blog'u unuttuğumu hatırlattı. Gönül koyar mısın sen de? Daha yeni tanıştığın birinin yokluğu, beş yılını verdiğin birini terk etmek kadar koyar mı lan?
- Amına bile koyar.



Ne doğru ulan bu hayatta?
Ne tamamen doğru?
2x2= 4 oluyor mu her zaman?
Buna gerçekten inanıyor musun sen hala?
1+1= 1 olmuyor mu çoğu zaman?
İki farklı yarım aynı bütünü oluşturmuyor mu en çaresiz anında?
Doğduğun yere ait hissetmiyorken, bir bedene ait hissettiğin oluyor mu senin de?
Lan onu siktir et, Allah'a bile ait hissetmiyorken çoğu zaman, dünyaya nasıl ait hissedebiliyorsun sen?



Bakış açısı, yıkım için kullanılırsa en tehlikeli silahlardan biridir moruk. Peki, bu silah yanlış ellerde mi doğruları yok eder, yoksa geri zekalılar tarafından aklını kullananları mı yok eder?



Tıklım tıklım otobüslerde tüm sesler birbirine karıştığında, bir de üstüne şoförün dinlediği ağır müzik onlara vokal olurken, sadece içindeki seslerden rahatsız olduğun oluyor mu senin de?



İçindeki çığlıklar ruhuna faça atıyor mu senin de?



Peki, normal olan şeyleri seyretmek senin de canını yakıyor mu bazı anlarda?


Geçmişte aynı fotoğraf karesine gülümserken poz verdiğin insanı, yıllar sonra tesadüfen sokak ortasında rastlarken ciğerin sikiliyor mu senin de; başını başka yöne çevirip yanından hızlıca geçerken?


Saatlerce aynı fotoğrafa bakıp Everest'ten boşluğa atlıyor ama ölemiyor gibi hissettiğin oluyor mu hiç?


Kalp atışlarının adımlarından daha yavaş attığı oluyor mu eve giderken?


Milyonlarca kazıktan, terk edilişten, yarı yolda bırakılıştan sonra karşılaştığın bilmem kaç milyonuncu yeni insana ''işte doğru insan'' dedikten sonra, o orospu çocuğu da aynı kazığı atıp aynı kervana katılırken, arkasından bakıp ''acımadı kiii'' diye attığın kahkahaların gözyaşlarına karışmasını seyretmek pedofili videoları kadar iğrenç duruyor mu yüzünde?


Üst komşun karısını düzerken çıkardığı seslere otuzbir çekerek karşılık verirken yalnız hissediyor musun kendini kanepede? Ya da günde üç posta atmak yalnızlığını gizliyor mu aynalarda?


Karşındakinin anlattığı ile senin düşündüğün şeyler birbirine çarpmasın diye kendini yırttığın oluyor mu günde bir de olsa?


Ya da aynı olaya hem şok olup, hem de gayet normal karşıladığın oluyor mu ayda bir de olsa?


İntihar edemeyecek kadar kendinden nefret ettiğin oluyor mu yılda bir de olsa?


Ses tellerinden kule yaptığın oluyor mu kış aylarında?


Aynı ses telleriyle anneni boğazladığın oluyor mu gece yarılarında?


İki farklı, hatta tamamen zıt kelimeye aynı anlamları yüklediğin oluyor mu hiç her doğum gününde?



Hayatım boyunca yara bandından öteye terfi edemedim lan. Vallah bak. Hep örtmek zorunda kaldım. Sebebi yok. fıtrat mı dersin, huy mu dersin, yaradılış mı dersin, ne sikim dersen de ama öyle işte be oğlum. Yara olmak, yaralı olmak, yara açmak ve yara kapatmak. Bu dört farklı anlamı aynı cümlede aynı anlamda kullanabilir misin? Sonrasında da dördü de olabilir misin? 


Yara olmak...
Bunun tarifi çok boktandır kuzen. Çünkü ben dahil, sen hariç değil, hepimiz önce yara oluruz. Kimimiz fark eder, kimimiz orospu çocukluğu yapıp fark etmiyor rolü yapar. Biten bir ilişki getir gözünün önüne. Kim suçlu diye ararsan yarrağımı bulursun anca. Çünkü kimse kabul etmez suçlu olduğu. Biz böyleyiz oğlum, şaşırma hiç. Her insan önce yara olur. Bak Adem babamıza. O da Cennete açtığı yaradan düşmemiş mi dünyaya? Kaba tabirle kalbi değil midir Allah'ın, cennet?


Yaralı olmak...
Bu evre bilerek yapılan bir mevzudur. Yani yara olduktan sonra kendine yer bulmak zorundasındır. Yara olmadan yaralı olunmaz. İnsan ilk yarayı kendine açar bebeğim. İnsanın kendine açtığı yara kesikle olmaz, kırıkla olur. Kırık bir cam = yaralı insan.


Yara açmak...
Yara açmak için bıçak olmak gerekir. Bunu nasıl anlarsın biliyor musun? Kırıklığından. Yani yaralı olan insan içine atar. İçine attığında batıyorsa her şey bıçak oldun demektir. Sonra dokunduğun değil, sana dokunan kanar.


Yara kapatmak...
Selam.


Arkandan konuşan insanlara küfür ederken haklı olduklarını düşündüğün oluyor mu hiç?

Ya da sadece kendini kandırdığını fark etmemek için kendini harcadığın oluyor mu hiç?

Kimsesiz olduğunu kabullenmek için ''sana ihtiyacım var'' diye mesaj attığın oluyor mu hiç bilmediğin bir numaraya?

Gölgeni görünce sevindiğin oluyor mu hiç?

Karanlığa ait hissedip odanın lambasını söktüğün oldu mu hiç?

Sevdiğin insanlara kazık attığın oldu mu hiç?

Yarı yolda bırakıp kaçtığın insanları suçlamak için kendini akladığın insanlar oldu mu hiç?

Bir gün olsun kendini suçladığın oldu mu hiç?

İnkar ederken inandırdığın şeyleri, itiraf ederken inandıramadığın oldu mu hiç?



Bu kadar yeter!







Mesut Cihan Demirel.

4 Temmuz 2015 Cumartesi

Her insan en az iki kere kafayı yer. Çünkü ilk ispat etmesi gereken kişi kendidir.

Selam ölümlü.
Bu blog benim için iyi bir keşif oldu kuzen. Kendimle sohbet etmeyeli 15 yıl olmuş resmen. Çok özlemişim kendimle konuşmayı. Eskiden ağaç dallarını kırar onlardan kendime oyuncak yapardım lan. Hatta birbirleri ile dövüştürürdüm. İnanılmaz mutlu olurdum yemin ederim. Hatta annem falan görmesin diye de saklardım kömürlüğe. Görürse elimden alır, bu çocuk delirmiş diye düşünebilir diye. Çocuk aklı lan işte ne bekliyon amına koyim. (İmla kurallarının canı cehenneme, sokak ağzı da koyacam arada idare et tamam mı? Bozuşmayalım.)



Dövüş kulübü filminde de Joe aynını yapmadı mı lan? Yalnızlıktan Tyler gavatıyla dövüşmedi mi? Aynı pisliğin laciverti. Öğğğ amına koyim iğrençti kabul ediyorum.



Şimdilerde de aynı şeyi yazarak yapıyorum. Çünkü buraya yazarken annem diğer odada oluyor. Ben de kapıyı kilitliyorum ve olayı biraz daha gizemli hale getiriyorum. Başarıyorum da la. Bunu nasıl mı anlıyorum? Hani sınava çalışırken annen mevye veya çay getirir ya, ha işte asıl amaç "bakalım ne yapıyor bu çocuk"tur orada. Annem de aynını yapıyor işte. İhtiyacım olup olmadığını soruyor. Komik değil mi? Kilitli olan her şey merak edilir bebeyim.



Şu an yalnızım.
Buzdolabının o sikindirik sesi kulağımı tırmalıyor bunu yazarken. Normalde duymadığım sesten rahatsız oluyorum lan şu an. Değerini bil orospu çocuğu.


Dedim ya kendimle konuşmayalı bir çocuğunun doğumundan ergenlik yaşına gelmesi kadar oldu diye, ha işte özlemişim lan kendimi (iki oldu). İyi ki bu blog var amına koyim. O kadar rahatım ki anlatamam. Biraz küfür var ama idare et. Gerçi buradaki küdürler küçükken mahalle maçlarında ettiklerimiz kadar değil fakat sen okurken olaya kendini vermiyorsun ondan kaynaklanıyor rahatsızlığın. Sorun sende yani at çükü. Kabul et olay çıkmasın.



Bugün özlediğim birine öleceğim günün planlarını anlattım. O da karşılık olarak "ben ölümümü planlayacak kadar cesaretli değilim" dedi. Cesaret çift yönlüdür ağalar. Hayatın boktan haldeyken ve kaybedecek hiçbir şeyin yokken intihar etmemek cesarettir, aynı oranda da her şey istediğin gibi ilerlerken intihar etmek cesarettir. Fakat -edememek ve -etmemek arasındaki fark gökyüzüne bakıp boşluktan başka bir şey görememek kadardır.


İlk kitabım çıktıktan sonra, insanlar bana "Esfel-i Safilin gerçek mi?" diye sordular. Onlara hep "Hayır" dedim. Çünkü değildi.


Belgeli şekilde atmak isterdim buraya kayıtları ama annem etkilensin istemiyorum. Cesaret demiştim ya moruko, ikinci kitabım çıkmadan önce denedim işte ben de. Çift yönlü cesaretin iki yüzünden de öperken hem de. Bayramlaşır gibi. Elinde bir kutu hap varken aynaya bakıp gülümsemek nasıl bir şeydir bilir misin? Ya da jilet? Jilet kısmı sıkıntılıdır. Çünkü başarabilme ihtimalin var. Olayı yaşayamadan gidebilirsin. İşte cesaretin büyüğü budur işte. 


96 yapımı Vampirler filminde Jack, pedere Varek'ten için "beni neden öldürmüyor?" diye sormuştu. Peder de "günah çıkarma ayini orjinaliyle birebir olmalı..." demişti. O nedenle jileti es geçtim ve yavaşça yerine koydum. Çünkü günah çıkarma ayini birebi... anladın işte amına koyim.


Beklenen oldu ama benim midem bulandı sadece. Annem sebebini sorduğunda ilaç kutusunu görmemişti. Hastanede midemi yıkadılar. Kitaptaki olayın tersine hastanedeki amcıklar bana inandı lan. Onlara spor salonuna gittiğimi ve aminoasit haplarını karıştırdığımı söyledim ve inandılar. Annem de onayladı. Çünkü spor salonu ve aminoasit doğruydu. Hikayenin devamıyla ilgilenmediler. Fark ettim ki, eğer kısmen doğru söylerseniz tamamını doğru kabul ederler. Sayısal sınavlarda "gidiş yoluna puan verdim..." sözü gerçek hayattan alıntı bence. Aha bu da kanıtı amına koyim. Kitabımdaki olayın gerçeklik payını yok etmiş bulunuyorum babacan. Artık huzurluyum...


Bak aşağıya bir resim atacam ve bu benim manzaram.


Bu manzara burada kalsın. Çünkü Muhlis Akarsu'nun "Karnı büyük obur dünya" türküsünün bir anlamı var benim için. Manzaramız mezarlıklardır güzelim...


Bazen kendine ispat etmen gereken şeyler vardır. Psikolojide buna "travma" derler. Sürekli yaşarsın. Hayatının replay tuşudur artık. F5 tuşudur...


Bu da böyle bir yazı olsun.


Son olarak, birileri size kurallarım yok derse inanmayın. Buraya bile belli kurallarda yazıp kuralların amına koyim dedim en başta şekerim. Umarım anlarsın.


Bu kadar. (Şimdilik)



Bob Marley.


Şaka lan ben, Cihan. Ehuhehue.