29 Haziran 2015 Pazartesi

Takıntı ve kısa bir teşekkür yazısı

Selam ciğersizler.
Evet, bugün biraz dertleşmek ve kitap üzerine hafif sohbet etmek istiyorum.  Aslında içimde yazmaya dair hiçbir şey kalmadı. Gerçekten boşlukta gibiyim. Herkesin geçirdiği o bir iki dakikalık bunalımın replay tuşunun basılı tutulmuş hali var ruhumda.


Şu an telefonda "Ahmet Kaya- Kara toprak (aman mamoş)" türküsü çalıyor. Artık iyiden iyiye karamsar olmaya başlıyorum. Yalnızlık, dikiş tutmayan yara ve ben sürekli o yarayı sökmekten yaradan ibaret olmaya başladım. Tanrı'nın takımına, forvet mevkisine transfer olmuş gibi hissediyorum bu aralar. Beni tanıyanlar takıntılı olduğumu iyi bilir. Bir şeye takınca yok edene kadar uğraşırım. Bunun en kötü tarafı ne biliyor musun? Her şey için geçerli olması. Yani kısıtlanmıyor bu takıntı. Şöyle ki, son takıntım ailemi kaybetmek. Bunun gerçeklik payı her şeyden daha fazla. Biri sana kolunu kaybedeceksin derse siklemezsin, ama hayatını kaybedeceksin derse işte bunu siklemezsen de gerçekliğini bilirsin. Böyle işte moruk. Bu İhtimali yok etmenin, yani açık konuşmak gerekirse kurtulmanın tek yolu onlardan önce geberip siktir olup gitmektir. Vallah bak. Bunun için ufak çaplı denemelerim oldu. Anasını sikeyim, telefonda bile konuşurken sürekli aynı his oluyor. İnsan annesiyle konuşurken öldüğünü düşünüp ne dediğini anlamaz hale gelir mi? Orospu bir his. Saç değil ki kestirip kazıtayım. Zaman sürekli öldürüyor beni. Her saniye acı veriyor. 


Koluna konan bir sivrisineği kovmak için koluna vurursun. Sonra öldürmek için uğraşırsın. Sebebini bile soramazsın kendine ve aynı oranda gram vicdan azabı olmadan yaparsın bunu. Öldürünce de rahatlarsın. Takıntı da böyle amına koyim.


Babamın ses tonu değişse hayatım sikilir benim. Ama biliyorum ölümünü seyredeceğim. Bunun iç organlarıma verdiği hasarı tarif etmeye cümlem yok. Görsel olarak da kıyamet derim sadece.


Chuck Palahniuk, "sahip olduğunuz her şey kaybedeceğiniz şeylerden biridir." demeseydi eğer ben bugün bunu düşünmeyecektim. 


Takıntım beni öyle bir hale getirdi ki rahatlamak için intihar videoları seyrediyorum. Sadist şeyler seyrediyorum. Saçma sapan kitaplar ve bilgiler okuyorum. Şükretsem kurtulacakmışım hissi ve devamında yetersizlik his silsilesi. Kurtulamıyorum, evet. Eğer psikiyatrinin bana yardım edeceğini bilsem çıkmam hiç hastaneden, ama 4. doktordan sonra benim için bu olay Galatasaray-Fenerbahçe derbisi seyretmekten farksız.


Ülke olarak abartıyı seviyoruz. En basitinden arabalarda bile ses sistemini uzay mekiği haline getirmeyi seviyoruz anasını sikeyim. Müzik demişken bir ara da bu takıntı yüzünden Bedirhan Benek'in Çetleş şarkısını dinlemekten felç olacaktım. Yeri gelmişken söyleyeyim dedim.



Küfür ve merhamet babamdan bana kalan en büyük miras moruk. Farklı olarak, merhamet mirastan çok kazık gibi geliyor artık. Bak bunu düşününce aklıma küfür ve merhamet mirasını imzalyıp üzerime aldığım anım geldi aklıma.


Dedem olacak göt lalesi babama öyle bir kazık atmıştı anlatamam. Ama babam sırf o merhameti yüzünden sesini çıkarmayıp sadece küfür etmişti. Dayım da, babama "çok küfür ediyorsun bilader az vites düş..." deyince, babam "ne yapayım oğlum, yapılana baksana?" diye cevap vermişti. Dayım alnımı kaşır gibi pişkin bir şekilde "Allah'a havale et gitsin..." diye girince konuya, dayanamadım ve babamın cevap vermesini beklemeden "iyi diyon da adam zaten Allah'ı olana sövmüyor ki amına koyim. Allah'sız orospu çocuklarına sövüyor!" demiştim. Babam tarafından ilk onay aldığım şey buydu amına koyim.


Neyse Kafanızı sikmeyeyim böyle. Zaten fonda Ahmet Kaya reyiz çalıyor. "Benden selam söyleyin... tutsakmış da ne olmuş..." ulan ne parçaymış bu. Adamı fena eder moruk.


"Kendini bırakmak" ve "birini bırakmak" asla aynı değildir. Ama ikisi de geri geldiğinde aynı haldedir. Yani tanınmayacak halde.




BİRAZ DA KİTAP HAKKINDA KONUŞALIM DALAKSIZLAR


Benim yazılarımı nasıl buluyorsun bilmiyorum ama 2010'dan beri düzenli olarak çalınıyor. Bu biraz anlamamı sağlıyor aslında. Güzel her şey çalınır değil mi? Çalan herkese helal ettim hakkımı. Çünkü fonda Ahmet abi "beni bul anne" diyor.


İkinci kitap da çıkıyor kardeşim. Alıp okuyan, beğenen veya beğenmeyen herkese şimdiden çok teşekkür ederim. Bu kadar. Ne bekliyordun? Kitap için sadece bu kadar yeter benim için. 






Son olarak Yuja Dab'ın Sivas'a geldiği günün sabah 4'üne doğru uykuyla karışık muhabbetimiz sırasında yaptığım iğrenç espiriyi de yazıp onunla kapatayım bugünkü yazıyı.


Not: Aşağıda okuyacağınız diyalog A'raf Sûresi-12/24'deki olayın Deniz Gezmiş hikayesine uyarlanmasından ibarettir ve tamamen kara mizahtır;


"Allah: neye gülüyorsun?"
"Şeytan: arkandaki cennetin kapısında 'adalet' yazıyor, ona gülüyorum."


Tam bunu yazınca arka fonda "bir veda havası" çalıyor.





Bu günlük bu kadar.






Mesut Cihan Demirel.

19 Haziran 2015 Cuma

Yasak meyve gibisin; dokunsam da günah, dokunmasam da. (Vol. 1)

Selamın aleyküm.
Gel bugün sana yüzme öğreteyim. "Biliyom amına koyim" falan deme, bu başka bir yüzme. Gerçi teorik olarak aynı şeyleri anlatacağım ama yine de oku la, başkasına dökemiyorum, başka yere de yazamıyorum. Fakir edebiyatı yapıyorum, he gavat. Neyse başlıyorum.



Bu hayattan anladığım tek şey, kendini tekrar etmek. Ne kadar yenilemeye çalışsan da kendini, hep aynı şeyleri yapıyorsun. Yineliyorsun ve yeniliyorsun. (Yenilmek) Sadece isimler değişiyor. Mekanlar, mevzular vs...



Kendine dönüp bir kere "neden?" Sorusunu sordun mu, bilmiyorum ama ben artık yaptığım hiçbir şeye cevap veremiyorum. O soruyu bile soramıyorum be aslanım. İnan ki. Zaten insan böyle deği mi; ne kadar seçenek sunarsan sun, gider kendine en zararlısını seçer. Öyle olmuyor mu kardeşim? Bak en sıkıntılı yerden örnekleme yapacağım şimdi. Cenneti düşün moruk. Hz. Adem'in cennette neyi eksikti? Ne istedi de geri çevrildi? Ulan sen bile oraya girmek için neler yapmazsın, düşün. "Yha hyr tbikde slk" dediğini duyar gibiyim. Ulan inançlı birinin amacı cennet değil mi amına koyim. İnançsızlar da ister. İnsansın, bitmez isteğin. Her neyse. Bak sınırsız seçeneğin arasında gidip yasak olanı seçmiş hz. Adem. "Neden?" Hiç düşündün mü? Sakın şeytan falan deme, yeri gelince hepimiz şeytana parmak ısırtacak şeyler yapıyoruz. Zaten senin içinde olmayan bir şeyi şeytan nasıl yaptırsın oğlum? Büyükler, "insanın içinde olacak, yoksa ne yapsan boş mırr mırr" diye söylenir ya o aklıma geldi birden. Heheh. Ne sende olan? Yenilmeye meyilli olmak. Kibir, korku, cesaret, esaret, kargaşa, panik... nefs!

Hz. Adem'den ziyade bu hayat böyle değil mi? Böyle olmadı mı? Ne kadar güvenirsen güven kendine, planlarını altüst etmeye çalışan birileri çıkmadı mı? Taş koymadı mı önüne... oluyor moruk oluyor. İnkâr etme sikerim şaftını. (Bknz. İnkâr. İnsanda olan) Birini tanımak; onun adını, şehrini, yaşını, tahsilini, ailesini, çevresini, işini bilmek demek değildir. Bugün kimi istersen iste tanırsın bu bilgilerle. Ama asıl tanımak, onun zayıflığını bilmek demektir. Sırlarını bilmek, acı eşiği denilen o bölgeyi bilmek demektir. Öğrenirse ne olur biliyor musun? Hayatını sikerler.



Belki çocuğunuz okurken "amma küfür ediyon yöğaa, iki kelimeden sonrası küfür..." tarzında şeyler söylüyor olabilir. Haklılar da. Fakat bilmediğiniz bir şey var. Yazarken canım yanıyor lan benim. Buraya yazarken harbiden yanıyor canım. Benim küfürlerim ne kadar canını sıkıyorsa, seni pratikte sikenler o kadar sıkmıyor farkındayım. Niye biliyor musun? Kötüler güler yüzlüdür. Hani bir deyim var ya; karıncayı siker, belini incitmez. Aynen böyle kardeşim. İnsan, kendine zarar veren, onu ziyan eden, acı çektiren, yara açan, içini deşen hiçbir şeyden kopamaz. Yeri gelmişken Karındeşen Jack'e de selam olsun.



Çay kaşığı olmadığı zamanlarda çayı karıştırmak için başka malzemeler kullanırız. Çatal, odun parçası falan. Sanayide tornavidayla bile yaparlar. Hatta ben nescafe içerken kaşık yoksa paketini kıvırıp kaşık yerine kullanırım. İşte kuzen bizim hayatımız da böyle. Eğer bir parçanı kaybetmişsen onun yerine koymak için aynı tip fakat farklı malzeme ararsın. Yoksa tatsız bir şekilde devam eder yaşamak, ki bulunur illa. Böyle bir hikayem var benim. Yağmurdan kaçarken doluya tutulmak atasözü var ya, ben çığa yakalandım anasını satayım.



Bak buraya yazdığım şeyler yarı yolda bırakılmaktan ziyade kendi kendime yaptığım tuzağa yakalanmak gibi bir olay. Cennet örneği vardı ya, bak şimdi nere geleceğiz. Eğer ortada bir günah varsa, eninde sonunda yapılır. Her şeyin yaratılma amacı var moruk. Günahın bile. Mecbursun. İşleyeceksin, hatta sürekli tövbeler ederek hem de. O nedenle rahatla her şeyden önce.




Bu blog'u takip edenler, ''hangi faça daha keskindir ki, vedanın surata attığı ifadeden?'' başlıklı yazıdaki olay vardı ya, onun bir parça devamı niteliğinde gibi bir şey olacak bu yazı. Kabullenmekten falan bahsetmiştim. şimdi onu biraz daha derinleştirmeye çalışacağım canısı. Bakalım neler çıkacak. Ben de bilmiyorum. Sene 2013, şubat 8. Bir elimde hap, diğer elimde elma suyu. Bilgisayar açık ve sinirden geberiyorum. İnkar, çok sikindirik bir şey oğlum. Hele gördüğünü inkar etmek en sikindiriği. Bilgisayar masasının üzerinde kuran'la göz göze geliyoruz sürekli. Hapı ağzıma atıp, üzerine de elma suyunu içip yatağa yatacağım. Planım bu yönde ama kuran orada sanki ellerimi tutuyor. Yok moruk, öyle inançlı biri değilim. Hatta şu an ölsem cehennemin kapısını görmek için bu yaşıma kadar durmadan yürümem gerekir. Belki daha fazla. Fakat kontrolü kaybediyorum her denememde. Kuran'a bakıp, ''intiharla senin dikkatini çekebilir miyim?'' diyorum. O kadar mal ki yaptığım şey, anlatamam. Ulan kabullenmek zaten insanın içinde olan olgulardan biri. Daha neyin kafasını yaşıyorsun?




Hapı attım ve meyve suyunu içtim. Ben direkt ölürüm gözüyle bakıyorum ya, karnıma saplanan ağrıyı, kusmuğumla kirlettiğim halıyı falan hiç hesaba katmadım. İntihar harbiden cinnet anıymış, ki sakinlik bu anın zirvesiymiş. En çok bunu hissediyorum. Sebebin ne olursa olsun intihar yapılacak en son şey bile değil. Bak buna inanıyorum cidden. İnanıyorum, ancak yine yaparım. Çünkü her şey bir gün tekrar eder. Benim sebebim o kadar saçma ki. ''Yalan'' Sadece yalan yüzünden kendimi gebertmeye çalıştım. Ne kadar saçma değil mi? ''Ulan salak mısın sen evladım? Sanki hiç yalan duymamışsın, kazık yememişsin, aldatılmamışsın, Alis harikalar diyarında yetişmişsin.'' Bunları ne zaman dedim, biliyor musun? O karın ağrılarının doğum sancısı gibi dayanılmaz olduğunda. Bir yandan da ölüyorsun rahatla diyorum. Allah, kimseyi kendiyle sınamasın.



Neredeyse tüm iç organlarımı temizleyecek kadar kustum. Sanki kustukça boşalan yerlere içimi kemiren şüphlerim yerleşiyordu. Bunun tarifi harbiden cümlelerle olmuyor. İçinde el bombası var ve patlamasını bekliyorsun. Ha şimdi, şimdi, şimdi... ama yok. Patlamıyor. O saniyelik krizin saatlere dönüştüğünü düşün. Bitmiyordu içimdeki kasırga. Durmuyordu beni öldüremeyen, ismini koyamadığım bunalım. Sürekli şişleniyormuş, bıçaklanıyormuş, vuruluyormuş hissi.



Peki, tüm bunların sebebi ne?
Bir anlık kabulleniş. Saniyelik patlamaların enkazını seyrettiniz mi? Eğer önlem alınamazsa, yanardağlar; saniyelik patlamayla, yıllarca üzerinde yaşadığın şehri haritadan silebilir. Yok olur. Zamanla hiç yaşanmamış hale gelir. Hatta oralı olduğunu bile ispat edemezsin. İşte bu olayı kendi hayat hikayene bantla. Bir insanı tamamı ile kabul ettiğin anda yaşayacağın sonuç böyle. Eksiği yok, fazlası var.




Ne kadar inanırsın moruk? Seni kandırdığını hissettiğin halde ne kadar inanırsın?
Hiç bana ''insanlara güvenmem, inanmam, ğööö kesinlikle o hataya düşmem'' falan deme sikerim senin o yalancı ağzını. Hiç görmediğin Allah'a bile sorgusuz sualsiz inandığın hayatta bana insanlara inanmam deme harbi sikerim. (Not: ben ateistim ki, ona da inanmıyorum hihihih deme, daha çok sikerim.)




Mutluydum lan. Yemin ederim, bir değil milyonlarca yalana inanacak kadar mutluydum. Öyle hissediyordum. Hani sevgilin sana ''aşkım şu an şuradayım yazamam'' diye mesaj atar ama orada zenci siki gibi gözüne çarpan ''çevrimiçi'' ibaresini görürsün ve içine buda heykeli büyüklüğünde bir şüphe oturur ya, ha işte ben o şüpheye ''senin ananı avradını atanı soyunu ananı...'' karikatüründeki amca gibi sövüyordum koçero.



Ama neden?
Mutluluk yeter mi?



Huzur da vardı bunların yanında. Huzurluydum. Bak şimdi bir şey yazacağım ve birkaçınız ''aa aynı biz'' diyecek. Saatlerce telefonda konuşuyordum lan. Yemin ederim, gece dahil. Beraber uyuyorduk amına koyim. Ama ben uyuyunca o başkasını düşünüyormuş. Bunun ağrısını ne kadar tarif etsem o kadar az kalır. Anlatamam ki o boşluğu. O manzarayı çizemem bile. Anasını sikeyim böyle durumların.



Bak görüyor musun?
Huzur ve mutluluk insanı nasıl intihara sürüklüyor; avradını sikeyim!



İşin garibi intiharın öldürmeyeni insana gereksiz dayanma gücü veriyor. Saçmalık bu ya, sen dayandıkça gerçekler gözüne giriyor. Normalde kaldıramayacağın her şeyi, Seyit onbaşıya nazire eder gibi kaldırıyorsun o anlarda.



Şimdi her siki eleştiren dalyaraklar okuyup ''rutin şeyleri abartıyor amcık'', ''ne var ya herkes yaşıyor bunları'', ''dünyada neler oluyor amuğa goyyum'' diyecektir. Aranızdan bazı enteller de ''Dunning-Kruger sendromu yhaa kaynımda var'' diyebilir. Hepsine eyvallah. Zaten ben çok özelim, ya da başka bir sikim demiyorum. İçimi döküyorum sadece. Oğlum sen hiç canını yakan soruları yıllar sonra sorunca yine aynı acıyı hissediyor musun? Ben hissediyorum amına koyim. Harbiden lan. Yeminle. Aklıma gelince ''Neden?'' diye soruyorum kendime ve acıyor. Lan şu yeşil ışığı son anda kaçırdığın zaman bütün kırmızı ışıklara yakalanırsın ya, aynı böyle işte bu durum. Sürekli aynı acı. Tek fark, trafikteki iki üç saniye sürüyor.




Neyse ya bugünlük bu kadar yeter. Devam ederiz bir ara kaldığımız yerden. Daha yağmurdan kaçarken doluya feyk atıp çığın altında kalacağız. Hatta şu an suyun boyu sadece dizlerimize kadar geliyor. Önce alışalım, sonra yüzeriz değil mi?



Hadi öptüm hepinizi.




Mesut Cihan Demirel.

17 Haziran 2015 Çarşamba

Kötü deneme

Merhaba, ön sevişmeyi; 18 yaşına kadar öpüşmek zanneden, 20'li yaşların son çeyreğine kadar cinsel organ yalamaktan ibaret gören ve 30'undan sonra da aslında sarılmak olduğunu bilen insanlar.


Hazır mısın?



O kadar yalnızsındır ki, odanın lambası patlamıştır ama sen bayağı bir süre elektrikler gitti zannedersin.


Sen Linkin Park'ın ''place for my head'' ve ''forgotten'' parçalarının sesini, içindeki Ahmet Kaya şarkılarından fon olan anılarını susturmak için açabildiğin kadar açarsın, etrafındakilerin sadece gözlerinden bile "amına koduğumun amerikan özentisi. Görmemiş piç..." gibilerinden küfürlerini duyarsın, hissedersin. Ama hoparlör patlasa umurunda olmaz.


Bazı şeyleri yüksek sesle anlattıkça eksilirsin. Önce cümlelerin, sonra insanların... Zamanla da anlarsın ki, Tanrı bile çoğul kalıyor senin yanında.



Arabaya bindiğinde emniyet kemerini takmak ne kadar zor geliyorsa o kadar yaşamak istemezsin.



Durduk yere okula gittiğin günlerdeki "5 dakika daha anne yaaa" dediğin sabahlar gelir aklına. Ağlarsın. Sonra da aynı gün içinde okul bitince ıstırap olacağına yemin ettiğin öğretmenleri görüp yolunu değiştirirsin. Çünkü senden bi' bok olmaz dediklerini hatırlarsın. Olmamıştır da. Geçmişteki hırsın sadece gözlerini siler uzaklaşırken.


Özel durumlarda "a" harfini yumuşatmak için kullanılan şapkanın bile senden daha çok işe yaradığını fark edersin. Yıkılırsın.



"Karını sikeyim" sözünü "kârını sikeyim" diye okuduğunda sen de fark edersin, yolda yan komşunu bıçaklasalar bile sesini çıkaramayacak kadar korkak ve "^" bu işaretin bile senden daha cesur olduğunu. Fakat sosyal medyada tam tersini ispat etmek için çırpınırsın.


Sokakta simit satan adamların, bir mevki için yalamayacağı göt olmayanlardan daha onurlu olduğunu bildiğinde, küfür ettiğin adamların kapısını açarken bulacaksın kendini.


O kadar yalnızsındır ki, yokluğunu en erken hissettiğin şey bir tuvalet kağıdıdır.


"Sessizliği dinlemek" sözü sana işkence gibi gelir. Sırf bu işkenceye maruz kalmamak için yol paranı bir dilenciye verip eve yürüyerek gidersin. "Allah razı olsun" duasını işittiğinde bu sefer de vicdanını hesaba katmayı unuttuğunu fark edersin. Kanas mermisi gibi saplanır beynine o söz. Çünkü bir dilenciyi sevindirirken Allah'ı incitirsin.

Bitti mi?
Biter mi amına koyim!


Hep yanlış yaptığın hayatta artık attığın adımı bile sayarsın. "Neyi seçersen seç aklın hep diğerinde kalır" derler ya, ha işte öyle bir hale gelirsin ki; sahip olduğunu kaybetmek, sahip olamadığın şeyleri düşünmekten daha az koymaya başlar.



Seçme şansı verilmeden geldiğin dünyada önüne hep seçenek koyarlar. Onlarca, yüzlerce. Birini seçmek zorunda kalırsın. Yine onların istediği olur.


Özgürlük sloganlarının amına koymak istersin. O bile seçenekler arasındadır.


Anlıyor musun? 


Eski sevgililerini gördüğünde aklına ilk anıların gelir, yüz ifadenle kanlı bıçaklı olursun "yıkılmadım" pozu verebilmek için. Ama onlar hep pişman olduğundan eminlerdir genelde.


Zevk aldığın her şey cehennem gibi gelmeye başlar.


Geçmişte örnek aldığın adamların zamanla şovmen olduğuna şahitlik edersin. İçin içini yer.




O kadar yalnızsındır ki, artık hoşuna gider bu durum.


Çünkü yalnızsın. Daha neyi kaybedebilirsin ki? Alacağın hangi karar korkutur, kim yokluğuyla tehdit edebilir seni?


Asıl sıkıntı ne biliyor musun? Üstteki şeylerin devamlılığı. İnan bana yalnız kalmanı engellemek için her boku yapacaklar. Üzülerek söylüyorum ki başaracaklar.


Yalnız kalmak istedikçe "Yalnızlık Allah'a mahsustur" deyip seni şirk koşmakla suçlayacaklar.


Ateist olacaksın (yapacaklar).
Yine suçlayacaklar.


Ve hiç susmayacaklar.



Bu kadar.



Mesut Cihan Demirel. 

15 Haziran 2015 Pazartesi

Babam öldüğünde; Tanrı, ateşi üzerimde yeniden yaratmış olacak.

Merhaba vicdanım.
Bugün ismini vermek istemeyen bir seyircinin ithamlarını okuyacaksın. Çok küfür edeceğimi düşünüyordum yazmadan önce ama şu an sadece gözlerimi siliyorum. Çok ıslandı moruk. Hani hiç yazıp silmiyorum, ne gelirse yazıyorum dedim ya bir önceki yazıda, demin sildim lan. İsyan ettim amına koyim ilk defa. Bak aynen şöyle yazıp sildim;

"bırak artık boğazımı. N'olur siktir git. Hep düşünmek zorunda kaldığım bu mirasını kollarımdan jiletle kazı ve siktir git artık!"



Acını görmezden gelerek yaşayabilirsin. Ama canın yanmışsa, işte bu gerçeği değiştiremezsin. Çok acıyor lan. Görmezden gelemeyeceğim kadar çok acıyor artık. Ve geçmişimi düşünmek, kendime yeni küfürler icat etmemi sağlıyor. Niye bilmiyorum fakat vicdan kelimesi bana çok orospu çocuğu gelmeye başladı iyiden iyiye. Tanıdığım herkesi o hücreye sokup, o hücreyi de dinamitle patlatmayı düşünüyorum. Ruh halim hiç iyiye gitmiyor. Hep melankolik takılmak canımı sıkıyor. Gerçi artık toplumda fırlama takılıp yalnız kalınca duygusala bağlama olayını aşmışım, yeni fark ettim. O yüzden devam etmedim o yazıya.


Sahne arkasında gizli gizli ağlayan bütün palyaçoların amına koyim!



Geçen ne yaptım biliyor musun? Yatağa girince yan odada anne ve babamın artık uyumadığını, yani kısaca öldüklerini düşündüm. O kadar düşünmüşüm ki, iç çeke çeke ağlamayla yeni tanışmış ergenler gibi kafamı gömüp hıçkırdığımı tükürüğümün boğazıma kaçıp nefesimi kestiğinde fark ettim. Şu ölmek istiyorum, hayat çok anlamsız, ölsem gıkım çıkmaz falan hep hikaye moruk. Ne kadar istersen iste hayvan gibi çırpınıyorsun. Vallah bak. Minimum 2 dakika etrafında ne varsa yardım istiyorsun. Bunu sesli dile getiremesen de tutunma yoluyla belgeliyorsun somut bir şekilde. Ben de öyle yaptım. Tabii bizimkiler uyanıp geldi ve su içirmeye çalıştılar. Annem ilk defa ağladığımı görmüş olacak ki "bir şey mi oldu?" diye soru. Cevap veremedim lan. Yalan koleksiyonuma yenisini kattım sadece. Cevabım o yönde oldu. Evet oğlum, benim en büyük korkum anne ve babamın benden önce ölmesi. Özellikle de babamın.




Bu yazıyı kız kardeşim ve spor hocalarım umarım okumaz. Askerliğimi Özel Kuvvetler Komutanlığı'nda yaptım ben. Oradayken gece nöbetler geçirirdim. Nefesim kesilirdi. Koğuşdaki arkadaşlarım bundan rahatsız olmuş olacak ki bölük komutanı Sedat üst teğmene söylemişler. Beni çağırdı yanına ve durumu anlattı. Sonra da GATA'da kontrole gönderdi. Sonuçlar çok kötüydü kuzen. Çürük raporu nedir bilir misin? Askerliğe elverişli değilsin demektir. Hani yıllarca anlatılsa bitirilemeyecek hatta uçaktan uçağa atlarken şarjör değiştirmeye kadar giden muhabbetler var ya, ha işte onu senin anlatacamayacağının belgeli halidir o rapor. Tabii bu rapor gelince ben direkt Sedat üstg. yanına gittim. Hayatımda Allah'tan başka ilk defa birine yalvardım ben. Bunu babam bile bilmez. Gönderme beni komutanım dedim. Eğer o belgeyi imzalarsam nizamiyeden çıkmadan intihar ederim dedim. Gerekirse eğitim zayiatı yazın ama beni böyle yollamayın dedim. Olay dönemin kuvvet komutanına kadar gitti. Servet paşa olayı öğrenince çağırdı yanına ve konuştu. Derdimi döktüm ben de. (Daha kapsamlı anlatırım başka zaman) Kaldım moruk askerde. Hatta en güzel şekilde yaptım. Hayatımda övüneceğim tek olay budur belki de. Sana göre boş gelebilir belki ama ben çok gururluyum amına koyim. Nereye getireceğim olayı bak. Gata'daki albay "efor sarf edersen ölürsün" demişti bana. Bu sözü cebime koydum işte. Askerden geldikten bir yıl sonra spora başladım. Profesyonellerle hem de. Hâlâ ölmedim. Niye yapıyorum biliyor musun? Babamdan önce ölmek için.



Sıkıldın mı lan?


Git bir çay koy da içelim la. Biz bizeyiz nasılsa. Ben de vicdanımı çıkarıp iki tokat atayayım.



Kendimi bildim bileli hiç karanlıkta uyuyamadım. Yuja da öyle. O göt de uyuyamaz. Hatta karanlık bir odaya bırak ölür bir saat içinde. Ben de öyle. Hihhihihi. Okursa sövecek bana. Hatta dur kanıtlı atayım lan. Küfrü hak edeyim.


O gün ikimizin de karanlıktan korktuğunu öğrendiğimde aklıma gelen ilk soru neydi biliyor musun?

Aynen bu. Cehennem karanlıksa ne bok yiyeceğiz? Bilmiyorum kardeşim. Gerçekten cehennem nerede bilmiyorum. Bu capsleri neden yaptım onu da bilmiyorum. Bir filmde adam kafasını işaret edip, ''Cehennem burada!'' diyordu. Ağlayarak. Benim için de böyle. Cehennem kafamın içinde bir yerlerde. Ne zaman yaklaştığımı fark etsem gözlerim sinyal veriyor. Doluyor her tarafı. Yangın alarmına hazır bekliyor gibi.



Hala çıkmadı vicdanım amına koyim.



Ben bunları yazarken babam içeride telefonda konuşuyor. Konuşma denilmez aslında, resmen ulusa sesleniyor. Şu mitinglerde halka doğru haykırarak rakip partilere giydiren başkanlar var ya, aynen öyle haykırıyor. Amcama. Aslında dolaylı olarak amcama da. Yani halk da amcam, muhatap da. Bilmiyorum kardeşim, bu babam çok düzgün insan lan. Vallah ben onun yerinde olsam şimdiye onuncu sabıkamın dövmesini yaptırmıştım kimlik bilgilerime. Amcamdan dayıma, dedemden halama sağ olsun kazık atmayan kalmadı adama. Sesini çıkarmaz ha. Sadece küfür eder kendi kendine. İşte bana ipotek ettiği en büyük huy da bu. Ben de kendi kendime küfür etmekten başka bir şey bilmem. Ne yaz aylarının bunaltan sıcağında dondurma yerim, ne de intikam denilen o soğuk şeyin tadını bilirim. Ben en iyi o aylarda üşümeyi bilirim.





Bir gün telefonum çalacak ve telefonun öbür ucundaki göt lalesinin ''babanız şu an bilmem ne hastanesinde yoğun bakımda...'' ile başlayan cümleyle kıyameti üfleyecek kulağıma diye aklım çıkıyor lan. Ne zaman bunu düşünsem çığlık sesleri yükseliyor beynimde. Siren seslerinden oluşuyor vücudumdaki tüm façalar. Nefesim kesiliyor, dişimi sıkıyorum, fıtığım patlarken aynı anda böbreklerim iflas ediyor... İsrafil'in sur'undan bahsediyorum amına koyim.






İşte bu durumdan kurtuluş yok. Babamın provasını dedemde yaşadım lan. Aralık ayının -27'yi bulan mevsiminde dedemin ölüm haberi geldi. Yemek yerken hem de. Yetişemedim dedemin cenazesine. Zaten ayakta duramazdım amına koyim. Babamın ilk defa çaresizlikten ağladığına şahit olmuştu kulaklarım. Babaannemin ölümü bile etkilememişti. Kanser daha mı kabullendiriyor zamanı uzatarak bilmiyorum. Her neyse. Hıçkıra hıçkıra ağlarken ağzından dökülen ''Dedeni kaybettik oğlum...'' sözünü unutmak için aldığım maddenin haddi hesabı yok. Sırf 15 paket sigara içtim. Yalanım varsa en büyük orospu çocuğuyum. Oğuz ağabey sadece 4 pakete şahit. Ali piçi biliyor amına koyim gece yarılarına kadar birini bitirmeden birine başladığımı. ''Yeter amına koyim yeter!'' dediğini bile unuttum, ama aynı gece Bekir'in getirdiği ne Jameika, ne de adını hatırlayamadığım o amına koyduğumun kafa yapıcı diğer maddeleri, babamın damarlarımı koparacak derecedeki ses tonunu unutturmaya yetmedi hala. E amına koyim, sadece kulaklarım bunu sağlıyorsa, nasıl dayansın şahit olmaya gözlerim onu o halde görmeye; elini vicdanına koy!


Üstteki maddeleri övünmek için yazdığımı düşünen orospu çocuğudur, onun için yazdıysam ben de orospu çocuğuyum.



''Kaybetmek, sen nasıl bir orospu çocuğusun lan!''
diye bağırdım gökyüzüne.
''Herkeste olan...''
diye karşılık verdi kaldırımlar.




İşte bu bağlamda ben nasıl dayanayım lan babamı kaybetmeye? Allah biliyor aynı gün siyanür içerim. İman eksikliğinden değil lan! Gerçi o da var amına koyim. O nedenle yüzüm tutmuyor avuçlarımı açıp bir şeyler dilemeye. Eminim kabul eder ama hangi yüzle Cihan efendi diye soruyor vicdanım. Neyse. Niye yaparım bunu biliyor musun? Hani Yuja'ya sordum ya; ''Cehennem karanlıksa ne bok yiyeceğiz?'' İşte bunun için.

Dünya = Cehennem!

Ne farkı kalır ki oğlum?

Ne farkı kalır babanın olmayışının, karanlıkta ilerlerken fenerinin bozulmasından?

Ne farkı kalır babasızlığı tarif etmenin, bileklerini kör bıçakla kesmekten?

Ne farkı kalır!


LSD nedir biliyor musun kardeşim? Bilme amına koyim. Siktir git. Deep web diye bir şey var. Oraya merak saldığım zamanlarda VC-17 virüsünü öğrenmiştim. Amına koyduğumun sitesi ikinci bilgisayarımı bozmuştu onu öğreneyim diye. Senin içindi baba. Bunu da arada söyleyeyim dedim. Facebook gruplarındaki ergenlerden oluşan güruhtan bahsetmiyorum. Kafasını siktiğimin geri zekalıları onu bile kendilerine çevirdiler. Neyse.



Spor erkekler için kadın düşürmektir, kadınlar için bikini giymektir. Benim için ise unutmak amına koyim. Bir an olsun unutmak. Sanki ''Replay'' tuşu basılı kalmış gibi lan. sürekli aynı sahneyi içimde yaşıyorum.



Okurken diyeceksin ki, ''Sanki en büyük dert seninki amuğa goyum'' ben benimki mi dedim yarak? Gerçekten böyle düşünüyorsan okuma. İçimi döküyorum sana sadece. Gerisi sana kalmış. Geçer falan diyorsundur belki fakat çıkmıyor içimden işte. Biliyorum eşek kadar adam da oldum. Evet, haklısın da. Görmüyor musun oğlum, yok işte yenemiyorum. Babasız kalmak, Tesla'nın hiç doğmaması gibi bir şey benim için. 


Karanlık, karanlık, karanlık!

Anla.



Çıkaramadım lan vicdanı. Çıkarıp konuşamadım amına koyim. Gitmedi de. Selamımı bile almadı. Böyle bir şeyle yaşıyorum düşün işte. Belki başka zaman yazarım onu da. Ayrıca babasını kaybedip yaşamaya devam edebilen herkesin ayağının altını öpüyorum.



Şimdilik bu kadar.



Mesut Cihan Demirel.

9 Haziran 2015 Salı

Aşkım içime gir.

Aşkım içime gir. Aşkım içime gir. Aşkım içime gir.

Ben mahpus olmaya hazırım da, sende benim içime girecek yürek var mı?

Aşkım içime gir. Aşkım içime gir.

Tecavüze uğramış gibidir mahpus, suçunu inkâr eden mahkum taradınfan.

Aşkım içime gir!

Ve o anlarda en kusursuz intihar süsüdür; mahpus duvarlarını çatlatan, müebbet yemiş mahkumun gülmesi.

Aşkım içim...

Bazıları böyledir işte; cennet olsa girilmez, cehennem olsa çıkılmaz.

Oh my god!
Yeah!





Naber lan ırkçı?
Bu yazıya beat bir şiirle başlamak istedim. Güzel oldu bence. He amına koyim şiir değil üstteki. Zaten götümden uydurdum. İsmini beat şiiri koydum.  Hehehe. Böyle arkadaşlar var değil mi? Şiir yazıp altına "koala kuyruğundaki altın sarısı hayaller" tarzı başlıklar atıyorlar. Nasıl gizemli bir şiir oluyor anlatamam. Sırf başlık şiir kadar amına koyim. Beat şiiri dedim ya aslında tepki vermek içindi o. Hani şu beatçiler ve bukowskiciler var ya o dalyaraklara ithafen yazdım bu şiiri. Adını da "Amına Koyduğumun Özsüzleri" koydum ben de.



Her şeyden önce bu yazacaklarımı Bukowski okuduktan sonra övgüler yağdırıp insanlara ahlak dersi verenler, iddaa bayilerinden çıkmayıp kul hakkından bahsedenler ve oy verdiği parti yüzünden insanları eleştirenler okumasın.




Bu kadar lak lak yeter. Bir şeyler anlatmak istiy... ben derdimi anlatamıyorum lan. Ne zaman sıkılsam, dertlensem, moralim bozulsa ve farklı kelimelerin aynı anlama geldiği duyguları yaşadığım anlarda Cüneyt Arkın'ın Battal Gazi filmlerini seyredip ağlayacak gibi oluyorum. Dalga geçmiyorum göt oğlanı. Hatta demin aynı şeyi yaptım ve dayanamayıp yazayım buraya dedim. Kanıtım da var ekleyecem buraya.


Şaşırma lan. Telefonda daha çok film seyrediyorum. O duygular da epilepsi nöbeti gibi bir anda girince astım ilacı niyetine kullanıyorum işte. İntiharı seviyorum evet. Siz nasıl anlatıyorsunuz lan derdinizi birilerine? Ben duvarlara bile anlatamıyorum uzun zamandır. 2012 Yılında herkesle paylaşırdım her şeyimi. Sonra paylaştığım insanları kaybetmeye başladım. Futbolda totem çok önemlidir ya bu da onun gibiydi. Derdimi bilen gidiyordu amıma koyim. Sanki içimdeki acıyı anlatmak onlara falçata yarası açmak gibiydi. Önce bacağa saplıyor sonra da anlatacaklarım bitene kadar çevirip damarlanını iptal ediyordum. Alışmak içinde zehir olan bir uyuşturucudur moruk. İnsan alışkanlığını bırakmak için başka bir alışkanlık edinmesi gerekiyor. Çok fazla olması gerekiyor ilkinden. Sigara içenler bilir. Nasıl kurtuldum biliyor musun? Yazarak. Hemen "ööğğğ sen de mi amağa goyen" gibilerinden klişe bir cümle kurma sikerim tahtanı. Yazarak ama kimseye okutmayarak. Adına günlük deniyor. Tek fark, yazdıktan sonra üstünü karalıyordum. Tabii her ilaçta olduğu gibi bunu da kullandıktan ve hastalığı atlattıktan sonra kurtulmam gerekiyordu. Öyle de yaptım. (Bunu yazınca aklıma Ahmet Davutoğlu'nun; herkes konuşur, Ak Parti yapar demesi geldi. Hehehe. Çok güldüm yazarken ve söylemeden geçmeyeyim dedim.) Üç yıldır rutin olarak anlatmıyorum kimseye içimdekileri. 


Aşkım içime gir.


Birilerine derdinizi anlatırsanız hemen şükretmenizi isterler. Ama suskunlarda şöyle diyordu Ecevit; "hep acı çekeceksin. Çünkü insansın. O nedenle geldin dünyaya." İşte bana şükret diyen insanlara da sırf "amına koyduğumun sığırı, ben derdimi sen teselli ver diye anlatmıyorum, en azından içimden çıkardığımı ispatlamak için anlatıyorum. Somut bir şekilde görmek için. Bunun için de seni kullanıyorum. Zaten en iyisini çekemiyorsam sikeyim acısını..." dememek için anlatmıyorum. (Ayrıca bknz. Birine güvenmek bile onu kullanmaktır.)



Aşkım içime gir.



Klisye gidip günah çıkarmayı denediniz mi? Bunu bizim işyerinden İbo'ya sorduğumda, bana cevap olarak "ben günah çıkarmaya gitsem rahibe ilk soracam soru 'gerçekler acıysa baklava niye tatlı?' olur." demişti. Bu tarz esprileri bütün facebook sayfalarında görebilirsiniz. Ben ilk defa duymuş gibi haykırarak gülmüştüm. Acımı gizlerken yaptığım gibi. Hatta çizgi filmdeki o kedi Tom gibi. Ama aynı kelime espirisine benzer anonim bir espiriyi sohbete gittiğimizde Kuran'da baskı yoktur, hoşgörüdür, temiz ahlaktır, iyi huydur vs diyen abiye "Kuran'da baskı yoksa niye çoğaltılıyor?" diye sorduğumda kimse gülmemişti. Hatta son girişimdi öyle yerelere.




Aşkım içime gir.




Kime içinizi açarsanız ve anlatmaya çalışırsanız saçma sapan teselli cümlelerinden başka bir geri dönüş bulamazsınız. Zaten yalnızlık, birilerine en ihtiyacınız olduğu anda hissedilmiyor mu lan? "Kapana kısılınca dua etmek bile Allah'ın varlığına kanıt değil midir?" demenin bilimsel yolunu bulmaya çalışmak ile birilerine içinizde cehennem taşıdığınızı ıspat etmek aynı şeydir. İnandıklarını dile getirirler ama inanmadıklarını gözleriyle çivilerler size. İşte o an içinize değmez ağızdan çıkan cümleler, kör bıçak gibi saplanmaya çalışır. Saplandıkça paslandırır içinizi.



Aşkım içime gir.


Bu kadar.


Mesut Cihan Demirel.

2 Haziran 2015 Salı

Başlık ismi bulamadım, iyi mi?

Zamanın varsa bir şeyler anlatacam sana. Lütfen atlayarak okuma olur mu? Çünkü zoruma gidiyor. Vallah bak.

Merhaba.
Bu yazıyı biraz daha geç yazacaktım ama aklımdan çıkıyor sonra. Her şeyi hatırlıyorum ama bazen yapacağım şeyleri unutabiliyorum. O nedenle aklımdayken yazayım dedim. Bugün size kitap serüvenimi anlatmaya çalışacağım. Biraz karışık ama umarım sıkılmazsın.

Hazırlanın, başlıyoruz.
Sene 2013. Daha bir yıldır yazıyorum o zamanlar ama öyle arabesk rapçiler gibi ha. O yazıları atsam buraya ve altına Arsız Bela yazsam şaşırmazsın hiç. Haziran ortalarında eski arkadaşım Tuğba Karademir, kitap çıkarma fikrini çiviledi aklıma. Önce yok falan desem de, o zamanlar ismi lazım değil bir yayınevinin editörlüğünü yapıyordu kendisi. Sağ olsun yazdıklarımı beğenen insanlardan biridir ve geçmişte çoğu kez ayrılmalar olsa da hâlâ görüştüğüm nadir arkadaşlarımdandır. Bana, "kanka yazıları toparla bu kitap çıkmalı" tarzında itekleyici gücü oluşturmuştur. Ben de kıramadım kendisini ve toparlamaya çalıştım yazıları. İki ay gibi kısa süre içinde "Dibe Vurma Sanatı" adında bir proje oluşturdum. Ağustos ayının ilk haftası her şeyi hazırladıktan sonra teslim ettim. Bir hafta sonra yayınevinin sahibi benimle görüşmek istediğini söylemiş Tuğba'ya. Ben de kabul ettim ve 15 Ağustos 2013 tarihinde yola çıktım. Önce Ankara'ya kuzenimin düğününe, sonra da İstanbul'a yayınevine geçtim. Yayınevi ile görüşmem pek olumlu geçmedi. Hatta hiç olumlu geçmedi. Çünkü kitap içeri "fazla sert" bulundu. Küfür, pornografi, şiddet ve ayetlerle betimlemenin fazlalığı rahatsız etti yayınevini. Alışık olmadıkları bir taslak sunmuştum önlerine. Yayınevi sahibinin "ben eksildikçe Tanrı benim yanımda çoğul kalıyor" cümlesine bile taktığını görünce aslında en doğrusunu yaptığımı anlamıştım. Düşüne biliyor musun bro; bok kelimesini bile sansürlemeye çalıştı adam.

Ama yayınevi, yine de benden emin olmak için makale yazmamı istedi. Tabii hemen çizgimi belli ettim. İstediğimi yazacaksam kabul ederim dedim. Anlaştık. Tabii o da hüsranla bitti. ''Bizim dergilerimiz eğitim kurumlarına gidiyor, biraz daha naif vs. yazamaz mısın?'' diye sorulunca vazgeçtiğimi belirttim kendilerine, Tuğba aracılığıyla. Gerçekten vazgeçtim kardeşim. Aklımda yoktu böyle bir şey zaten, bu da perçinledi iyice. Fakat itiraf etmeliyim ki, o yayınevinin bana tek artısı Yunus Baydal'dı. Çünkü yolda onunla tanışma fırsatım oldu. ''Hayatımda iyi ki varsın'' sözünü pişman ettirmeyen tek insan Yunus Baysal'dır. 15 Ağustos onun doğum günü bu arada. "Yeni yaşın yaş'sız olsun" anonim mesajla tanışmıştık onunla. Bak buraya da ekran görüntüsünü atıyorum:

Bu ekran görüntüsünü almak için tam 4 saat uğraştığımı bilmeni isterim. Sebebini sorma söverim. O günden sonra düzenli olarak konuşmaya başladık ve artık benim için bir uzuvdan farksız hale geldi puşt. Hehehe. Her neyse. Sona 2014'e girdik moruk. Ben yine atarlandım ama neye hatırlamıyorum. Sadece Yunus'a, ''ben bırakıyorum yazmayı, sayfaları da profilleri de kapatıyorum kardeşim. Kendine iyi bak...'' tarzında bir mesaj attım. Akabinde aradı beni ve bırakamazsın, kitabın çıkacakken nasıl bırakırsın gibilerinden şeyler söyledi. Öyle şaşırdım ki, kitap kelimesini duyunca gülmeye başladım. Ne kitabı moruk, ben kim kitap kim modundayım ancak Yunus öyle emin konuşuyor ki anlatamam. Bu Yunus çok garip bir bebedir. Yani içinin temizliğinden mi, ermişliğinden mi bilmem ama adam ne dese oluyor. (Bunu yazdığım için sikecek hayat sevincimi ama olsun.) Kitap çıkacak dedi, sen yazmaya devam et sadece. Öyle yaptım dayı. Sadece yazdım. Nisan ayıydı hiç unutmuyorum, İlk Esfel-i Safilin denememe başladım sayfada. Aklımda kitap düşüncesi yok ya sadece yazıyorum. Ama sayfanın takip sayısı 200 kişi. Bilen bilir. Sonraları yazdıkça birileri gelmeye başladı. Bu sayede Küçük Adam (Cafer Daşdan) piçiyle tanıştım. Sayfanın reklamını falan yapmış habersiz puşt. Dila var, kızsam da sövsem de, o da aynı şeyleri yapsa bir türlü kopmayan saçma sapan bir bağımız var onunla da. O da sayfayı falan reklamlamış. Bir anda sayfa sayısı 10.000 falan oldu. Ama hala yazıyorum. 3 Ay içinde 100 sayfaya yakın yazı yazdım, sadece Esfel-i Safilin isminde. Bu zaman zarfında sayfaya mesajlar geliyor kitap çıkar, bu hangi kitap tarzında. Öyle mesajlar gelmeye başlayınca yazıların altına ''hiç çıkmayacak kitaptan parçalar'' tarzında not düşmeye başladım. Hala duruyor mu bilmiyorum. Bilişim işlerinde duruyordur sayfada durmasa bile. Kanıtlı yani. Takip edenler çok iyi bilir zaten. Bir gün o kadar süper mesaj aldım ki, sayfayı takip eden bir arkadaştan anlatamam. Sırf o istiyor diye kitap çıkartasım geldi yemin ederim. Tabii Yunus da mesajlara denk geliyor. Ve olanlar ondan sonra cereyan ediyor. O ara da Lakin Yayınları yeni kurulmuş ve Yunus'un ikinci kitabı için de bir takım çalışmalar başlatılmıştı. Yunus, bir gün benim yazılardan birini Yayın yönetmeni Kazım abiye yolluyor. Tabii Kazım abi önce pek fazla dikkat etmiyor ve sonra okurum diye açmıyor dosyayı. Neyse bir gece açıyor dosyayı ve okumaya başlıyor. Yayıncılıkta en önemli şey üsluptur arkadaşlar. Yazıdan anlayan ve bu işlerle haşır neşir olan insanlar her şeyden önce üsluba bakar. (Bunu söylememin sebebi, olur da kitap çıkarmaya niyetlenen biri okur ve ona göre hareket eder falan diye. Aslında şu an bununla ilgilenen yok ama neyse bilgi bilgidir.) Kazım abi yazıları çok beğeniyor ve birkaç gün sonra Yunus'a mesaj atıp bu çocukla çalışabiliriz diyor. Daha sonra da biz irtibata geçtik. Ben önceden alışkınım ya o nedenle daha ilk konuşmadaki muhabbet şöyle geçiyor;

''Abi ben daha önce bir olay yaşadım ve yanlış anlamazsan bir sorum olacak.''

Buyur kardeşim.

''Abi ben geçen sene kitap mevzusunda çok büyük hüsrana uğradım ve tekrar aynı şeyi yaşamak istemiyorum. Benim yazıları okudun, ben biraz terso yazıyorum. Bu sorun olur mu? Yani ne bileyim sansür, tıraş falan muhabbeti geçer mi? Eğer böyle bir düşünceniz varsa hiç çalışmayalım.''

Mesut, kardeşim sen kitaba tövbe haşa 'Allah yok' bile yazsan beni ilgilendirmez. Basarım her türlü kitabını.

Eyvallah abi.

Aynen öyle oldu. Dediğini yaptı. Neyse moruk, başladık çalışmalara. Yemin ederim hala inanamıyordum bir kitabımın olacağına. O kadar heyecanlıydım ki anlatamam. Zaten sırf bu yüzden 20 kere içeriği, 6 kere de görüntüyü değiştirdim. Kitabın son halini de Dabbe Zehr-i Cin filminin son seansına yetişip gece eve gelip 00:00'dan sabah 4'e kadar düzenledikten sonra teslim ettim. Kitap 6 Kasımda, Lakin Yayınları etiketiyle çıktı. Değdi mi diye soracak olursanız, ben amacıma ulaştığım için sonuna kadar değdi kardeşim. Tek amacım vardı benim. Kitap okumamış birine kitabı sevdirmek. Bunu da gelen mesajlarla başardığımı gördüm. Kitap ismini de ESFEL-İ SAFİLİN koyacaktım ama yine Yunus faktörü girdi araya ve adını DİBE VURMA SANATI koyacaksın dedi. Bu isim bende lanetli olsa da kıramadım onu. Kitabımın isim babası, amcası oldu yani anlayacağın. Gerçi ilk ismini devam ettir dedi ama olsun.


Bak bu bölümde ne anlatacağım sana. Kitap çıkarmak kolay falan değil kardeşim. Sayfa kasmayla, kızlara hava atmayla, parayla vs. olacak iş değil. Bunu ''kitapta ne var yiaaa'' diyen götoşlara söylüyorum. Kitap için kendinden vermen gerekir. Bak bunu hava basmak için veya hayranlık duyman için demiyorum; ben bu kitap yüzünden çoğu kez morgun kokusunu çektim içime, onkoloji biriminden psikiyatri servisine kadar her yerdeki hastalarla konuştum. Mezarlıklara gidip insanları seyrettim. Kafayı kıracak kadar Deep Web denilen pisliğe girdim ve oradaki her şeyi baştan sonra seyrettim. Geçmişteki işkence, intihar, cinayet ve daha bir çok klinik vakıaları takip ettim. Ha elime ne geçti? Sadece bilgi. Rahatsız olana, midem bulanana kadar bilgi sahibi oldum. Bir kısmını kullandım, çoğunu içimde sakladım. Sen de yazacaksan öyle yap. İki tane içki şişesi alıp elinde, ipimle kuşağım sikimle taşağım deyip dolanma. Veya ne bileyim ünlü şairlerle resim çekilip profilinde sükseli cümlelerle yayınlama. Bunlar seni iyi yazar, şair yapmaz. Çünkü sonraki hareketlerin çelişkiye düşüyor, komik görünüyorsun, yazık. Yani bana yutturamazsın canısı. 

İkinci kitap da çıkmak üzere bu arada fakat Dokuz Yayınları'ndan. Neyi fark ediyorum biliyor musun? Her kitapta yakınlarım ölüyor. İlk kitapta Anneannem ve babaannemi kaybettim. Anneannem kitaba başlarken, babaannem kitabı bitirirken vefat etti. İkinci kitaba başlarken Dedemi kaybettim ama bu sefer biterken kimseyi kaybetmedim. Sadece kanser olan arkadaşımın tedavileri boka sardı iyice, onun dışında herkes normal seyrinde. Ama en çok kaybı 2012 senesinde yaşadım. Liste yapsam buradan köye yol değil, üst üste koyup tepesine çıksam Allah'la göz göze geliriz. O derece. (Hemen küfür et orospu çocuğu, geç kaldın.) 


Ha bir de iki güzel söz yazana ''ne kullanıyorsun'' tarzında saçma sapık şeyler sorma amına koyim. Delleniyorum. 

Son olarak; hazır söz demişken, Google amcada çoğu sözümü çalanları gördüm. Üzüldüm doğrusu. Yani biraz vicdanlı olun. O ağzınızdan düşmeyen Allah kelimesine saygınız olsun. ''Ben ateistim yeaaa'' diyen piçler de vardır şimdi, onlar da genel ahlaka saygılı olsun. Zira sözüm ona ne sırat köprüsünden geçerken, ne de cehenneme girerken besmele işe yaramaz.

Anlamadın mı?

Yani diyorum ki; OROSPU ÇOCUKLUĞU yapma.


Bu kadar.


Mesut Cihan Demirel.