27 Ağustos 2016 Cumartesi

Yoruluyorum

Merhabalar.

Bizim evin hemen aşağısında yıpranmış bir durak var. Canım sıkılınca oraya gider otururum, çünkü hiç kalabalık olmaz. Karşısında da harabeye dönmüş, ağzına kadar tıka basa doldurulmuş baya büyük çöp konteyneri var. Nedenini bilmiyorum, ancak akrabam gibidir kendisi. Bazen içindeki fazlalıkları çıkarıp dibine bırakırım. Buna bir anlam veremesem de hep tekrarlarım. Hani yaşattığını yaşamadan ölmez ya insan, bir gün, ya da bazen bana da böyle yapan, yani içimdekileri hafifletecek biri olsa diyedir belki. Bilmiyorum.


Durağın arkasında kocaman park var. Hatta durak ile park bitişiktir. Parkta çokça bank olsa da ben, parktaki banklar yerine genelde gider durakta otururum. Çünkü zamanın cidden su gibi akıp gittiğini sadece yarım saatte bir gelen otobüsten anlıyorum. İki seferde akşam oluyor sanki.


Bugün yine oturuyorum durakta. Telefonumda da o sıra Grup Yorum'un "Bu Kente Yalnızlık Çöktüğü Zaman" parçası çalıyo. Yaşça büyük bir adam geldi. Müziğin sesini kısmadım. Zaten adam da eşlik ederek dinledi, dinlerken de cebinden kaçak sigarasından bir dal  çıkarıp içti. Parça o kadar uzunmuş ki, ikinciyi yaktı. Üç fırt çekmeden otobüs göründü ufukta. (Yaklaşık 200 m.) Sonra otobüs iyice yaklaşımca, bizimki telaşla çekmeye başladı sigarayı. Korku anındaki nefes alışverişi gibi.


Neyse, abimiz, otobüsün fren yapıp yavaşlamasıyla önce cebinden başkasına ait olan indirimli kartı çıkardı, sonra da bana dönüp, "Teröristleri dinleme gardaş" dedi. Diğer taraftan da ağzındaki kaçak sigarayı, durağın demirinde söndürmeye çalışıp durağın arkasındaki parka fırlattı...

Konuşacak, kıyas edecek o kadar çok cümlem varken sustum. Otobüs gözden kaybolunca da doğrulup eve geldim.

İşte bu kadar.


Mesut Cihan Demirel.

16 Ağustos 2016 Salı

Hazır duvar demişken

Merhaba moruk.

Kurgu sever misin, bilmiyorum ama bunu senle paylaşmak istedim. Uzun zamandır yazmıyodum, iyi geldi...


Kendimi bildim bileli bu tuvaletteyim. Pislik temizliyorum. Sabah namazından yarım saat önce açıyorum, yatsı namazından sonra kapatıyorum. Camiye çok yakı. Bir kere zorla babam Kur'an kursuna yolladı, mesafeyi oradan biliyorum. Dindar değilim, hiç de olmadım. Bir keresinde Yakub ibnesi, sırf ona gülüyorum diye tokat atmıştı bana. O günden beri gitmiyorum. Geçen cuma öldü, cenazesine katıldım, başka bir imam, "Hakkınızı helal ediyor musunuz?" diye sordu üç kere, üçünde de helal ettim. Sırf mahşerde karşılaşmayalım diye.

Hazır mahşer demişken...

Çekmecede çakmağımı buldum da, o yüzden aklıma Baturay geldi. Günahını aldım bugün, ama bu vesileyle de sigara içmedim. Bir nevi sevaba girdi sayılır. İnşallah o beni duyar da hakkını helal etmez. Sevmediğinden değil ha, mahşerde bulamazsam diye çok korkuyorum. Kocaman yer, kim kime dum duma.

Boktan bir yerdeyim demiştim ya, ya da tuvalet, neyse işte. İnsanın içi dışı bir olduğunu pislik temizlerken anladım. Burada başıma gelen tek güzel şey, frekansını zor tutturduğum radyoda çalan Neşet Ertaş'ın "Ah yalan dünya" türküsüydü. Onun da yarısını önümde durup adres soran tır şoförü yüzünden dinleyemedim zaten. Hayat işte.

Hazır tır demişken...


Baturay, hiç otobüse binmezdi. Evi ile okul arasında yaklaşık 3 km yol vardı ama o hep yürürdü. Çarşıda buluşurmak için sözleşirdik, gene yürürdü. Hep yürürdü.

Bizim burada, merkezde Kongre Müzesi var. Müzenin yanında da kocaman Atatürk heykeli. İşaret parmağıyla yeri gösterir. Bunu ilk Baturay fark etmişti. Hem de kafası güzelken.

Hep orada buluşurduk. Çünkü Baturay, kafası güzelken o heykele bakıp, "Atatürk, resmen buraya gelin diyor lan" demişti ve Sonra da dönüp şöyle eklemişti; "Ata'mın işaret ettiği yerde buluşalım."

O günden sonra hep orada buluştuk. Bazen Baturay'ı orada sızarken bulurduk.

Bir Songül'ü severdi, bir de Galatasaray'ı. Ama ne Songül'ü Galatasaray gibi severdi, ne de Galatasaray'ı Songül gibi.

Zaten uyuşturucuya da ilkokul beşinci sınıfta başlamıştı. Songül'ü unutmak için. Ya da Ersin'in elini tutmasını unutmak için. Ama muhakkak unutmak için.

Bally çekerken, "niye yürüyorum biliyor musun?" diye sormuştu. Daha cevap bile vermeden "çünkü" demişti, "bir gün böyle yolda yürürken lüks bi' araba yanımda duracak, içinden çok zengin, zengin olduğu kadar yaşlı ve çirkin götleğin teki çıkıp hayatımı değiştirecek gibi boktan bi' umudum var. Belki saçma ama cidden en büyük umudum bu. Zenginler zor ölür biliyorum, o yüzden tedavisi imkansız olan hastalığa yakalanan bi' orospu çocuğunun dünyadaki son çılgınlığı olma hayalim var anlayacağın. O yüzden yürüyorum." Ben de önce içimden, "zenginler, imkansıza inanmaz amına koyim" ardından da dışımdan "zengin olup beni unutma ha" demiştim.

Sonraları ben de yürüdüm. İnanmıyordum ama istemsizce yürüdüm. Hep yürüdüm. Hâlâ da yürüyorum.

Neden mi?

Çünkü o konuşmadan üç ay sonra yani dün, bir tırın altında kalmış Baturay. Hayali gerçekleşemeden öldü gitti. Ben devraldım görevi. Çünkü düşündüm de, benim de bu dünyada başıma gelmesini bekleyecek daha iyi bir umudum yoktu.


Hazır umut demişken...

Songül'ün düğünü varmış haftaya. Varmış, diyorum çünkü davetiyesi gelmiş. Cenazeye gitmeden önce eve uğramıştım, o arada gördüm. İşin tuhafı ne biliyor musun kuzen, gözlerim sadece "Ersin&Songül" ibaresini aradı istemsizce, fakat yazmıyordu. Yoksa içer içer gidip düğünlerini basar "ulan iki gün yas tutun orospu çocukları" derdim. Olmadı.

Çünkü Baturay'ın öldüğünü de Songül'den öğrenmiştim. Belki ikisi de vicdan yapar diye düşündüm. Çünkü Ersin ibnesi, bile bile Songül'le takılmıştı. On bir yaşından beri de başkasını sevememişti Baturay. Nasıl sevsin ki?

Dün "Baturay'a vuran tır şoförü, Songül'den vicdanlıymış, sanki gerçeği biliyormuş gibi onu aramış" demiştim, tabii gerçeği sonra öğrenmiştim.

Bizim Batu, hiç telefon şifresi koymazdı. Gerçi numara da kaydetmezdi. Çünkü ezbere bilirdi herkesi. Bir tek Songül'ü kaydetmiş, hem de "Acil" diye. Çünkü onu unutmaya çalışırken aklında tutamazdı. Haklı da.

Kazadan sonra aramışlar Songül'ü, o göt de beni aradı, baya saydı sövdü. Hiç sesimi çıkarmadım. Diyeceğini deyip kapattı yüzüme zaten. Sonra aradım Batu'yu, öldü dediler. Bugün gömdük işte...

Ben mi?

Cenazeden beri yürüyorum. Kime sorsam çakmak yok. İçimden "Hepiniz mi Yeşilay'cı oldunuz a ibneler" diyorum. "Ulan Baturay, ölmenin sırası mıydı, çakmağım sende kaldı..." diye hayıflanırken yine bu boktan yere geldim, ya da tuvalet, neyse işte.

Hazır Baturay demişken...

Demin paspas atarken aklıma takıldı moruk, şimdi bu Songül, harbi nasıl unutacak ulan Baturay'ı?

Neyse ya, her tarafı bok götürüyor zaten, az laf, çok iş. Müşteri gelmeden temizleyeyim şurayı. Ulan Bünyamin, temizlemekle biter mi dünyanın boku?



Hazır bok demişken... nasılsınız?


Mesut Cihan Demirel.