31 Ağustos 2015 Pazartesi

Veba -ğlaç

"Merhaba" dedikten sonra kasıyorum kendimi kuzen. Hele yazdıktan sonra, sinir oluyorum. Ateizme gönül veren birinin, ortama girerken "Selamu aleyküm" pelesenki var ya moruk, ha işte öyle bir şey şu hitap mevzusu. Nasıl anlarsan artık. İnternette "merhaba." diye sadece yazar-çizer tayfasına yazılır. "Slm" da tanışmak istediğin kız/erkek için kullanılır. Bazıları "sa" yazar, kimi "nbr" yazar... ama en samimisi Ronaldo'nun, ünlü bir mankene kendi fotoğrafını atıp "hey" yazması geliyor bana. Adamın amacı belli en azından. Ehuhehahu.


Ne diyorum amına koyim ben?
Kuzen ruhum daralıyor lan. Sebepsiz yere ağladın mı hiç? Ben bu sıralar sürekli yapıyorum. Kimse görmesin diye palyaço makyajını dövme yaptırmış durumdayım. Ağlamaktan bitap düştüm avradınu sikeyim, anla işte. (Bitap kelimesini doğru yazmak için Google'a baktım, öyle beynim ezilmiş)



Bazı insanlar bağlaç gibi lan. Hayatına girince bir anlam katıyor. Cidden bak. Kocaman diye nitelendir ömrünü, bir insan ne kadar küçük ama hayati yer kaplıyor gör. Bağlaç da öyle. Uzun bir cümlede küçücük iki harfi getir gözünün önüne. Aynı. Sonra bu bağlaçlar ek oluyor ve artık ayrılamıyorsun. Ayrılınca eksik hissediyorsun. Ve aynen "slm nbr nslsn" oluyor ve öyle devam ediyorsun yaşamaya. Mal gibi, bazı insanlar harf gibidir, bazıları kelime, bazıları cümle, bazıları imla, bazıları anasının amı tarzında benzetme yapmayacam burada ama sen anla. Fakat bazıları TDK'da yeri yok ama her dilde olan (Türkiye'de) bağlaç gibi. Gerçekten. Bknz. Amına koyim.


Saçmalıyorum, öyle değil mi? Bence de. Konuya da giremem biliyon (-rsun) artık beni. Yine de oku lan. Siktir et, sorgulama.



Bugün ne fark ettim biliyor musun? "Gereksiz özgüven" konusunu. Bak moruk, eğer kendine çok güvenirsen yarrağı yedin demektir. İlk güvendiğin kendinsen,diğerlerinin seni yanıltması zoruna gitmiyor. Çünkü kırdın o aynayı daha önce sen. Ta çocukken başlıyor bu durum. Çocukken güvendiğin her şeyin seni kandırdığını öğrendiğinde "normal" şeyler zoruna gidiyor. Hatta gözyaşı döküyorsun. Bak bugün Mehmet bana şöyle dedi;











Okudun mu? "Çivi çiviyi söker" demenin somut hali. Bizi yaşatan şey, öldürür.(Bknz. Su) Acı çektiren, mutluluk verir... örnekleri çoğalt sen işte. Cidden böyle, acıyı acıyla dindirmek ne demek biliyor musun? Bileklerini kesmektir. O an ölüm gelmez aklına. Çünkü ölüm "acının bitmesi" anlamına gelir. Ruh ve Sinir Hastalıkları bölümünde ismini vermek istmediğim bir hasta, bana çok doğru bir şey söylemişti. "Ruhumdaki acıyı dindirmek için bedenimi kullandım" dedi. "Neden?" sorusu çok orospu çocuğu bir soru lan. Neden biliyor musun; çünkü cevabını bildiğin sorudur. Bile bile sorarsın. Kendini yanıltmak için. Ters köşeye yatmak için, hatta kendi kalene yılın golünü atmak için. Ben de sordum. "Yaşıyor muyum, bilmiyordum. Bilmem gerekiyordu." Hadi bu cevabı "normal" dediğin at yarraklarından duy. Bok duyarsın. "Kabusun rüyadan tek farkı hissetmektir" gerçek gibi gelen iyi rüya görmedim ben. Gördüğüm rüyaların tersini yaşasaydım hiç gece olmazdı lan. (Aforizma değil)


İçimdekilerini ilk birine anlattığımda, gelen cevap "başın sağ olsun kanka" olmuştu.



"Öncelikle şunu söyleyeyim..." diye girilen bütün cümleler "zorlama"-dır. Zoraki yazılır/söylenir. Çünkü karşılık vermek suretiyle kullanılır ve genelde "övgü" sonrasında çıkar ağızdan. Verdiğim bilginin tillahını sikeyim ya.



Bu kadar. (Uzatılır zamanla bu yazı)





Mesut Cihan Demirel.

28 Ağustos 2015 Cuma

Saçma (mermi olan)

Selam, yine ben.
''Anlaşılmak'' kelimesinin ağırlığını yaşadın mı kuzen? Hiç tanımadığın birinin cenazesine gidip hayvan gibi ağlamayı bile açıklaya-biliyorken, içindekileri birilerine anlatamamanın acısını bilir misin ciğersiz? Çok çaresiz bir durumdayız. Rastgele iki saniye arasına sıkışmış bir ömrün içinde nasıl sıkıla-biliyoruz farkında mısın? Öncesinde sürekli denediğimiz her şeyden zamanla bunalıyoruz.


İnsan korkularını özler mi lan!


Titanic'i üst üste üç kere seyredersen sıkılırsın, fakat hala en iyi filmler arasındadır. Anlıyor musun? Bir tane doktor getir gözünün önüne. Kardiyolog mesela. İlk başlarda zorlandığı meslekte, kurtaramadığı hastalar yüzünden ağlaya-biliyorken, zaman ilerledikçe ölümler basit gelmeye başlamıştır. Bir hasta yakınına kolaylıkla ''hastamız ex oldu'' diyebiliyor. Bu olayı gözümle gördüm lan. Yeminle bak. Üniversite birinci sıınıfın sonlarına doğru Ahmet Akyıl'ın babası kredi kartları yüzünden sürekli intihar ediyordu ve biz de aynı rutinlikte çıkarmaya gidiyorduk hastaneye. Bir gün asansör beklerken Kardiyoloji bilimindeki feryatlar içimi yakmıştı. İnsanoğlu hep meraklıdır ya, gittim ve doktorun sakinliği başımı döndürmüştü. Öyle ki midem bulanmıştı. Adam ''lütfen sakin olun, hastamız sadece ex oldu'' diyordu, etrafındaki insanlar duvarları çatlatacak derecede çığlık atıyordu. ''EX'' kelimesinin tıptaki anlamı ''ölüm''müş. Ahmet,''bir gün bu sahneyi ben de yaşayacağım, prova oldu.'' demişti. Sonra da gülmüştü. Babasının yanına kadar kahkahaya dönüşmüştü bu gülüş. İnan bana moruk, böyle içten gülüş görmemiştim. Ulan yemin ederim, hiç kimse sürpriz doğum gününde bile bu kadar içten gülemez. Fakat aynı kahkaha babasını görünce bitmişti. İnsan her sike alışıyor lan. Nefret ettikçe alışıyorsun. Nefret ettikçe saplanıyorsun dünyaya. Nefretin seni ayakta ve hayatta tutuyor. Buna acı da eklenince Japon yapıştırıcısıdan daha sıkı oluyorsun, nefret ettiğin hayatına. Nefret ve acı, gülümsemeyi öğretiyordu insana. En zor rolü bu olsa da öğreniyordu bir şekilde, insan.


Yalanlara da öyle. Yalan, bisiklet kullanmaya benziyor moruk. Önce zorlanıyorsun, sonra ellerini bırakacak derecede profesyonel oluyorsun bu konuda. ''Yılandan korkmam, yalandan korktuğum kadar'' atasözü var ya, anasını sikiyorsun o atasözünün. Kobralar secde ediyor dilinin önünde. O derece oluyorsun inan.



Hayatımda bir kere yalan söyledim ve hala onun bedelini ödüyorum. İkincisini söylemeye götüm yemedi açıkçası. Çünkü söyleyeceksem, ilkinden büyük olmalıydı.


Ahmet'in ilk intiharda-ki ses tonu ile on beşinci intiharda-ki ses tonu arasındaki fark, Antalya ile Moskova iklimi arasındaki fark kadardı. Alıştıktan sonra her şey böyleydi moruk. Kafa kesme sahnelerine bakamayan insan, yirminci videoya yemek yerken bakabilecek kadar olabiliyordu. İlk heyecanlar vardır hayatında. Onun anasını sikeyim ben, hiç tekrarı olmaz. Olmuyor. Doğduğum şehre yıllar sonra gidince küçüklüğüm gözlerimin önünde oynuyor ve ben artık sığamıyorum o kareye. Bunun tarifini nasıl edeyim be orospu çocuğu?


Şimdi İlber Ortaylı siki yemiş gibi birileri çıkıp, ''e yarram ne bekliyordun ki?'' demeden önce söyleyeyim, ben bu amına koduğumun dünyasından hiçbir şey beklemiyorum. Çünkü beklentinin cinsel organını yemekten kevgire döndüm. Beklenti bana geldiğinde pedofiliydi annem. Çok küçük yaşlarda ettiğim duaların karşılığını bulamadım ben. Bunun ne demek olduğunu ne sen anlarsın, ne de ben senin o sadece çıkarların için kullandığın beynine sokabilirim. Bunu deyince aklıma Hakan Günday'ın ''matematiği kötüydü ama çıkarlarını iyi hesaplardı'' sözü geldi. Her neyse. Lan o değil de bizde bazı kalıplar var ya, üstte belirttiğim İlber Ortaylı benzetmesi yapınca aklıma geldi, bir şey olunca ''deli mi sikti'', ''müneccim boku mu yedin'' denir hani. Oğlum çok komik lan. Aklıma Yeşilçam filmleri geldi. İbnenin biri kabadayıya kan veriyor sonra da adamın huyu suyu değişiyor. Bence ''deli mi sikti'' sözünden ilham alınmış. Sanki keramet sikte, kanda, bokta anasını sikeyim. Gerçi ne olacak, çok görmeyin, AIDS hastalığını sadece cinsel yolla bulaştığını çivilersen bize, olacağı budur. ''Delilik'' bir hastalıktan çok seçimdir taşşağını yediklerim. Fakat bunu kimseye söylemezler. Çünkü Dövüş Kulübü'nün birinci kuralı: kimseye bahsetmemektir. Hehehe. Kendimi kulüpten atılmış eleman gibi hissettim lan. (buraya üzülmüş bir surat gelecek)



Acılar somuttur fakat gözle görülmez. Tıpkı "plastik", "kredi", "Trabzon", "elektrik" gibi ünlü harf olmamasına rağmen okumamızın tersi gibi. Orada "ı" ve "i" harfi yok, ancak var gibi okuyorsun. Bazı şeyler de böyle moruk. Anlatamıyorsun, tarif edemiyorsun, görüyorsun ama olmuyor. Geçen yazıda "İmam Hatip Lisesi önündeki Atatürk büstü" örneği vardı ya, onu anımsa şimdi. Ne kadar nefret edersen et, belli bir zaman sonra "görmezden gelme" yeteneğini keşfediyorsun ve fark etmiyorsun nefretini. Varlığını yok olunca biliyorsun. Her şeyde olduğu gibi. 


Sahip olduğum tüm parayı verdiğim ilk şey "Grup Duman, Alışman Lazım" kasetiydi. Evet, kaset. Sebebi de "benim" diyebildiğim tek dostumun babam tarafından elimden alınmasıydı. Bir köpekten bahsediyorum. İsmi Duman. O sebeple aldım kaseti. Üstünde de bana söylenmiş gibi bir söz vardı. "Belki Alışman Lazım" diyordu kaset. Ama en çok "Haberin Yok Ölüyorum" parçasını dinledim. Sevgilim yoktu lakin acı çekiyordum. Kolum kopmuş gibi hem de. Acıklı film seyrederken hissettiğin her şeyin sana kafa atması lan işte, anla. Herkesin en gereksiz tribi vardır moruk. Benimki de buydu, geçmişe bakınca.


Saatin akrebini ve yelkovanını aynı sayılarda yakalayınca "acaba biri beni düşünüyor mu?" olayı var ya, hatta sevgililer birbirine mesaj atar. "Aşkım sen de beni mi düşünüyorsun?" sorusuna, cevap olarak "evet aşkım" yalanının olduğu mesajdan bahsediyorum. Ha işte o mesaj ne kadar yapmacıksa, o kadar tiksiniyorum dünyadan.



İyice, hoşlandığı kızla konuşurken konuya giremeyen bebeler gibi oldum lan. Bir türlü konuya giremiyorum, çorba ediyorum. Sıkılıyor musun? Neyse. Biraz girmeye çalışayım konuya. Rahatsızlığımın sebebi psikolojikmiş lan. On yıl önce sebebini buldular, şimdi de adını. Psikoz-muşum. Doktorla konuştukça sırasıyla duygusal psikoz, şizofrenik psikoz, bipolar, ünipolar olduğumu düşündü. Abi doktorlar çok değişik lan. Bir cümle içinde iki farklı hastalık ismi koyabiliyorlar. Hatta ikisini birleştirip başka bir hastalık bile bulabiliyorlar. Adama anlatamıyorum diyorum. Bana güvenebilirsin diyor. İyi de amcık, benim sorunum güven değil ki. Anlatamamak. Yani istem dışı bir şey. Bknz. Tik. Güvenmemek bir seçim. Bunu idrak edemiyor işte. Sonra bana güven diyor. Güvendiğim orospu çocuklarını bir bilse bu soruyu sorduğu için öz anasına söver. Ama farkında değil. Biraz anlatıyorum. O kısacık sürede bile önce hasta olduğumu düşünüyor, sonra bu hastalığa isim arıyor. Imm Cihan Bey, sanırım hastalığınız depresip style. Yok yok Ceyhan Prensi Adana. Amın feryadı. Yanlış anlama moruk, derdim beni anlaman veya taktir etmen değil. Kevin Costner'ın oynadığı Su Dünyası filminde tek gözü olmayan adam "sifonla çıkmayan pisliksin" diye bir cümle kurmuştu, tam benim içimi anlatmış lan. Valla bak. Benim içim de öyle. Temizleyemiyorum. Hep rahatsız eden bir şeyler kalıyor ne yaparsam yapayım. Sifon mu yetersiz, yoksa pislik mi inatçı, bilmiyorum. Bildiğim tek şey hep orada olması. Temizlemek isterken de başka bir yeri pisletiyorum. Hani parmağında bir et parçası çıkar ve onu çektikçe aşağı doğru iner ya, çekerken hoşuna gider fakat bittiğinde acı başlar. Tam böyle lan. Tam bitti derken 90+'da gol yemek gibi, sevdiğin kadına evlenme teklif edeceğin gün "sıkıldım, ayrılalım" mesajı almak gibi, hatta bir oyla seçimi kaybetmek gibi. Bir türlü olmuyor. Asıl zor olan bunu insanlara sezdirmemek. Ajan olmak ne pis bir şey lan. Korku filmlerinde katil çıkan bahçıvan olmak nedir bilmiyorsun amına koyim. En fazla espiri yaparsın, ya da Şahin K. filmlerinden bilirsin göt lalesi. (Nilgün Marmara'nın Kırmızı Kahverengi Defter kitabı aklıma geliyor göt lalesi deyince)

Hem neyi anlatayım lan? Allah için söyle; imlayı trip atarken kullanan, pisliğini kapanarak örtmeye çalışan, bulduğu her kız numarasına boş mesaj atıp delikanlı pozu kesen, feysteki kızlara güvenmem deyip aynı platformdaki kızlara kırılgan aşık rolü yapan, Allah kitap deyip pedofili olan, arkasından sövdüğü adamlara içten içe özenen mallara neyi anlatayım? Cobain'e nazire yapmak gibi olacak ama hangi doğruyu sokayım bu mallara? Şu fontu değiş, gözlerim bozulacak diyen insanlar da var. E ben yazarken hem ruhen, hem bedenen, hem de manen kör oluyorum. Öyleyse okuma atın taşa sıçtığı.(bu küfrü demin bir yerde duydum lan, çok hoş bence) Zaten doğruluk veya gerçeklik vaadi vermiyorum amına koyim. İçimden geleni yazıyorum, içinden geliyorsa oku, gelmiyorsa okuma. Bu kadar basit.


Ataması olmayan öğretmenleri getir gözünün önüne. Hayat böyle işte. Hep kayıp. Ne kadar çalışırsan çalış bitecek. Hem de hiç hazır olmadığın anda. İntihar dahil, kamyon kazası hariç değil. Ne boktan değil mi? İnançlıysan iki kere boktan. Sevinme amın oğlu; değilsen de iki kere boktan.



Neyse bu kadar yeter. (Neyse fak der gibi oldu. Hihihi)





Mesut Cihan Demirel.

22 Ağustos 2015 Cumartesi

Şeytan'ın Avukatı (mısın?)

Selam ruh hastası.
Birkaç gündür inancımı sorguluyorum kuzen. Ta en başa döndüm. Şeytan'ın Azazel olduğu zamana. Düşündüm iyice. Belki sen de yapmışsındır geçmişte. Her neyse. Bu yazıyı yazmayı da sabah planladım. Aslında "plan" bana göre değil. Çünkü 15 yaşından beri planları erteledim. "Yarın ölmüş olurum, o yüzden bugün içimde kalan her şeyi yapayım" düşüncesine sahip büyürseniz emin olun "plan" kelimesi ile "zaman kaybı" aynı anlama gelir. Eğer Poll'ün dediği "her erteleyiş cinayettir" sözü doğruysa, Charles Manson, hatta aynı gece iki farklı ülkede cinayet işleyebilen RWETGİ bile benim yanımda Ronaldo'nun karşısındaki Servet Çetin gibi kalır.


Bugün sabah şeytan tarafından düşünmemi sağlayan bir cümleyle uyandım. Ateist olmasa da derin düşünen bir arkadaşım nereden veya kiminle beyin fırtınası yaptıysa beni arayıp konuşma sırasında "şeytanın görevi kötülük yapmak, iyiliği istese de yapamaz. Çünkü kibir ve ego kazanına düşmüş, hehehe."dedi. Bir sürü şey konuştuk, fakat aklımda bu cümle kaldı. Oğlum harbi böyle mi lan? Şeytan, gönüllü müydü? Hani şu intihar komandoları var ya, onun gibi miydi? "İğne deliği kadar görseydiniz kadanızı secdeden kaldırmazdınız" sözü ne kadar gerçek, doğruluğunu bilmiyorum ancak çağrışım yapan hadislerde, peygamberin cehennemin ne kadar kötü bir yer olarak tarif ettiğini biliyoruz. E şimdi hangi mantık bunu görev olarak üstleni? Hz. Musa bile (kudretini) gördüğünde baygınlık geçirmişken, A'raf suresinde nasıl karşı çıktığını gördük hepimiz şeytanın.


"Görev" kelimesi, bir amacın varsa anlamlıdır. E moruk, şeytan bu dünyanın sonunda ne bekliyor olabilir ki bu göreve soyunsun? Oğlum bak, güncel örnek veriyorum şimdi daha iyi kavra diye, kimseye yapmam. Fenerbahçe tam 10 transfer yaptı değil mi? Başkan Aziz Yıldırım, çıkıp "(şüphesiz ki) biz bu transferleri ligi sonuncu bitirmek için yaptık" derse taraftar ne yapar? Anlıyor musun? Ne farkı var lan şeytanın bu görevi üstlenmesinden?



Çok saçma lan. Nihilist takılıp intihar edemeyecek kadar korkak olmak ve amaçsız yaşayıp savaşmayı seçecek kadar saçma. Şeytan bundan daha saçmasını yapmış. Düşün,  n'olur düşün. Olay tıpkı görevden alınan birinin yerine geçen kişinin ayağını kaydırmak gibi değil mi? Evet, çok saçma. Daha saçma ama gerçek bir olay üzerinden örnek vereceğim şimdi. Hepimizin içinde vatan sevgisi vardır değil mi? İdeolojin ne olursa olsun, üzerinde yaşadığın toprak parçası değerlidir. Bu bilgiyi vermem belki başımı belaya sokabilir fakat yine de vereceğim. Havan Topu'nu PKK'ya öğreten kişinin bir Astsubay Başçavuş olduğunu biliyor muydun? Ben de askere gitmeden önce bilmiyordum. Bunu belgeli paylaşmak isterdim ama şu an bulamadım. Gerekçesi de "izin alamadığı için eşinin çocuğunu düşürmesi" diye biliyorum. Peki, bize öğretilen değerler ne oldu? Cepheye götürdüğü merminin üzeirini, kundakdaki bebeğinin elbisesiyle örten kadın ne için yapmıştı bunu? Her neyse. İşte Şeytan da bir bakıma vatanını satmıştır. Kendinde göre haklı sebebi de A'raf suresinde dediği gibi "ben ateşten yaratıldım" demesidir.


N'olur anla. 



İntihar komandosu dedim ya, onların bile bir amacı var moruk. Hepsi de cennete gireceğini düşünerek yapıyor bunu. Hiç "yoh amına..." deme, buna inandırılıyorsun. Tıpkı Hz. İbrahim'in, İsmal'i kesmeye götürdüğü yanlışına inandığın gibi. Bak burada İshak diyor kitap.


[1]








Hepimiz İsmail diye biliyorduk. Çünkü asla o kitabı okumadık. Hani hepimizin evinde var ya. Hatta farklı yazarlar tarafından ceylan derisine yazılan ve neredeyse bir servet olan kitap. Anlasana canım, sırf "gösteriş" için duvara astığımız kitaptan bahsediyorum. Bknz. Kuran-ı Kerim. E oğlum, intihar komandoları bile cennet (amaç) için kendi hayatını paramparça ediyorken, şeytan ne için yapıyor bunu hiç düşündün mü?


Allah olmak için mi?


Düşün. Cep telefonunu icat eden biri ona bağlı hissediyor. İnternet mesela, hepimiz kölesi gibiyiz... bugün insan bulundurmak yerine güvenlik kamerası koyabiliyoruz iş yerlerine... veridğim örneğin anasını sikeyim ya. İnsan yapımı bir şeyden bahsediyorum amına koyim. Yukarıda söylediğim Allah!



Allah, isterse yok edemez miydi şeytanı? "Sen kimsin lan?" deyip anında yok edebilirdi. Cehennemi yaratıp içine atamaz mıydı? Ama yapmadı. Hatta şans bile vermiş. Nasıl mı?

[2]







Bu nasıl görev aşkıdır lan? Belki de şeytan, şımarık bir çocuk gibi "ne yaparsam yapayım affeder" diye düşünüyordur. Ancak Kur'anda "şüphesiz ki sen süre verilenlerdensin" deyip kıyamete kadar süre verilmesi mi şeytana? Bu süre zarfında "merhamet" sadece şeytana olmayacak diye biliyorum ben. O zaman üstteki kesit neyden bahsediyor? Abi, amaç cehennem olamaz. Kim olursa olsun, neye inanırsa inansın veya inanmazsa inanmasın hiç kimsenin amacı bu olamaz. En mazoşistinin bile bir acı eşiği vardır.


Beni dindar veya ateist olarak görme sakın. Veya kimlik bunalımına girdiğimi de düşünme. Sadece başkalarınım aklıyla hareket etmeye karşıyım ben. İşte bunu bil (inan) yeter. Ben de ateist düşüncelere girdim. Çok dini görüşlerde bulundum ve sorgusuz çoğu şeye inandım. İnanmayı bile bile seçtiğim çok şey oldu. Saçma da gelse sorgulamadan inandım. "Korku" veya "çıkar" olarak görme. Lütfen beni anlamak için uğraş, kendi doğrularının altına alıp ezeceksen o bile kabulüm. Ben dedim ki kendime, "bu içime attıklarımın, bunca yaptığım kötülüğün veya iyiliğin bir anlamı olmalı ve bu da ancak Allah olabilir" dedim. Bunu da saçma salak "-izm" veya "-ist" düşüncesine sokup aöylemedim. Bir başkası benim düşünceme sahip çıkamaz.


"Madem öyle neden namaz kılmıyon?" diyen arkadaşım sözünü "şeytan vesveseyi verir ve kaçar" diye bitirmişti. Bunu da düşündüm. Sürekli okuduğum kitabı neden hayatıma yerleştiremediğimi gerçekten düşündüm moruk. Ama cevabım yok. Tıpkı o şeytan gibi, belki affeder diye hiçbir şey yapmadan bekliyorum. İyiliği veya kötülüğü geçtim. Cennet-cehennemi de geçtim. Herkes gibi düşündüm. "Belki affeder" diye düşünüyorum. Korkmaktan ziyade bunu düşünüyorum.



Belki de şeytanın görevi öğretmektir, ne dersin? Şeytan olmasa belki de kötülüğü öğrenemez ve neyin yanlış olduğunu anlayamazdık, olamaz mı?

[3]



Bak bu kesitte şeytan bilmeden (?) İnsanın sakınması gereken şeyleri söylemiş. E oğlum biraz kafayı kullansana. Birilerine güvenmemeyi nasıl öğrenirsin? Aynen kardeşim, en sevdiğin tarafından kazık yiyince. Şeytan da bunu sama öğretiyor işte. Yoksa nasıl öprenebilirsin? Şimdi görev "kötülük" ise saçma fakat "kötülüğü öğretmek" ise bu bir amaç olabilir. Hatta "belki affeder" düşüncesini mantıklı kılabilir. Belki de yanılıyorum, bilmiyorum. Zaten haklı olduğumu da düşünmeni istemem. Bu seni geri zekâlı yapar. Araştırmadan, okuduğuna inanırsan çok güzel sikerler ruhunu tatlım. Farkında bile olmazsın.



İnsanları kandırmak için "bilgi" edinmelisin. Bilgi, kötüye kullanılırsa, yanlışlar doğruyu öldürebilir. Dene istersen. Bir insanın "doğrularını" yok etmek (gözardı etmek) için onun hakkında "yanlış bilgi" yaymak yeterlidir. Hani şu sanatla ilgilenin, sanatçının karakteriyle değil diyenler var ya, yıllarca Ahmet Kaya dinleyenlere terörist muamalesi yapanlardı. Halihazırda da Tarkan dinleyene top, Demet Akalın dinleyene orospu, Ajdar dinleyenlere geri zekalı denmiyor mu? Nietsche okuyan ateist, Mevlana okuyan dindar, hatta Cumhuriyet okuyan solcu ve Takvin okuyan cemaatçi olmuyor mu milletin gözünde? 


Ama unutma! Kapanmak dindar gösterir, inançlı değil!



Ben de düşündüm, sınavın neden cennette olmadığını. Çünkü biz insanız oğlum, görmeden hiçbir sike tamamen inanmayız. Ama sonra dedim ki, asıl çıkar o olurdu işte. Samimiyetsiz gelirdi. Bunu fark etmesek de öyle olurdu. Allah, her şeye izin vermiş. Kontorölü vermek? Bunu diğer yazılarda yazmıştım, arayıp bul sonra.


Sınav!

Vallah düşünüyorum moruk. Yani eşit şartlarda olmadığımızı çok düşünüyorum. Dünyadaki sınavlar gibi "4 yanlış 1 doğruyu götürür" mantığının tam tersinin sonsuz katına eş oluyor. Ne gerek var ki moruk? Senin sınavdan kalman için şeytana ne ihtiyacın var?

Aslında sınav dediğimiz olay cennette de pek tabii yapılabilirdi. Bunun için şeytana veya "şeytani" denilen kötülüğe gerek de kalmazdı. Çünkü şeytanda olan nefsin aynısı sende de var. Bunu çok tartıştım moruk. Kötü olmak için şeytana ihtiyacın yok. Pek tabii biz de kötü olabiliriz. Çünkü kuran apaçık yazmış her şeyi, ne olur oku. Şöyle düşün kardeşim, bu dünyada her şeyi önce ailenden, sonra çevrenden (-dekilerden) öğrenirsin. Tut ki onlar sana her şeyi yanlış öğretti, sen de bu yanlışlarla büyüdün ve öldün. Bunun hesabı kime nasıl sorulacak? (Eğer ateist olsaydım; hiç kimseden hehehe derdim)


Daha kötüsü var kuzen. Tut ki bu yanlışları öğrendin. Savunduğun, arkasında durduğun, hatta o amaçta yıllarca hizmet ettiğin şeylerin arkasında "kötülük" olduğunu öğrendin; ne yapardın? Karşı çıkabilir miydin? Ya da durdurmaya çalışır mıydın?

Anlamadın mı? Peki, açık konuşayım; ihtiyacın olan şeyi, inancının yasakladığı doğrultuda sana ulaştırdıklarını fark ettiğinde, bunu görmezden gelebilir miydin?

Peki, daha açık konuşayım; sırf sana kâr sağlıyor diye göz yumduğun şeyler var mı?


Peki, çok açık konuşayım; Cem Yılmaz'ın Fundamentals gösterisinden geriye aklımızda neden en çok "uyudun mu?" espirisi kaldı?



Peki, en açık şekilde konuşayım; kelepçe dendindiğinde neden polisten önce fantazi aklımıza geliyor?



Buraya sadece saçmalıyorum kuzen. Öyle ulvi bir "görev" de üstlenmiyorum ayrıca. Katılırsın veya katılmazsın, senin bileceğin iş. Yazdıklarımın doğruluk payının da amına koyim ayrıca. Turgut Uyar'ın "göğe bakalım" ile Cemal Süreya'nın "hayat kısa, kuşlar uçuyor" sözleri üzerinden aforizma yazan ne kadar orospu çocuğu varsa hepsine sövgülerim, geriye kalan herkese de sevgilerimle...


Ha unutmadan; kötülük asla çirkin değildir. Ruhdaki faça görülmez zira.



Bu kadar!






Mesut Cihan Demirel.






Kaynakça:
Cinlerin Esrarı, İmam Şibli
[1] Şeytan ile Hz. İbrahim. (406)
[2] Şeytan ile Hz. Nuh. (404)
[3] Şeyan ile Hz. Musa. (409)

16 Ağustos 2015 Pazar

Bir anlamı olmak zorunda (mı?)

Oğlum çok kötü bir dönemdeyiz lan. Herkesin kafayı yediğini düşünüyorum şu son birkaç haftadır. Hayatımdaki en büyük ikilemin olduğu yılların içindeyim. Hayatımın hiçbir evresinde böyle bir duygu, fikir, tavır karmaşası yaşamadım. Mantıklı gelen her şeyi parçalarına ayırıp anlamsız hale getiriyorum. Bir kelimenin anlamını, hatta bir ekin ve bir bağlacın anlamını çıkarırsan geriye hiçbir şey kalmaz. ''-Da'' hecesi tek başına bir anlam ifade etmez. Fakat cümle içinde kullanırsanız ek veya bağlaç görevini başarıyla yerine getirir. Böyle deyince KPSS'den tam not almış birini övüyor gibi hissettim lan. Heheh. Fakat benim derdim bu kadar basit değil.


Dövüş Kulübü filmi çıktığında 11 yaşındaydım galiba. Tanıştığımda ise 16. Her insanın hayatında dipler ve zirveler vardır ya moruk, benim ilk dibe dalmam tam da o filmle tanıştığım yaşın bir yıl öncesiydi. Ölümü bekliyordum o yaşlarda. Şaka yapmıyorum. Eğer beklentileriniz varsa bilirsiniz, ki bu kötü bir şeyse ne demek istediğimi çok iyi anlarsınız. Daha ölümü filmlerden gördüğü kadar bilecek yaştaysanız, ölümü bayılmak veya kısa süreli uyumak olarak tanımlayabilirsiniz. Geceleri nefesiniz kesik uyanmaya kaç gün dayanabilirsiniz? Düşüncesi bile kötü değil mi? Gerçi bunu ilk kitapta yazdım ama tam manasıyla anlatabildiğimi zannetmiyorum. Aynı filmde ''dibe vurmak, haftasonu gidilen bir piknik ya da tatil değil'' diyordu. Fakat aynen öyleydi. Gittiğiniz tatilde dibe vurabilirsiniz. Hatta tatile giderken bile dibe vurabilirsiniz. Ufak bir kaza sizin dibe vurmanızı sağlayabilir. O kazada herhangi bir uzvunuzu kaybetmeniz de bunu sağlayabilir. O nedenle şükretmeyi seviyoruz. Çok garip lan. Harbiden çok garip. Neyi, neden yaptığımızı bilmeyi geçtim sorgulamadan ölüp gidiyoruz. Buradayken yaptığımız şeyler popüler olmak için götünü vermek, duyarlı görülmek için kılıf değiştirmek, anlaşılmaya çalışmak, yarak kürek unvanlara sahip olmak için alçalmak, paraya domalmak, bilgili ve zeki görülmeye çalışmak için okumadığımız şeyleri savunmak, kaybetmenin ne olduğunu bilmeden nihilist takılmak, çıkarlarımızı hesaplamak, kazık atmak, intikam almak, boşluğu değerlendirmek, kaliteli görülmek adına saçma sapan şeyler yapmak, marka uğruna ölmek, tanımadığımız insanların düşüncesine uygun davranmak, kuralsız görülmek için ''x yerde x şeyi yapmak yasaktır'' levhalarının önünde çizgiyi geçtiğimizi düşünüp poz vermek, sürekli çelişmek, asla sorgulamamak...


Kuralsız olmak; trafikte kırmızı ışıkta geçmek değil, ters yönde devam etmektir.


Kuralsız olmak (?)



Bilmiyorum moruk. İnsanları anlamayı geçtim, tanımanın bile zaman kaybı olduğunu düşünüyorum. Sonra da bana ait olmayan zamanı kaybettiğimi zannetmemenin denyoluk olduğunu düşünüyorum. İyi bir şeyi yapmadan önce milyonlarca kez düşünürken, şimdi yapmamayı düşünüyorum. Kötülük ve iyilik kavramlarını, fizik ve matematik kuralları içinde birleştirip kuralların aslında sonuca gitmenin en mantıklı olduğuna inanıyorum. Sonra o üstte yazdığım ters yönde ilerlemenin cesaret değil de aptallık olduğunu düşünüyorum. Evet, çelişiyorum. Belli bir zaman sonra paniğin bile azaldığını fark ediyorum. Çok feci ölümlerin bile hızla unutulduğunu, fakat modası geçmiş malzemeleri süper bir reklamla sattıran projeler gibi tekrar kendini hatırlattığını seyrediyorum. Fırtınadan kurtulamıyorum.



Mahcubiyetin; milletin dalga geçeceğini düşünüp X büyük marka poşetlerin içine markasız elbise koymaktan çok, gücü yetmeyen insanlara ayıp olacağını düşünüp X büyük marka ayakkabıyı siyah poşetlerin içine koymak olduğunu biliyor muydun?


O nedenle Sokrates, ''hiçbir şey bilmiyorum'' diyerek aslında cehaletin gösteriş olduğunun altını çizmek istemiş. Bunu da kişiliğinden ve bilgisinden çok maddiyat ve unvanın arkasına sığınan sığırlara hitaben söylediğini fark edebiliyor musun sen de?



Doktorlar neden yemin eder hiç düşündün mü?
Bunu Google'da arama ananı sikerim senin. Çok basit bir soru sordum ve cevap vermek için o motordan harmanlanma. 


Peki, ''heyecanlanma'', ''üzülme'', ''korkma'' diye başlayıp önüne de ''ama'' bağlacı getirilen cümlenin sonunda karşı taraf neden tam tersini yapar; bunu hiç düşündün mü?


Sermayesiz ortaklık yaptın mı hiç?


Kumar, illegal mi olur hep?

Hayat nedir?

Ezberlediğin tekerleme var mı?

Babam bu kadar iyi pasta yapmayı nereden öğrendi...




Chuck Palahniuk; dünyayı parçalara ayırdık, fakat o parçalarla ne yapacağımızı bilmiyoruz, demiş. Peki, bütün haldeyken, parçalara ayırmaktan başka bir şey aklımıza neden gelmedi? Düşünsene, başkasına ait bir tuvaleti bile temiz bırakmak için yırtılıyoruz. Hatta ses gelmesin diye neredeyse susturucu takacağız bir yerlerimize. E abisi, dünya da bize ait değilse parçalamak niye? Düşün kardeşim, ne olur düşün biraz. Rahatlamak için yaptığın şeyleri getir aklına. Ya da volta atarken yaktığın sigara bitene kadar yaptığın en mantıklı şeye odaklan. Kuralları olmayan cennetten, kuralları olan dünyaya gönderilip, kurallara uyarak kuralsızlığa ulaşacağını sana inandıran olguyu bul içinde. -x-= + öğrendiğin matematik formüllerini düşün. Ne olur biraz akışına bırakmayı somut bir şekilde yapacak kadar, neyi neden yaptığını iyice bil! Bunun için çabala. (ma?)


Parçalara ayırmak?
Hatırladın mı?
Anlam, mana, ananın amı.


Benim hayatımda hep dibe vuruşlar vardı. Bukowski lalesinin dediği gibi hem de; ''dibe vurduğunu zannedip bir dip daha keşfediyorsun''. İlk kitabımın ismi neden ''Dibe Vurma Sanatı'' anladın mı? Dışarıdan bakınca ne gördüğünü bilmiyorum, beni ne olarak görüyorsun onu da bilmiyorum ama emin ol çok sağlıklı değilim içeride. Önüne ne gelirse gelsin parçalayan manyağın birini getir gözünün önüne. Sonra da o parçaladığı neyse onu bir araya getirip; ''benim kalbim daha kötü halde moruk'' dediğini düşün. Hatta sigarayı bile adam gibi içmeyen birini getir aklına. 


İkinci kitabım da neden ''Bubi Tuzağı'' diye sormama gerek yok herhalde. Çünkü dibe vurmaya başlarsanız, tuttuğunuz dallar, bastığınız yerler, konuştuğunuz kişiler, inandığınız değerler, anlamı olan kutsallar... hepsi birer bubi tuzağıdır. Bunlardan kurtulmanın tek yolu da ''bir parçanı feda etmek''tir, ama yaşamaya devam edebilmek için daha fazlasını kaybedeceksin, unutma.



Kırmızı ışıkta beklerken, arkadan vuran şey hayattır. Hayat; ne kadar da önüne bir şeyler koysa da, önüne çıkan her şey seni arkandan vurur, bunu da unutma!



Kürtaj edilen bebekler ne kadar sinirliyse annelerine, o kadar sıyırdığımı düşünüyorum ben de.




Bir silah al eline. Cüneyt Arkın filmlerindeki gibi olsun. Rus ruleti tarzında yani. İçine de bir tane mermi koyup çevir kovanı ve kapat. Daya kafana. Sıkmaya başla, patlayana kadar. İşte insanın Bing Bang'i bu. Yani hayat ve ölüm böyle işler. Tek kullanımlık hayatının özeti budur; mermi gelene kadar yaşamak. İster sev, ister nefret et, istersen ölümsüzlüğü ara, istersen zırlayıp duaya başla, ya da kork. Ama aklından çıkarma, hayat hikayen sadece bu kadar. Anlık yaşamak dedikleri bu.


Her patlamanın öncesi karanlıktır.



Geçenlerde biri bana mesaj attı. Keşke silinmeseydi de buraya atsaydım. Bana, ''herkes kötü bir sen mi iyisin?'' yazdı. Ben de, ''hayır, en büyük orospu çocuğu benim.'' dedim. Eğer öyle olmasaydım, izin vermezdim bunlara. Vicdan ve tetik arasında ne var biliyor musun? Bok biliyorsun amın feryadı. Söylemeyeceğim de amına koyim. Sanki izin verdiğim her şey intikamını böyle alıyor kuzen.


Cesaret ve aptallık arasında sadece ''bakış açısı'' vardır, bunu da unutma. Tıpkı delilik ve geri zekalılık arasındaki o incecik çizgi gibi.


Ne olur anla.




Bak şimdi iki seçenek veriyorum sana:
1- Evden çıkar çıkmaz kaza kurşununa denk geldin ve öldün.
2- Kutsal gördüğün bir şey uğruna öldün.

Hangisini istersin? İkisi de aynı oğlum. Farkı yok. Donarak, yanarak, boğularak ve bir kamyonun altında kalarak ölmek üstteki iki maddeden farksız. Ölümü anlamlı kılan sikimsonik değerlerimiz olmazsa emin ol korkudan kafamıza sıkardık. Birinin sevgilini taciz etmesinden sonra kavga edip ölmeyi göze alabilirsin, öyle değil mi? Peki, ne olur sonra? Kız gider başkasını bulur. Tüm kutsal değerler de böyle amına koyim. Sen ölürsün ve senin ölümünü onurlandıranlar peşinden aynı şekilde ölmek için kuyruğa girer. Hayatın amacı budur artık. ''Neden?'' ve ''nasıl?'' sorusunun önemini anlıyor musun? Öleceksin, ama bunun için bile sebep gerekiyormuş hissi. Yani ''vade'', ''ömür'' ve ''taktiri ilahi'' dedikleri şey sadece ''sebep''. Bu sebep seni hayatta tutan en büyük etkendir moruk. Ölümün anlamlı olması için yaşıyorsun. Nietzsche gibi adamların da aramış olduğu sebep budur. Eğer böyle olmasaydı ve sen de hayatın anlamını ölüm sebebin ve vaatler (kutsal anlamlar) üzerine inşa olmasaydı şu an öldürürdün kendini.

Eğer tersini düşünüyorsan öldür kendini.

Niye mi?

''Çünkü''

Bilinmezliğin kucağında seni tutan yapıştırıcı budur!

Geleceği bilmeden yaşamayı göze almanın sebebi budur!

Boğularak, yanarak ve donarak ölme ihtimalini gözardı etmenin sebebi budur!

Uyku haplarını kutusuyla içmenin, kanser olup kemoterapilerde sürünüp ölmekten daha mantıklı olduğunu bildiğin halde seni durduran tek şey budur!





Beni korkutan ne biliyor musun? Yaptığım hiçbir şeyin benim kontrolümde olmaması. Tıpkı bunu inkar eden tanrı gibi! Anlayacağın senaryoyu doğaçlama oynamak istiyorum ben. Elimdeki metni okuyup ''böyle olmaz'' deyip kendim tekrar yazmak istiyorum. O nedenle bu kazayı yaptım;




Hem de bilerek amına koyim. Çünkü eğer senaryoda böyle ölmek yoksa emin ol burnun bile kanamaz. Sanırım senaryoyu değiştiremeyeceğim. Fakat heyecan katabilirim, ya da buna inanıp sürekli böyle şeyler yapabilirim, ne dersin? İşte senin ''kutsal değer'' olarak belirlediğin ölümlerin aksine bu cesaret değil geri zekalılık, öyle değil mi? Peki, neye ve kime göre? Her neyse. Eline, benim deyimimle sikindirik, senin deyiminle X büyük markalı bir telefon alıp selfie çekmek ne kadar kolaysa, bunu yapmak o kadar kolay cici kız, ve bu doğrultuda da bir erkeğe memeni çekip atmak ne kadar cesaret istiyorsa, bu da o kadar cesaret istiyor. Fazlası değil. Tabii bunu herkes(e) yapamaz(sın).

Ya aptallık derler.
Ya da cesaret.

Ama kimse kayıtsız kalamaz.

Bunun için çabala. (ma!)


Sonu da Tyler'ın, ''lanet olsun, yaşamı sevmemize ramak kalmıştı!'' sözüyle getirelim.




Slm. Nbr? bn çk ktü.











Şimdilik bu kadar. (Yeni yazıya kadar ölmeyin)





Mesut Cihan Demirel.

11 Ağustos 2015 Salı

Atlamayacaksam eğer uçurumlar neden var

Güven... iki hecelik bir kelime. İki insan arasındaki ayna. Manası derin, maddesi tanrısal. Hani futbolda bir tabir var ya, hemen bir örnekle söyleyeyim o tabiri; "gol diye yazılır, Ronaldo diye okunur." Ha işte bu da böyle; "eroin diye yazılır ve güven diye okunur."

Naber la?
Samimi gelen her şeyi seviyorum. Küfür dahil, Afrika'dan bana ne Süreya? Ehehhe. Böyle bir hırsız şair vardı galiba. Süreya'ya itafhen bir sözünü deyim yerindeyse "iğrençleştirmiş". Neyse sikeyim onun yavşak götünü. Konumuz biraz daha derinsel. O nedenle oraya bu tarz götoğlanları inemez. İnanır mısın bilemem ama ben ölümü hep hata olarak gördüm morukcum. (Morukcum, sözünü de Erdal piçi çok kullanır. Hehehe onu da yad edelim.) Cidden öyle kardeşim. Ölüm, hataydı. Eğer sen de köpeğini boğuşmada kaybetseydin ne demek istediğimi anlardın. Yedi yaşındayken dedesini kanserden kaybeden Ümit piçine göre de ölüm hataydı, ondan üç yaş büyük Yasin'in elini kesmesi de hataydı, ikisinin yaşının toplamı kadar olan birine göre düşünürsek eğer; telefonu arka cebinde unutup üstüne oturarak ön camını kırmak da hataydı. Şimdi size Orhan Gencebay'ın Hatasız Kul Olmaz şarkısı üzerinden argüman oluşturup devam etmeyeceğim bu yazıya. 

Ömründe bir kere bile olsa, ''esprisine gülünmeyen adam'' gibi hissetmeyen ne kadar insan varsa amına koyim.


Neyse konuya gireyim. Geçenlerde bi' abimiz geldi ziyaretimize. Bana, ''ikinci kitabın da çıkmış yeğenim, hayırlı olsun.'' dedi. Teşekkür ettim, ve daha yüzümdeki o saçma sapan sırıtma gitmeden devam etti konuşmasına. Bak, dedi, ben asla kitabı yazan götoşlarla ilgilenmem. Sevmem de zaten. Benim hayranlığım, o kitabı yazdıran hikayenin kahramanıdır. Yani mesele yazmak değil, yazdıracak kadar sağlam hikayeye sahip olmak. Şimdi bana en süper hikayeni anlat dersem on dakikayı geçmez anlatacağın şey. Fakat başkası bu on dakikadan bir kurgu yaratır aklın gider. İşte sen bunu yapıyorsun. O sikindirik on dakikayı iyi sunuyorsun. Gerçek değil desen de insanlar hissediyor o gerçekliği. O nedenle senin de tarzına hayranlık duydum biraz... ben devam etmesini beklerken, yani gözlerimi dikmiş salak salak seyrederken, sustu. Ağırca kalktı yerinden... Gerisini söylemeyeceğim.

Bu arada konumuz yok. 


Birine güvenmek, kimden bulaştığı belli olmayan hastalıktır. Önlem alınmazsa ölümcül olabilir. Kuduz gibi saldırgan, kanser gibi savaşçı ve grip gibi yılın her döneminde görülebilen bir hastalıktır. ''İnsanlara güvenmiyorum'' dersin, sonrasında da bilmem kaçıncı defa aynı sakarlığı yaparsın ve içindeki aynayı kırarsın. Hababam Sınıfı'ndaki arka bahçede top oynarken kırılan cam vardı ya hani, hatta Mahmut Hoca sürekli yasaklardı orada top oynamayı falan, ha işte aynı sahnenin milyon tekrarıdır o ''insanlara güvenmiyorum'' sözü. Sile sile öğrenirsin o aynayı temizlemeyi tatlım. En son Hülya'ya güvenmiştim. O da aynı şeyi yaptı. Ondan iki yıl önce Özlem'e güvenmiştim aynını o da yaptı. Hatta sene 2012 moruk, Halamın evladı bile aynı şeyi yaptı, bir sene öncesinde dayımın çocuğu yaptı aynını. Haftalık kurulmuş çalarsaat gibiyim anasını sikeyim. Aynen öyle hissediyorum lan. Amına koyim, ben de çıkıp bana güvenin levhasıyla dolaşmıyorum fakat ne bileyim, Allah yukarıdan bakar da zoruna gider diye yapamıyorum ''elimde koz bile olsa''. Bilerek tırnak içine aldım, çünkü o amına koduğumun kozunu kimseye karşı kullanmadım şu ana kadar.


Hep aynı sahne kuzen. Sürekli aynı sahneyi seyrediyorum sırt üstü yatıp tavana bakınca. Sanki giyotin var anasını siktiğimin tavanında. Öyle canım yanıyor düşününce ve bu düşüncelerin tavana bakarak sıçramasında.


İmam Hatip Lisesinin önündeki Atatürk büstü gibiyim lan. Sanki herkes benden nefret ediyor fakat katlanmak zorundaymışlar gibi geliyor. Ya da elimde bir bıçak var ve ben, benden nefret eden herkese ''n'olur hayatımı kurtar'' diye yalvararak kovalıyormuşum gibi hissediyorum. Onlar da anlamayıp; elimdeki bıçağı görüp kaçıyorlar...

Aslında... Aslında fark etmiyorlar bile, değil mi?


Zaten kim fark ediyor ki; tıraş olurken, bir gün bileklerini aynı jiletle kesebilme ihtimalini?

Uyumak için aldıkları hapı, bir gün asla uyanmamak için kullanacaklarını düşünüyor mu insanlar?

İntikam almadan önce kimin aklına geliyor Allah?


İlk bölümde ölüm hatadır dedim ya. Keşke o yaşlara geri dönsem lan. Hata yapmazsam ölmeyeceğime inandığım, babam olduğu sürece ölmeyeceğim için güvende hissettiğim, Süper Mario kadar, hatta yakartop oynarken topu havada tutup ekstra bir cana sahip olacağım ve asla oyundan çıkmayacağımı yani ölmeyeceğimi düşündüğüm yıllarımı n'olur geri verin bana. Ya da öldürün beni. Her gün ölümü düşünüp de ölememek nasıl bir şey bilmiyorsunuz orospu çocukları. Hayatımı kurtarın diye elimde bıçakla üzerine koştuğum insanlar da bilmiyordu zaten. Bilseler, karşıdan karşıya geçerken fark etmediği araba çarpmadı diye şoföre teşekkür etmek yerine kan davası güderlerdi. Kan bağışında bulunan insanlar, Kızılay'ın deyimiyle ''kurtardığı hayatlar''ın daha feci şekilde ölmelerinin tek sorumlusudur. Siz de öyle!

Beni öldürmediğiniz her gün, en az onlar kadar suçlusunuz!

Neden mi ben yapmıyorum?
Ölümüm kayıtlara intihar olarak geçmesin diye, Allah katında.
Borçlanmayı sevmem.

O yüzden, bir hata gerek bana. Küçük bir hata. Hakan Günday'ın '''doğum gibi'' dediği ölümcül bir hata. ''Çivi çiviyi söker'' deyimine yaslanarak söylüyorum; babamın hatasını sonlandıracak bir hata gerek.


Bu kadar.




Mesut Cihan Demirel.

10 Ağustos 2015 Pazartesi

''Et satmak'' denilince aklıma ilk ''kasap'' gelen yıllarımı geri verin bana

Yediğiniz yemeğin gerçek tadı ne zaman gelir biliyor musunuz?
-Bilmiyorsunuz.

Hala bir umudunuz varsa, bu ne demektir biliyor musunuz?
-Bilmiyorsunuz.

Peki bunlar arasındaki çapraz bağı biliyor musunuz?
-Bilmeyin. En iyisi bilmemek ama yazının sonunda söyleyeceğim, bekleyin.



Başına gelen her kötü şey için savaşmak yerine alışmaya çalışmak nasıl bir şeydir bilir misin kuzen? Bilmiyorsun amına koyim. Neyi biliyoruz ki zaten, değil mi? Her şeyi bilip bilmezlikten gelmek mi cahillik, yoksa hiçbir şey bilmeyip her şey hakkında iki cümle kurmaya çalışacak kadar eksik hissetmek mi? Hangi sebep daha fazla yapıştırır seni bu hayata, hangi insan daha iyi sarılır acılarını unutmak için bir başkasına, ya da hangi amaç uğruna ölmek, seni tatmin eder yaşamaya devam etmek için... Hep boş kuzen. Ne yazarsam yazayım, ne söylersem söyleyeyim, asla iyi hissetmemi sağlamıyor. Geçen kafa dinlemek için köye gittim. Olmadı. Olmuyor. Kapanda hissedip de çıkmak yerine yerini sağlamlaştırmaya çalışıyor gibiyim. Biriyle konuşmak iyi gelmiyor artık. Birilerine anlatmak hiç iyi gelmedi zaten. Evveliyatını siktiğimin dünyasına Hakan Günday'ın dediği gibi ''saplanmaya'' mı geldik gerçekten? Peki, ama neden bunca çaba. Hiç düşündün mü kardeşim teknolojinin neden geliştiğini? Ne için kendimizi yırtmaya çalışmamızın karşılığı? Aklımda o kadar çapraz ateşe alınmış soru var ki üç gün kalkmamam gerekir yazmaya çalışırsam. Eminim o zaman da bitmez. Tam bitti derken tekrardan başlıyor soru işaretleri. ''Allah olmasaydı ateistler de olmazdı'' diyen Ralp Waldo Emerson gibi düşünüyorum, eğer kurtuluş olmasaydı, içimdeki kapan ve kaos da olmazdı diyorum ben de. Gerçekten böyle düşünüyorum. Hiç yaşadın mı bilmiyorum, hani böyle heyecanla birilerine anlatmaya çalıştığın, içine sığmayan ve paylaşmak istediğin bir şey vardır ya, ama anlattığın kişinin zerre sikinde olmaz. Hatta ''ha - he- hımm - anladım'' gibi yarak kürek cümlelerle geçiştirilirsin üstüne bir de. Ha işte öyle duruma kaç kere dayanabilirsin, kaç kere görmezden gelebilirsin, kaç kere devam edebilirsin anlatmaya? Ben milyonlarca-kezinden sonra tam tersini yapıyorum artık. Kim olduğu, ne olduğu önemli değil, ''siktir git sana ne yarrağım'' diyebiliyorum gönül rahatlığıyla.


Karakola gidip gözlerimle gördüğüm cinayeti anlattıktan ve devamında da karakol amirinin gözlerini pörtleterek dinledikten sonra ''nerede oldu bu olay?'' diye sormasının ve benim de ''içimde'' diye cevap verip, polis memurlarının zor bela karakoldan dışarı atmasının üzerinden sadece 2-3 saat geçti. 



İnsan, korkusu olmasa Allah'ı düşünmez miydi la harbiden? bunu düşünüyorum amına koyim kaç gündür. O anasını siktiğimin köyünde tek başımayken ve ''makat'' dedikleri o tahtadan yapılmış uzun oturağa sırtüstü yatıp, ayaklarımı duvara paralel uzatıp tavanı seyrederken sorduğum tek soru buydu; ''korkmasam sana ihtiyacım olur muydu?'' Harbiden nankör müyüz; Abese suresinin 17'nci ayetinde yazdığı gibi? Allah bizi bile bile neden böyle yapmış olabilir lan hiç düşündün mü, korkmanın ötesine zıplayıp? Sen de hacı hocaların siktiği götlerden biri misin yoksa!


Albert Camus, Veba eserinde; ''eğer tanrı olmasaydı, insan bir aziz olabilir miydi; bu benim bildiğim tek samimi problemdir.'' demiş. Gerçekten bir amacı var mı dünyanın? Yani, amaçsızlığı seçmek için tüm amaçları görüp, yaşayıp, araştırıp, kafayı patlatıp, gerekirse doğrultuda ölmek mi gerekiyor? Amaçsızlığı seçsen bile ''bir amaç'' uğruna yaşamaktan mı ibaret hayat? Belki de öyle. Düşünsene moruk, amacın yok fakat götünü yırtıyorsun doğru şeyler yapmak için. Ne kadar saçma değil mi? Bunu görünce ''harbi la amaç yoksa neden düzgün yaşamaya çalıyoruz amuğa goyen'' deme, çünkü sen o amaçsızlardan daha sikindirik işler peşindesin anasını sikeyim. Ya ben cidden sıkıldım. Yani ne yapmam gerekiyor bilmiyorum. Allah'a dua edip, ona sığınıp topu ona mı atayım? Tıpkı Galatasaray teknik direktörü Hamza Hamzaoğlu'nun; ''İbrahimoviç çok iyi topçu, kim görmek istemez ki takımında, yani gelirse süper olur...'' deyip, topu kulüp başkanına attığı gibi. Ben bunu samimi görmüyorum lan. Samimi kelimesi buna çok uzak.


Köyde amcamla biraz beyin fırtınası yaparken, elindeki bira şişesini kafasına dikip, ben de bir şeyi merak ediyorum aslında dedi. Ve aynen şöyle devam etti moruk; ''kitapta kadere iman diye bir şey var. Yani doğduğun, yaşadığın ve öldüğün her şey önceden bellidir. Buna inanmalısın. Bir de ahiret gününe iman var. Yani burada ne yaparsan yap, öldükten sonra yaptıklarının hesabı vardır. Eee şimdi baştan çelişki yok mu; elime senaryoyu vermişsin, sonra ben karışmam diyorsun... Boş amına koyim, fazla derine dalmamak lazım. Çünkü bunu sorduğum hiçbir hoca tatmin edici cevap vermedi bana...'' O an zaten kafamda filler sikişiyor, bir de amcam üstüne boşalttı bunu amına koyim. Yani kapanda olmaktan daha korkunç, buna alışmaya çalışmak lan. Bunu soran adam doktor lan. Anlıyor musun?


Benim canımı, midemi bulandıracak kadar fazla sıkan tek şey aynen şu moruk; ''dinde zorlama yoktur, vazelin vardır'' düşüncesinin gerçeklik payının somut halini görmek ve yaşamak. Yani diyorum ki; Müjde Ar'ın, kafasını cama sıkıştıran Cemil ismindeki elemana; ''Cemil yapma, yapma Cemil, n'olur yapma...'' diye bağırmasından daha iğrenç değil mi; kendi rızanla domalıp da ''nolur sikme'' demek?
Anla lütfen.



2+2'nin cevabını bilmeyen insan ne kadar eğitimsiz ise ben de o kadar geri zekalı hissediyorum Kuran-ı Kerim'i her okuduğumda. Abi ya anlamıyorum, ya da çok fazla anlam yüklediğim için beyin error veriyor. El alışkanlığımın da amına koyim. Error ney amın feryadı, hata demek çok mu zor! Senin de hayat damarlarını sikeyim Cihan. Hazır damar demişken, doktorlar yanlış damarı keserse ve bunun sonucunda da hasta hayatını kaybederse vicdan azabı çekerler. Bomba imha ekibi de bombayı etkisiz hale getirirken yanlış kabloyu keserse kendi hayatlarını kaybederler. Bu ikisi arasında seçim yapmam gerekirse bir gün, bomba imha ekibindeki parçalara ayrılan o adamı seçerim, hiç düşünmeden. Araya sıkıştırayım dedim, heheeh.


Yalnızlığın boyutunun en alt tabakasını ölçecek bir tabir olmasa da en zirvesi için yapılabilecek tek tarif ''Allah kadar yalnız olmak'' cümlesidir. Neden mi? Çünkü biz yetinmiyoruz. Ya herro, ya merro sözünün doğrultusunda sadece hayatımızın amaç kısmı için ortalarda olamayı seçiyoruz, istemsizce. Bknz. Korku* Her neyse. Küçükken, okulda ''yalnızlık Allah'a mahsustur'' dediğinde öğretmen, bir arkadaşım kalkıp ''melekleri adamdan saymıyor mu örttmenimmm'' diye sormuştu. Öğretmen o kendini hiç bozmadan ''yani eşi ve benzeri yok evladım, ondan öyle denmiştir o söz'' demişti ve o soruyu soran çocuk da anlamış gibi ''heaaaa taaammmm'' deyip oturmuştu. Öğretmen de rahat bir nefes almıştı verdiği ''doğru'' cevap için. Ben de o gün aynen şunu yazıp odasının altından atmıştım içeri; ''Yalnızlık eşi ve benzerinin olmamasıysa nasıl oluyor da insanlar yalnızlığı tarif edebiliyor? Tarif edebilmek için görmek ve hissetmek gerekir. Ben tadına bakmadığım yemeği size nasıl anlatabilirim? Ya da bilmediğim yemeğin tarifini nasıl verebilirim? Bence bu kadar saçma cevaplar vermeyin'' Sonra aynı öğretmen benim okuldan ceza almamı sağladı. Siz siz olun cut-up taktiğini deneyin böyle durumlarda. El yazım yüzünden aldığım cezanın da amına koyim, Meryem öğretmenin de. Amına koduğumun sistemi sizi sikmeye devam eder umarım. Orospu çocukları!


Peki, mutlu muyuz?
Nedir abi mutluluk? Ne işe yarar, ne kadarı zararlı, ne kadarı kafa yapar, ne kadar... anasını sikeyim ben daha yataktan kalkar kalkmaz mutluyum diyemiyorum. Hiç öyle uyanmadım. Yalnızım ama mutluyum, tek kolum yok ama mutluyum, bu amına koduğumun x ilacı olmadan yaşayamam ama mutluyum, kanserim ama mutluyum, kazık yiyorum ama mutluyum, annem öldü ama mutluyum, bla bla bla... insan değiliz lan. Bize yüklenen şeyleri deştikçe çıldırıyorum. Benim mutluluk anlayışım ile x kişinin mutluluk anlayışı asla aynı değil fakat bu çarkın içinde yine de birbirimize değmeden mutsuz olabiliyoruz. Seni ne mutsuz eder dersem, düşünürsün bir parça. Her kötülükte olduğu gibi. Abi mutluluk saniyelik olaysa, neden bundan bilmem kaç yıl sonra mutlu olmak için şu anın anasını sikiyoruz? Ya da vaatlerle yaşıyoruz lan! Kafayı sıyırmak üzere değil de sıyrılmış yerleri geri dolduruyormuş gibiyim. Oğlum, bundan 10 yıl önce köye gitmek mutluluğun zirvesiyken, şu an gitmek tam tersinin zirvesi. Anlayabiliyor musun?

Hayatının en önemli parçasını kaybettiğinde bile kafanı meşgul edecek şeylerin olması ve onlarla ilgilenmek zorundaymış gibi hissettiğini bildiğin halde kendini durduramamak ne kadar orospu çocuğu bir durumdur bilir misin? Başını bilirsin orospu çocuğu. Sen en fazla sanalda gezmeyi, onun bunun sözünü çalmayı, kızlarla (erkeklerle) konuşmayı, otuzbir çekmeyi, duyarlı (davranıyormuş) gibi davranmayı, başkasının günahını hesaplamayı ve o üstte söylediğim şeyi fark etmeden yapmayı bilirsin en fazla. Asla fark edemeyeceksin. Asla! Bunun için senden de en az kendim kadar nefret ediyorum dalyarak.


Tyler'ın; ''Mona Lisa bile dağılıyor'' sözünden yola çıkarak söylüyorum, bu dünyada çağ atladıkça yapılan her ''doğru'' şey lanetlenecektir. Emin olun böyle. Geçmişte ''güç'' olan her gösteriş, şimdinin insanlık dışı örneklerinden sadece bir tanesidir. Bak fark etmeni sağlayayım; 50 yaşındaki peygamberin, 9 yaşındaki kız çocuğuyla evlenmesini, şu an herhangi bir insan için kullanırsan ''ahlak dışı'' olarak gösterilir. Fakat o zamanda buna kimse karşı çıkmamıştır. Ya da köle olarak satılan insanları getir gözünün önüne, hatta Osmanlı'daki haremi al eline. Fark ediyor musun?


Maalesef yok olmuyoruz.

Maalesef!

Çünkü ''ölmek ya da ölememek'' bütün meselenin amına koyar. (üstteki sorunun cevabı. Her boku açıklamamı bekleme, biraz da sen yor kafanı.)

Şu an ölsen ve Allah sana, bu blog'u neden okuduğunu sorarsa ne cevap vereceksin? Hadi okudun diyelim, buradan söz ayıkladığını sorarsa ne cevap vereceksin? Lan oğlum diyorum ki; öldükten sonra pişmanlık yasası çıksa ve dünyaya tekrar gelsen ne yapacaksın? Neyi değiştirmeye çalışacaksın? Peki, ya ölüp de geldiysen? He yarram he,


''Hz. İsa mısın pezevenk!'' demezler mi adama?


Hadi siktir git. 


Bu kadar!






Mesut Cihan Demirel.