19 Haziran 2016 Pazar

Neden Baba?

Merhaba.

Yine haziranın ikinci haftasıydı. Yaşım daha on dört. Cebinizde biraz para varsa ve yalnızsanız, yapacağınız en iyi şey ruh uyuşturmasıdır. Ben de öyle yapmıştım. On lira param vardı. Her yalnız çocuğun yaptığı gibi, hiç tereddüt etmedim atari salonuna giderken. Çünkü yaklaşık yirmi jeton demekti bu ve aynı zamanda, o günü kurtarmak anlamına da geliyordu bir bakıma.

Çünkü yalnızdım.

Farklı yazılsa da aynı anlama gelen kelimeler vardır. Tamamen farklı kelimelerle taban tabana zıt cümleler inşa edebilirsiniz, ancak aynı anlamlar çıkarabilirsiniz. Bunu "kadınlar 'git' diyorsa, aslında 'gitme' demek istiyordur" tarzında algılama, olur mu, lütfen.

Bir çocuk, atari salonlarına sadece yalnızlığını gizlemek için gider ve mutlu olduğunu düşünür. Aslında mutsuzdur. Televizyon, sadece yalnızlar için neşe kaynağıdır. Şu an sosyal medya da öyle. Milyonlarca takipçin olması hiçbir şeyi değişmez. Ne kadar çoksa o kadar yalnız kalırsın. Gerçi azsa da öyle.


Arkadaşlarım çok genç yaşta sigaraya başlamıştı, ben futbolla ilgilendiğim için içmiyordum. Bir de anne faktörü vardı tabii. Her neyse. Cebimdeki parayla bir paket Marlboro marka sigara alabiliyordum, üzerine de magnum dondurma yiyebiliyordum. Şu anda nasıl telefon modelleri, araba anahtarları vs. girilen ortamda hava atmaya yarıyorsa, o zamanlarda da içtiğin sigara markası bunu sağlıyordu bizim aramızda. En azından sahte de olsa arkadaşım olabilirdi. Fakat bu, asla kârlı bir iş değildi. Ergen aklı basit çalışır. Aldığın haz, çektiğin çileye değmiyorsa vazgeçersin. Bu kadardır hayat senin için. Tabii büyüyünce değişir işler. Şu anki amaçlarını düşünürsen ne demek istediğimi çok iyi anlarsın.

Cebimde on lira para vardı ve yalnızdım. Atari salonuna giderken pazardan geçmek zorunda kaldım. Kitap tezgahında "babalar gününe özel indirim!" nidası atan abi dikkatimi çekmişti. O yaşıma kadar sadece Power Rangers'ın boyama kitabını okumuştum. Lakin sadece boyamıştım. Okuma alışkanlığı için yapılan bir kitaptı, yine de kimse okumazdı. Her neyse. Tezgaha yöneldim. Kitapları inceledim. "Ne kadar?" diye sordum, "İstediğin 4 kitap beş lira ufaklık" cevabını aldım. "Ufaklık" hitabından yola çıkarak, hemen ufak çaplı bir sağlama yaptım kafamda. On liranın hepsini atari salonuna verirsem babam çok kızardı. Çünkü gereksiz ve kazançsız harcama olurdu. O nedenle, beş lirayı kitaplara, geriye kalan beş lirayı da ateri salonuna verip babama da "kitap aldım baba, tatilde okurum" diyecektim. Bu plana göre, babamın belki duygulanıp yine para verebilme ihtimali vardı. En güzel kısmı da buydu işte. Sonuçta babam, dört kitaba beş lira verdiğimi zannetmezdi. Babalar, kitaba verilen paraya acımaz. Çocuksanız, kendi planlarınıza sadık kalırsınız. Sonuna kadar gidersiniz.

Kitapçıya on lira verip beş kitap ve beş lira para üzeri aldım. Kitapçı abi bir tane de kendi hediye etmişti. Atari salonuna gittim. On jeton aldım ama hiç bana sıra gelmedi. Bir saat boyunca başkalarının oyununu seyrettim. Sinirlendim. Kitapları geri vereyim, hem zaman geçer diye düşündüm. A planı daha sonuca ulaşmadan B planı devreye girmişti. Bu durum, elektrik kesintisi olmadan devreye giren jeneratör olayına benziyordu. Ne demiştik, planlardan, ibadet eden sadık kullar yaratılabilir. "Neden?" sorusunun cevabını bildiği halde ifa ederler.

Geriye döndüğümde polis arabası vardı, tezgahın önünde durmuş kitapları topluyordu. Sadece "korsan kitap" anonsunu duydum telsizden. Korktum. Ardıma bile bakmadan eve geldim. Odama girdim. Kitap poşetini masaya koydum ve polisleri bekledim. Sanki masada eroin vardı. 

Akşama kadar kimse gelmedi. Sabah oldu yine gelen yoktu. Babam her şeyi öğrenecek diye ödüm kopuyordu ama kimse gelmiyordu. Sanki cennette payıma düşen yer cehennem manzaralıydı. Her an düşebilme korkusuyla izdivaç halindeydim. Zaten bu dünyada korkunun sebebi kendi değildi. En büyük korku. Düşmek.

İkinci günün sabahında da dışarı çıkamayınca kitapları yakayım diye düşündüm. Deliller yok olursa kimse bilemezdi. Evden kibrit alıp uzaklaştım. Beş kitap ve ben. Yaktım hepsini. Gerçi panikten dolayı tüm kibritler (40) bitmişti ama olsun. Sadece birkaç sayfa kalmıştı yanmayan. O sayfaları da yırtayım, deyip katlanmayacak hale gelene kadar yırttım. Bir sayfa kaldı elimde. Meraktan okudum:

"İki farklı ipi birinine sıkıca aynı düğümle bağlayıp farklı yönlere doğru çekersen, bir zaman sonra kopar, ama açılmaz aynı yerden. Ben de öyleyim baba. Hep aynı yaştayım doğum günümde. Hem tekrar doğdum, hem tekar öldüm aynı günde. Şimdi söyle bana, kaç düğüm daha gerekli boğazıma 'baban öldü' gerçeğini yutkunmamak için? O halde bu yıl da Kıyamet kopsun, günün kutlu olsun."

Bir arkadaşım, babasını cebinde anahtar olmadığı için kaybetti. Kapıyı açabilse kurtarabilirdi. Ama olmadı. Bir filmde "kaybetmek, anlıktır" diyordu. İnsan da öyle değil mi? An'lardan ibaret. Bir anda var olur, bir anda yok olursun. Bu gerçeği hazmettiğinde anlayacaksın.

Eskiden "üç saniye içinde, telefondaki bütün numaraların çarpımını söyleyebilir misin?" sorusuna verdiğin "0" cevabının yerine "hayatım" diyebiliyorsun artık. Kocaman sıfırdan ibaret çünkü hayatın. (Anlamayanlar için)

Bu dünya, kumar masası moruk. kazandığın her şeyi kaybetmeden kalkamayacaksın o masadan.

O yüzden elindekilerin kıymetini tek bir güne sığdırmaya çalışma. Sonra sığamazsın dünyaya.

Bu kadar. 



Mesut Cihan Demirel.