29 Kasım 2015 Pazar

Şüphesiz ki noktadan sonra büyük harfle başlanır (imla/12)

Merhaba kuzen. nasılsın?
Senin cevabını bilmiyorum ama benim cevabım şu şekilde;





(A Serbian Film'den bir kare)







Saçlarının dökülmesine, dişlerinin dökülmesine, açlığa, susuzluğa ve uykusuzluğa... hiçbir şeye engel olamıyorsun. kabullen, kontrolün başkasında olduğunu. hiçbir şey senin elinde değil. bugün nerede olursan ol, ne yaparsan yap, daha önceden kurulmuş çalar saat gibisin moruk. nerede öleceğini, nerede can çekişeceğini, nerede yaşayacağını, nasıl seveceğini... kısacası hiçbir şeyi bilmiyorsun. sadece hayal ediyorsun, sonra da o hayali gerçekleştirmek için çabalıyorsun. ömrün bir şekilde geçiyor. yalnız hayalleri olanlar için daha çabuk geçiyor. aradaki tek fark; hayallerinin seri katili olanlar ''mavi kabloyu mu kesiyoruz?'' diye düşünmüyor yaşamını biraz daha uzatmak için.

anlıyor musun?

Hal böyleyken neden hala bir amaç veya bir kutsal belirliyoruz, hiç düşündün mü? çok basit, eğer bazı şeyleri kontrol edemiyorsan, seni kontrol eden birileri vardır demektir. buna inanıyoruz. zaten birkaç kıyaslama yaparsan ne demek istediğimi anlarsın. örneğin, iş yerine gidiyorsun ve birileri senin neler yapacağını önceden ayarlayıp direktiflerle yönlendiriyor seni. sen de söyleneni yaparak kontrol noktasındaki buton görevini yerine getiriyorsun.

peki kontrol kimde?

Bunu etrafına bakarak kavrarsın. bir yerde konser olduğunu düşün. güvenlik önlemleri alınır değil mi? en başta da bir adam vardır ve kontrolü o sağlar... bizim durumumuz bundan daha planlı programlı. eğer bir mekanizmayı çok kurcalarsan hata vermeye başlar. çoğumuz böyleyiz. Ya sikerim, anne ve babanı düşün moruk. onlar nasıl seni eğitirken kontrolü bırakmıyorsa, içindeki o inanç veya ticaret zekan da bunu söylüyor sana!


İnsanlar ikiye ayrılır kuzen:
1- Burnundaki sümüğü çıkarıp, top haline getirip, iki parmak arasından fırlatanlar.
2- Aynı sümüğü çaktırmadan bir yere yapıştırmaya çalışanlar.

Ne o tiksindin mi? ulan yalnız kalınca anlamlı bir şey yapamayan insanların hepsi yalnızlıktan şikayetçidir. tıpkı senin gibi. çünkü yalnızlık, insanın kendini seyretmesidir. pc'yi açıp en iyi ihtimalle sanal profillerine girip ''ahlak, hak, demokrasi, barış, özgürlük, kadın, dayanışma...'' gibi şeyler paylaşan insanların çoğu, hatta %90'ı İnternet üzerinden vizyondaki filmleri seyretmek için link arar amına koyim. hep bir kendini öne çıkarma derdi, hep birilerine ispat derdi. ulan amcık ağızlı, o platformlarda en fazla 5 bin arkadaşın var lan. tüm dünyaya nutuk atar gibi neyin kafasını yaşıyorsun? toplamda 5 milyar insan var ve emin ol o arkadaş listendekiler dahil hiç kimse seni siklemiyor. ama sana da hak veriyorum. niye biliyor musun? çünkü eğer elinde gerçek ve sanal varsa ve sen hangisi çok kullanırsan diğeri daha çok soyutlaşır. ilizyonun gerçeklik payı budur işte. kendi gerçek hayatını ikinci plana atmak. sivilde ağzından küfür eksik olmayan insanlar, sanal mecrada TDK siki yutmuş gibidirler. dikkatli bakarsan ne demek istediğimi anlarsın.


Eğer insan; herhangi bir durumun çığırtkanlığını yapıyorsa, emin ol tam karşıtını duvar yapmıştır kendine. bunu karşılıklı takip yapan geri zekalılar daha çok yapar. vallah bak.


Oğlum, aslında tam olarak hissettiğim şey: çayı ocakta unutup evi patlatırken içinde olmak. bunu düşünürken aklımda sadece şu soru var; ''ben öleyim de, bizimkiler nerede kalacak?'' birilerini düşünerek geçiyor ömrümüz. kan bağın olan insanlar, kan davası güttü mü sana da? bana çok oldu lan. çünkü birilerini zaafını bilirsen eninde sonunda kullanırsın. bunlar da genelde kan bağın olanlardı. inan bana ne kadar çirkinleşeceğinin sınırını sen bile tahmin edemezsin o anlarda. birilerini maşa olarak kullanırsın, birilerini köprü olarak, birilerini koz olarak, birilerini prim olarak, birilerini çıkış kapısı olarak, birilerini kurtuluş olarak (kadınlar anladı)... ve Hakan Günday da haklıysa; birilerini de silah olarak kullanırsın. sonra da bu kullandığın şeyin yanlış olduğunu yok etmek istediğin insanlar üzerinden ''duvar'' olarak kullanırsın. biraz da olsa anlıyor musun?


Sana biraz güncel örnek vereyim. Hatta dün Ümit'in verdiği çok güzel örneği burada seninle paylaşayım. AKP'ye oy veren cahil insanlar kadar tahsilli insanlar da var değil mi? çünkü ortada %50'lik bir kısım var ve senin de etrafında çoktur veren. peki nasıl oluyor bu, hiç düşündün mü? moruk, bak anlatayım. eğer birilerini kullanmak istiyorsan ve ileride bunun kaymağını yiyeceğini düşünüyorsan onlara inanılmaz iyilik yaparsın. yani sürekli yemlersin. işlerini halledersin. kalıcı intiba bıraktıktan sonra da artık onları kullanırsın. hatta bunu o kadar iyi yaparsın ki, kendi gözleriyle bile görse inanmazlar yanlış bir şey yaptığına. hatta korumak için senden daha çok sebep (geçerli bahane) üretirler. evet, işçidir onlar. para vermediğin halde senin için çalışan işçiler. durum öyle bir hal alır ki, seni yaftalamak isteyen insanların açıklarını onlar bulmaya çalışır. bizler de böyleyiz oğlum, fark et artık. işimize yarayacağını düşündüğümüz insanlarla arkadaşlık ve dostluk kurarız. işte de böyle, sosyal hayatta da öyle.


asıl kontrol kimde?


Duygularını kontrol edebiliyor musun? sence ''bastırmak'' ve ''kontrol'' aynı şey mi? düşün amın feryadı, biraz düşün bakalım. sırf müslüman doğduğu için rötarlı da olsa cennete gideceğini düşünen amcıklar gibi düşüneceksen siktir git hemen bu blogdan. biraz önce yeni araba alan bir arkadaşım aradı ve ''ölmek istiyorum amına koyim'' dedi. doğal olarak sebebini sormam gerekiyor değil mi? Direkt alternatif sundum önüme. çünkü insanların ses tonlarından ne yapmak istediklerini anlıyorum artık. ya da delirdim amına koyim. bebe hiç konuşmadan kapattı yüzüme telefonu. yarım saat sonra da tekrar arayıp ''akşam Galatasaray maçına gidek la'' dedi. şaka yapmıyorum. kontrol anı ne zaman olur biliyor musun? cinnet anında. o an seni kendin bile kontrol edemez. ''iyi de yarram o nasıl olacak?'' deme, çünkü asıl kontrol direksiyonu bırakmaktır. çünkü karşındaki insanları kontrol edersin. ve çünkü sana çarpmamak için yoldan çıkan aracı, dolaylı olarak kontrol edersin. bu bağlamda da sen aslında göremediğin gücü kontrol etmiş olursun. anladın mı? sikimi anladın.


Bazen her şeyin senin yüzünden olduğunu düşündüğün oluyor mu? doğma sebebin, yukarıda bir yerlerde o meyveyi yiyip buraya düşmek olduğunu düşündün mü, yatağına uzanıp tavanı seyrederken?
Babana kızmamak için bahane bulmak zorunda kaldın mı?
Bulmasaydın, cinnet anında onu öldüreceğini düşünüp kendini rahatlattın mı?


iyi de moruk, bu kontrol kimde?


Kimdeyse versin, sevmem böyle şakaları. intihar etsen, ölmeden önce kimi düşünürsün? dur lan hemen düşünme, ben çok düşündüm. baban olmadığı halde ananı en çok sikeni düşünürsün. oradaki ''ana'' asla ilk anlamı değil. aha inanmazsan dayıya sor. eheheh. insan, ya hep yara açmayı sever, ya da hep yara açanı sever. ortası yok moruk. o yara da ne kadar büyük (derin) olursa, o kadar geç unutursun amına koyim.

Yeni açılmış lüks bir kafe (restauranttan playstation salona kadar bir dükkan getir aklına) düşün moruk. her şey sıfırdır, her şey mükemmel görünür. müşterilere sonsuz saygı vardır, güler yüz, düzgün diksiyon vs. peki ne olur zamanla? para kazandıkça ve etraf yaptıkça salarlar kendilerini. eski özen kalmaz. bak moruk, hayatının her evresinde böyle olacak. evlilikten, işten, arkadaşlıktan ve geriye kalan her şeye kadar aynı şekilde işleyecek. istediğin kadar dikkat et, düzeltemeyeceksin, engel olamayacaksın ve kurtulamayacaksın...


şimdi söyle bana, kontrol kimde?




mesut cihan demirel.

25 Kasım 2015 Çarşamba

Çok saçma değil mi

Merhaba kırmızı gözlerime yansıyan insanlar.

İnsanın içine attığı her şey zamanla bombaya dönüşür. Saatli bomba, ancak kimsenin bilmediği bir anda patlayan cinsten olanı bu. Saatli mayın ya da. Üstüne basıldığında insana yapışan ve beklenmedik patlama görülen mayın. Dünya gibi, ömür gibi.


Ben, sana bu satırları 10'uncu kattan atlamış ama başkasının üzerine düşüp birinin ölümüne sebep olmuş hissiyle yazıyorum. Sen de eğer okurken, sanaldan tanıştığın ve aranızda en az 3 şehir olmasına rağmen sevip aşık olduğun, ancak asla yan yana gelmediğin halde güvendiğin kızların her sözüne inandığın gibi okuyacaksan, siktir git bu blogdan, ananı sikerim senin. Hak etmiyorsun burayı, amın feryadı. Okuyorsan da hâlâ ananı götünden sikeyim.


Neden öyle dedim biliyor musun? Bilme. Bilsen de vereceğin tepkiyi hissetmek istemiyorum. Sana burada sardırılarak seyredilen film gibi, hatta bana göre de son derece anlamsız olan hayat hikayemi anlatıyorum. İçime attığım, içinden çıkamadım, tepki veremediğim ve artık tutamadığım çiş ve hapşırık gibi şeylerden bahsediyorum her defasında. Sen de okurken, eminim ki tuvaletini bitirip donunu çektikten sonra ayakta birkaç saniye bekleyip, içinden "acaba daha var mı?" ikileminde kaldığın zaman kadar düşünmüyorsun yazdıklarımı. O nedenle bilme hiçbir sikimi. Bilsen de aynı tip şeyleri yapmaya devam ediyorsun nasılsa. Ben de zaten sana dünyanın şifrelerini çözmen için taktik vermiyorum. İnan bana, iddaa bültenindeki tahminlere bile güvenip kupon yaparsın, ancak sana burada milyonlarca sebep saysam yine de aynı amcık ağızlılara güvenmeye devam edersin. Aynı kazıkları yersin. Sanki sen çok farklıymışsın gibi...

Öyle olsan, Allah seni peygamber yapardı.


Çok doluyum moruk. Çünkü  "amaaaann yolun inişi, amın genişi makbuldür, salla gitsin" düşüncesiyle yaşayamıyorum. İçtiğim ve yediğim her besin sonmuş gibi düşünüp tıka basa yiyip "böceklere ayıp olmasın" diyorum içimden. Bunu düşünüyorum lan. Bak samimi söylüyorum, telefondaki not defteri olmasa noktadan sonra büyük harfle başlamayı bile unuturum, hatta erinirim, ama kemiğimi bile yiyecek olan böcekleri düşünüyorum. Hiç öyle şaşırma. Çünkü sen de, senin kanını içenleri böyle düşünüyorsun. İnsanız oğlum. İnsan, kendini sikeni sever.


Hayatta bazı şeylere engel olamazsın. Bilinçaltında vardır çünkü. Mesela hiç kimse kötülük yaparken veya iyilik yaparken "Allah, cennet ve cehennem" düşüncesiyle yapmaz. O senin içinde vardır zaten. Onu sökemezsin kuzen. Bazı şeyler de böyle. Mesela birilerinin zor zamanında yanında olursun. Bunu karşılıksız yaparsın, ona inanırsın. Fakat o yanında olduğun kişilerden aynı davranışı görmeyince "ben şu durumunda sana şunu yaptım, en zor zamanında ben vardım" dersin, içinden veya dışından. Hemen devamında da " haaaa ben onu karşılık beklediğim için yapmadım ama..." kelimeleri dökülür dudaklarından. Bu var olanı yok etmeye benziyor. Çelişiyorsun, işin garibi görmüyorsun. Kendini, kendi yalanına inandırmak, sevdiğin insanı başkasıyla sevişirken yakalamaktan daha trajiktir.


Al sana hümanizm. Bu oğlum bizim hümanizmden anlayışımız. Dert beğenmektir. Hatta kendi derdini başkasının derdi üzerinden yakınmaktır. Etrafına bak. "X olay varken X görüşlüler götünüzü yırtıyordunuz amuğa goyen, şimdi neden sesiniz çıkmıyor?" düşüncesi bizim ülkede hümanizm göstergesidir. Çünkü aslında burada serzeniş vardır. Yani "neden dert beğiyorsun amcık?" demenin kibarcası, diyene göre de doğru kıyaslamadır.

Bak moruk, dün öğretmenler günüydü değil mi? Ben bilmiyordum. Eminim ki çoğu kişi de bilmez. Ben paylaşım yapmadım. Bunun sebebi, kendime küfür etmek istemedim. Bunu yapsaydım şayet, Fener taraftarının Avrupada Cimbom'a başarılar dilemesine benzerdi bu paylaşım. (Cimbom için de Fener ve Beşiktaş) Çünkü paylaşım yapanların çoğu geçmişte öğretmene artislik yapmanın kızlar üzerinde büyük bir etiket olduğuna inayordu. Kızların da "ya şerefsiz 5 puandan bıraktı" dediğini unutmasıydı. Oğlum bizi siktir et, Atatürk bile "vekil maaşları öğretmenleri geçmesin" demiş, bugün maaşı geçtim torpilsiz atanamayan öğretmen ordusu var lan ülkede. O nedenle öğretmenler gününü kutlayamam kimsenin.  Dün paylaşım yapanların, özellikle de "En başta..." diye paylaşım yapanların en başta kulak deliklerini genişleteyim. Samimiyetsiz ibneler.


Neyse, benim derdim kendimle amına koyim. Kuzen, bu yazıda birkaç şey istiyorum senden ve bu benim sana ödevimdir. Yapmazsın biliyorum ama yine de söyleyecem. Madem okudun buraya kadar, yazdıklarımı da yap bir zahmet. Okurken bil ki, insan en çok kendi işine yarayan şeylerde ustalaşamaz. Ustlaşmak için gereksiz şeyleri yapmamayı kavramalıdır. Anladın mı?

Al sana sipariş listesi;
1. İspat derdine düşme. 
2. Duyarlı(-ymış) derdine düşme.
3. Birilerine yaranma derdine düşme.
4. Yalakalık yapma.
5. Bırak inanmadığın şeylerin peşinde koşmayı.

Bir tane daha olsa imanın şartları gibi olacaktı amına koyim, ama cidden bunları istiyorum senden. En iyisinin amına koyim oğlum. Hatta en çok da kendimin götüne koyim. Şimdi diyebilirsin ki "madem öyle seni niye dinleyeyim?" çünkü bu dünyadaki her güzelliği pisliktekiler bilir.

Umarım yaparsın. Selametle.





Mesut Cihan Demirel.

20 Kasım 2015 Cuma

Ne için

Merhaba.
Bunları yazarken yan sekmede Barış Manço'dan Ben Bilirim şarkısı çalıyor kuzen. O kadar garip hissettim ki anlatamam. Gerçi anlatırım da, ben yazarken yüzüme bakman gerekir anlaman için. Her neyse. Burayı çok seviyorum lan. Çünkü terapi gibi oluyor. Psikolojinin deyimiyle Self-Terapi, Erdal abinin deyimiyle ergenlik tribi. Biraz teknik konuşayım da bilgili zannedin. Efendim ne zaman serotonin azalsa hemen girip depoluyorum. Öğk. Ne iğrenç oldu la bu.

Her şeyden önce bilmeni istediğim bir şey var. Bu blogda araştırma yazısı yazmıyorum kuzen. Sadece biraz dolunca girip iki saçmalıyorum ve çıkıyorum. Birkaç kişinin de okuduğunu görünce de günah çıkarma işlemi tarzında hissedip rahatlıyorum. Yani sen buraya yanlışlıkla bile gelsen, linke istemsizce de tıklasan, kayıtlar bölümündeki tıklanma sayısı +1 olduğunda ben rahatlıyorum, inan. Bir bakıma da ilk yardım gibi bir şey aslında. Kanamam oluyor ve onu durdurmak için yazıyorum buraya, sen de okuyarak ilk müdahaleyi gerçekleştirmiş oluyorsun teknik olarak. Gereksiz görev yüklüyorum değil mi? Tıpkı uçağa sadece küçücük cıvata takan adam gibi. Gerçi seninki biraz kanat takmak ama olsun.

Kaos’taki yazıda ‘’Bu dünyadaki her şeyin sonu sıfırla çarpılmaktır’’ demiştim. Sonrasında da başta Ali olmak üzere birkaç kişi daha ‘’Peki ya içimdekiler?’’ şeklinde sordular bana. Ben de ‘’Dünyanın içindeki senin, senin içindeki cehennem’in bile sonu sıfırla çarpılmaktır’’ cevabını vermiştim. Gerçekten öyle kuzen! Her şeyin sonu sıfırla çarpılmak. Yani sıfır ve boşluk. Kaç yılında doğdun bilmiyorum ancak doğduğun anı hatırlamadığına yemin edebilirim. İşte ölüm anı da öyle. Yok olacaksın ve maksimum iki yüz yıl sonra varlığını bile hatırlayan kalmayacak. O sıfır bir çember aslında. O çemberi oluşturan senin sınırların, korkuların, kuralların ve geçilmemesi gereken ne varsa o. İçi de her şeyin sona ermesi. Bir çizgi üzerindesin. Bir adım sonra ve öncesinde arada kaldığın hayattasın. Kararlar veriyorsun ancak daha öncesinde verilmiş olan milyonlarca aynı kararın ikiz kardeşini doğurmaktan farksız oluyor. Güvendiğin insanlar aynı tip olmaya devam ediyor, inandığın kutsallar aynı, küfür ettiğin insanlar aynı, her şeyden önemlisi sen aynısın. Sadece cümlelerin değişiyor. Fikirlerin keskinleşiyor.


Deniz olan yerleri düşün. Tuzlu su kıyıya çarpa çarpa ve kum tanelerini ala ala kayayı çıkarıyor ya meydana, sen ve duyguların böyle işte. Birileri senden bütün duygularını çala çırpa hissizleştiriyor. Sonunda da his kalmayınca, Muay-Thai yapan adamın kaval kemiği kadar sertleşiyorsun. Ne çarparsa çarpsın, sana dokunan kırılıyor. Belli bir zaman sonra ne oluyor biliyor musun?


Tarih tekerrür olayı giriyor işin içine. (yani yalama oluyorsun)


Vücudunda bir kemiğin kırılıp tekrar düzelmesi minimum bir aydır. Bir ay boyunca kırılan yeri kullanamazsın. Eğer sevgilinden ayrıldığın gün başkasını buluyorsan, kusura bakma ama o kırılan senin insanlığındır. Siksen düzelmez o işte. Birbirimizi kandırmayalım moruk, hepimiz insanlığımızı çoktan kırdık. O nedenle sikeyim bu dünyanın bana yüklemeye çalıştığı anlamları.


Bak eminim ‘’dünyanın sonunda seni bekleyen şey, adı sıfır olan duvara çarpmak’’ sözünden bir sik anlamıyorsun şu an. Hatta ahiret, vicdan, Allah, kitap ve inanç gibi bir sürü manevi şey sayıp kendi kafanda beni yanıltma peşine düşeceksin. Beni ne zaman anlayacaksın biliyor musun? Sabaha kadar çalıştığın dersin sınavından kaldığın gün anlayacaksın. Yıllarca hayalini kurduğun ev (veya başka bir şey) için topladığın parayı sağlık sorunlarına ödeyip bitirdiğin gün anlayacaksın. Ortalama beş yılını verdiğin sevgilinin seni aldattığını öğrendiğin gün anlayacaksın. Yıllarını verdiğin dostluğunu küçücük bir cümleyle kaybettiğin gün anlayacaksın. Bir ‘’Merhaba’’ ile başlayan gündelik hoşlantılarının seni nasıl heba ettiğini hissettiğinde anlayacaksın. Sen beni şimdi değil moruk; çaresiz kaldığında, tanıdığın herkesin aslında kocaman bir sırttan ibaret olduğunu fark ettiğinde anlayacaksın. Anladığında da bu bloga girip burayı tekrar okuyacaksın. Okumanın bir sik değiştirmeyeceğini anlayıp, üstüne bir de beni arayacaksın.


Tüm bunları bildiğim halde, yedi harflik o acil çıkış camının içindeki çekiçlere benzeyen ve benim bu dünyadan kurtulmamı sağlayacak olan üç hecelik kelimeyi neden denemediğimi (deneyemediğimi) merak ediyorsun değil mi?

Neden mi?

Çünkü insan, iki şey için yaşar moruk. Biri sevgi, diğeri nefret… Beni bu dünyaya bağlayan, en doğru ifadeyle intihar etmemi engelleyen tek şey; yaşamaya devam etme sebebimle, kendimi öldürme sebebimin aynı olmasıdır.

Hadi ilk ben dürüst olayım; ‘’Birileri üzülmesin diye hem öleyim diyorum, hem ölmeyeyim. Yani birileri üzülsün diye yaşıyorum, birilerini üzmemek için yaşıyorum ve birilerini üzmek için ölmüyorum moruk. Ve o kişiler, aynı kişiler.’’


Peki, sen ne için yaşıyorsun?


Bu kadar!





Mesut Cihan Demirel.

19 Kasım 2015 Perşembe

Anla

Merhaba psikopatlar.
Hani üstünü değişirken bir arkadaşın gizlice gelip buz parçasını aratmayan elleriyle dokunur ya atletin kapatamadığı yerlerine, hatırladın mı? Ha işte o eli hissettiğin kadar hissederek oku birazdan okuyacaklarını.


Bazı insanlar, hayatında gizli özne gibidir moruk. Nereye gidersen git takip eder seni. Kurtulamazsın. İstediğin kadar savaş kurtulamazsın, ki emin ol savaşırsın. Sonunu bile bile. Tıpkı Fransa ve Almanya arasındaki savaşta, koca ordudan geriye tek başına kalan Alman Yüzbaşı'nın "ben varsam Almanya var!" haykırışıyla. O inançla savaşırsın. Mermin bitene kadar denersin. Çünkü öyle öğretildi bize.

İyi de neden?


Hadi gel deneyelim. Ölümü bildiğin için hayat yaşanılır gelmiyor mu sana da? Peki, sadece kaybedeceğin bir şeyin yoksa kumar masasında istediğini yapabilirsin, öyle değil mi?

Dünya da kumar masası sonuçta. Çünkü sonunda tek kazanan var, o da kumarı oynatan. Sonsuza kadar kazanamazsın. Ya ilk başta kaybedersin, ya da en sonda. Ancak muhakkak kaybedersin.

Ya yüklediğimiz anlamlar? Bir insanla konuşuyorsun ve bir anda düşüncelerine hayran kalıyorsun. Devamında da iyice tanıyıp her şeyini ezberliyorsun. Sonra ne oluyor? Zaman her şeyi basitleştiriyor. Çorbayı düşün kuzen. Sıcakken ve soğukken aynı mı? Çorba aynı ama.
Anla!


Alaturka tuvalet deliklerine konulan plastik kapaklar var ya kuzen, amacı lağım faresinin o delikten eve girmesini engellemektir hani. Getir gözünün önüne. Ya da kalk bak tuvalet deliğine. Kesin vardır. Her neyse. Ancak biz onu illet bir malzeme olarak görürüz. İşini bitirdikten sonra, temizlenmesinden tut da arasına sıkışan tuvalet kağıdına kadar hayatı zehir eder çoğunlukla. İşte ben de o plastik kapak gibi hissediyorum lan. Çok geçerli nedenlerim var yaşamak için, fakat hayatı zehir ediyorum çoğunlukla kendime. Biri üzerime sıçmış da temizlemeden siktir olup gitmiş gibi.
Anla!

Ben de anlamıyorum moruk. Deniyorum sürekli ancak olmuyor amına koyim. Neye anlam yüklediysem, hayat onu porno film konusu yaptı, yetmedi sete davet etti. Gülme sikerim bıngıldağını. Ne bileyim lan, belki de hayata yüklediğim anlamlar, teoride doğru görülse de, pratikte kolu kopan birine suni teneffüs yapmaktan ibarettir. Buna karşın yine de bir neden arıyorum. Bunu neden yaptığımı da soruyorum, soruyorum da sanki Hakan Günday "cevabı olmayan bir soru gibi geldim dünyaya" derken beni işaret ediyormuş gibi geliyor cevapları ararken.


Tüm bunlara rağmen hâlâ güveniyorum, inanıyorum, kimin koyduğunu bile bilmediğim kurallara uymaya çalışıyorum. Bildiğim yanlışlara devam ediyorum. Yani diyorum ki: "Tanrı'nın cehennemi boşuna yaratmadığını kanıtlar gibi yaşıyorum orospu çocuğu."

"Tanrı değil Allah" diyen o sahte ağzın var ya, o ağzından gırtlağına kadar sokar dişlerini sökene kadar sikerim senin. İbnenin eğittiği.

"Her şeye rağmen..." diye başlayıp umutlu biten cümleleri içimde yok ederken sadece şunu bilmeni istiyorum; sana asla iyi şeylerin vaadini asla veremem. "Asla" diyebileceğim tek şey bu belki de, bilmiyorum. Burada okuduğun, okuyacağın, yan yana dizilen her harften, anlam meydana getiren her kelimenin cümle içindeki değeri, sadece içimde susmayan şeylerin yansımasından ibarettir. (Ne uzun cümle oldu amına koyim) O yüzden rahatım. İnan bana, otuz bir çektiğin yer bile buraya yazdıktan sonra içimde oluşan boşluk, rahatlık ve yalnızlık kadar tenha ve güvende olamaz. Daha net olayım; "çekinmeden kustuğum halı burası!"


Ekmek bütünken para eder ama ucunu bölüp yemek daha değerlidir ya, onun yarısı kadar değer versen yeter benim için, bu zeminde okuduklarına.

Ve ölürsem buraya da sahip çık olur mu?


Bu sefer de böyle olsun.



Mesut Cihan Demirel. 

15 Kasım 2015 Pazar

Çok az kaldı

Merhaba kuzen.

Yine doldum ben. Ama bu seferki biraz daha bilinçli dolma. Yemek olan dolma değil. Neyse anlatıcam bekle.


Buraya yazmayı düşünmeden önce facebookta paylaştım. Mehmet de "yazınca ne oluyor?" tarzında bir soru sordu. Belki herkesin aklında olan soruydu ama orada cevap vermesem de burada sorulmuş da cevap veriyormuşum gibi yazacaktım zaten. Konuya gireyim de açıklarım biraz da olsa sebebini.



Buraya yazmamın birinci sebebi, "modern ve kısmi günah çıkarma" olduğunu düşünmem. Modern diyorum, çünkü kliseye gitmek yerine buradan yapıyorum. Kısmi diyorum, çünkü sen rahip değisin. İkinci sebep de, içimde yük olarak taşıdığım düşünceleri buraya boşalttığımı zannetmem. Zannetme diyorum, çünkü ben boşalttıkça, boşalan yerlere yenisi ekleniyor gibi hissediyorum artık. İyiden iyiye de, yük hafifletmek yerine tüm ülkeyi gezip, bir şehre mal bırakırken tekrar yükleyip öteki şehre mal taşıdığımı görüyorum. Bu önceleri moralimi bozuyordu ancak bugün fark ettiğim birkaç yeni gerçeklik sayesinde artık öyle gelmiyor.

Nasıl mı?
-Takip et.


Gözünün önünde bir bardak buz gibi suyun içine bir hap atsalar ve su aninden kaynar dereceye gelse ne yaparsın? Şaşırırsın değil mi? Peki o suyu sana uzatsalar içer misin? Zor. Fakat bunu yapan bir doktorsa, sike sike içersin. Bir bardak suya bir damla zehir damlatıp verse o amına koduğumun doktoru ve tek kelime etmese, tereddüt etmeden yine içersin. Öyle değil mi? Öyle. Peki aynı zehri sana uzatırken içinde "zehir var" dersem ve yüzüne bakıp "bunu içmezsen eğer, en iyi ihtimalle kanser olup öleceksin" dersem, ne yaparsın? (Yarrağımı içersin!)


Hayatında psikolojik sorunlar yaşayan kaç kişiyle tanıştın bilmiyorum ama benim tanıştığım en aklı başında hasta bendim. Neden mi ben? En başta hasta olduğumu ve her şeyin kafamda olduğunu biliyorum. Farkındayım halüsinasyon gördüğümün, lakin bile bile lades oluyorum her defasında. Kendime katlanmamın sebebini bile biliyorum amına koyim.


Az, çok'tan bir harf eksik, ancak mesafe bir hayli fazladır. Mesela çok kelimesini az'ın önüne koyarsak az bir anda çok az'dan üstte olur. Bu da yaşama ihtimalini çok az'dan az'a indirir. Yüzdeye vurursak, az %30'sa, çok az %10'dur. Aradaki mesafe de doktorun tecrübesidir. Anlamsız geldi değil mi? Dur açıklayayım. Majör depresyon hastalığım var benim. Bu hastalığın en sıkıntılı tarafı intihar düşüncesidir. Doktora gittiğinde eğer bunu söylersen, x isimli bir ilaçta normal dozajın sadece %10'unu verir sana. Söylemezsen %30'unu verir. Eğer saklarsan aradaki %20'lik kısım, intihar yüzdeni %80 etkiler.

Anlıyor musun?


Psikolojide ilaç kısmı önemlidir. Bazı rahatsızlıklarda, özellikle obsesif'lerde dozajdan çok ilacın kendi önemlidir. Takıntılıysa hasta, ilaç alıp almadığını gün içinde minimum 4 kere unutur. Daha doğrusu emin olamaz. (Bunamadan farklıdır) O nedenle ilaç verirken şişe içinde verilmemeye, verilse de şişeyi bile içse öldürmeyecek derece olan ilaçlar tercih edilir. Çünkü takıntı bir anda kuruntu olabilir.


Eğer aklının bir köşesinde intihar yer etmişse emin ol denersin. Majör'ler bu fikrin tam merkezindedir. O nedenle verilen ilaçlar dozajın en altında olmalıdır. Ha unutmadan tüm bunları tıbbi bilgim olmadan söylüyorum. İsteyen doktora sorabilir. Ben kendi üzerimden ve aradaki diyaloglar doğrultusundan fikir yürütüyorum sadece. Neyse. Eğer hasta intiharı düşünüyor ama korkuyorsa, verilen ilaç iyi ettikçe, o korkuyu yenmesini sağlar. İntihar edemeyecek kadar güçsüzse hasta, o ilaçlar güçlendirir. İşte tam da burada dozaj işe yarar bir faktördür. O nedenle "Az ve çok az" arasındaki mesafeye koskoca bir hayat sığar.


Halüsinasyon, korku, kaygı, bastırılan duygular, umutsuzluk gibi faktörler her türlü psikolojik rahatsızlığı tetikler. Yani aile cinayetinden enseste, pedofiliden tecavüze her şeyi aslında bunlar tetikler. Fakat konumuz bu değil. Neyse devam. Her insanda acı eşiği denilen şey vardır. Bu acı eşiği hisleri etkiler. Bazen de dayanma sınırıdır. Şöyle düşün; her gün aynı şakaya maruz kalan biri ummadık anda farklı reaksiyon gösterebilir. Bu sözlü kızmayla veya fiziksel temasla olabilir. İşte psikoloji de böyle. Sürekli yüklenir içine kafandaki kurgular ve bir anda patlasın. Kahkaha attığın bir olaya gün gelir regl sancısı gibi acı çekersin. Bunu çok yaşarsın inan.


Peki moruk amacımız ne bizim? Yani ne için yaşıyoruz? Her gün aynı şeyi yaparak zaten intihar etmiş sayılmıyor muyuz? Doktor bana "düşünme" diyor ama düşünüyorum amına koyim. Her şeyi düşünüyorum. Gereksiz gördüğün, hatta hiç görmediğin bir şeye ben çok büyük anlamlar yükleyebiliyorum. Çok anlamlı şeylerle de dalga geçebiliyorum.


Buraya yazmamın üçüncü ve en önemli sebebi, yükümün hafiflemediğini artık biliyorum. Sadece tek elimle taşıdığım poşetleri diğer elime pay edip öyle devam ediyorum yoluma. Ağırlık geçmese de yayılıyor. (Bölünmek) Bunu biliyorum artık. Buraya yazdıklarım burada kalıyor, içimde onlara dair hiçbir şey kalmıyor, daha kötüsü yenisine yer açılıyor. Bile bile yapıyorum.


Kendine acı çektiren bir insan katil olabilir mi?


Sona geldik sabret. Şimdi kuzen, aklında intihar varsa ve kendini güçsüz hissediyorsan, kullandığın ilaçlar seni güçlendirir. Bu durumda doktorlar, özünde katil midir?

Peki ilaçları kullanmazsan ve daha kötü olursan, kurtulabilir misin?

Zaman geçiyor, ömür geçiyor ancak hastalık geçmiyor. Hastalık, geçmeyerek sana ayrılan zamanı uzatıyor. (Kader! -mu?) "Geçmezse ölürsün" demiştim ama bak; bu anasını siktiğimin dünyasında geçse de ölüyorsun lan.


E şimdi ne olacak?






Mesut Cihan Demirel

11 Kasım 2015 Çarşamba

Fucking ile lanet olsun arasındaki yazı

Merhaba.

Hayatında bazı anlar vardır ya. Küçücük ömründe sırf bunu yaşattığı için Allah'a teşekkür edersin. Cehenneme bile gitsen "Neden?" diye sormazsın hiç. Hatta "Ulan" dersin, "ben ne büyük bir orospu çocuğuyum. Allah'a isyan ediyorum bir de boş boş..." diye kendine sıkarsın kalan mermilerini de. Hem de harakiri yapan samuray onuruyla. Bunu da neden yaparsın biliyor musun? Çünkü biri de seni sever. Sonra o iki kelimeyi duyarsın. Herkese söylenmeyecek derecede kıymetli olan ve her zaman çıkaramayacağın ses tonuyla yapılan duygu boşalmasından bahsediyorum. Öyle önemlidir ki,  hayatının bir anlamı olur. Çok başka hissedersin. Kanser hastası nasıl her anın kıymetini bilirse, sen de o derece bilirsin yaşadığın anın değerini. Çünkü ilktir moruk, yürektendir.


Hepimiz yaşamadık mı lan? Herkesin ilk aşk sendromu olmadı mı? Hâlâ o sendromdan kurtulamayan insanlardansan, sadece sen devam et okumaya. Beni en iyi sen anlarsın zira.


Aşk dediğin en sevdiğin yemeğin veya içeceğin boğazına kaçıp nefesini kesmesi kuzen. Zor bela kurtuluyorsun ancak yemeye ve içmeye devam ediyorsun. Benim tarifim bu. Senin için ne anlama gelir bilemem. İnsanoğlu sadece tuvalette rahat ve doğaldır. Yaşamak da sıçtıktan sonra dönüp rahatsız olduğunu gizlemek kadar iyidir işte. Gördüğün gibi ben aşk yazamıyorum, hay anasını sikeyim ya. Olmuyor oğlum. Mutlu veya iç açıcı bir tarif koyamıyorum ortaya. Hani bir söz var ya "o kadar bilmem ne ki cümlelerle anlatamam" şeklinde. Ben anlatıyorum da cümleler saçma geliyor.


Neyse konuya dönelim. İlk olan şeyler bittikten sonra tekrarı çok iğrençtir. İlki iğrençse ikincisi x2 iğrençtir. Sıçmak fiilinde anlattığım gibi. İşte aynı şekilde gizlersin kendini. Mutluymuş, ilkmiş, içtenmiş ve daha önce hiç aynı cümleleri kurmamış gibi yaşarsın aynı anları. Hepsi 90 dakikalık maçların özet görüntüsünden farksızdır artık. Skoru bilirsin ancak seyretmeye devam edersin. Böyle saçmadır işte.

Yazının bu evresinden sonra hemen "Asrın" arkadaşımızdan "Aşk defteri" parçasını açıyoruz. Gaza gelmemiz lazım amına koyim.


Normalde saçma gelen her şeyi "sevgili" sıfatı adı altında çok ulvi bir şeymiş gibi yaşıyorsunuz (ruz) ya moruk, ha işte ben o olaya tavım biraz. Devamında da aynı saçma sapan olayları baya bi' insanla yaşıyorsun ve olay iyiden iyiye boka sarıyor. Sonra da Behzat Ç. repliğini alıp "Geçmiyo... amına koydumun dünyasında hiçbir şey geçmiyo" argümanına kendini inandırıyorsun. Bok geçmiyor. Geçmese geberirsin geri zekalı. Diş ağrısı gibi düşün, bıçak yarası gibi düşün. Düşün. Yaradan rabbin adıyla düşün!
(Üsstekine ek olarak)


Geveliyorum, hiç müdehale etmiyorsun. Neyse. Ben de yaşadım aynı şeyi. Yalnız iki defa oldu. Bizim millet çift dikiş sever ya, ben de sağlam olsun diye çift diktim hayatımı. Kolayca yırtılmasın diye. Üç sene önceydi o doping etkili cümleyi duyduğumda. (Bkz. Seni seviyorum) Abi cidden çok hoş bir cümle lan. Teslimiyet bir bakıma. Duygu teslimiyeti. Yük de diyebilirsin buna, kalbinin sofrasında yer açmak da, paylaşmak da, kendini adamak da... Allah'a dua etme kısmını ben de yaptım. İnanmazsın belki, "Ben bunu hak edecek ne yaptım?" şeklinde de sordum hatta. Çünkü cuma namazına bile gitmiyordum. Yani neyin ödülüydü bu?


Daha o günün akşamında ilk uyarı gelmişti vahiy gibi. En sevdiğin adamın ölüm haberiyle aynı gün aşık olmak nasıl bir cinayettir bilemezsin. Belki bilirsin. Duygularını rendeleyen herkes bilir. Sebebi de yine o duyduğun cümlenin başrolünde olduğu filmin bitişiydi. Son sahneydi. Ama ben ayıkmadım olayın ciddiyetini. Nasıl ayıkasın ki lan? Sevgine karşılık var. Hazır yeri gelmişken tüm temmuz aylarının anasını sikeyim bu arada. Ha unutmadan, kimlikteki gizli doğum günümün de takvim yaprağını sikeyim.


İnsan hayatında bazı şeylerden emin olmasa da "güven" duyar. Ancak böyle bir dünyada neyin güveni amına koyim? Bak inan bana, insanlara güvenmemen konusunda bir sürü argüman söyleyebilirim sana, ama buna rağmen birilerine güvenmeye devam edersin. Onaylayarak hem de. Kafanı öne eğe eğe onaylarsın. Çünkü mecbursun. Çünük sadece sosyal platformlardaki hesaplarında "kimseye güvenmiyorum" diyebilirsin. Onu da düşen takipçi sayısından yola çıkarak bütün karşılıklı takip ettiklerinin profilini gezerek kanıtlarsın kendine. Bu kadardır dünya, dünyan.

Anla moruk anla!

Şu dünyada yüklediğimiz her anlam boş. Bomboş arazideyiz. Zamanla saçları dökülmüş bir adam getir gözünün önüne. Dünyanın dökülen saçlarıyız biz de. Biraz da olsa anlıyor musun?


Hiç hayal kurdun mu sen de? Birini o hayalin merkezine yerleştirdin mi peki?

- Ben yaptım.

Yıkılan hayallerin yüzünden bazı şarkılara küstüğün oldu mu?

- Benim oldu.

Al bu da yaşanılmış en sağlam örnek sana; bir kızım olacaktı. İsmi Gece. Çünkü Ahmet Kaya şarkısında öyle diyordu; "söyle baksın GECE, dağlardan hasretime. Söyle sen neredesin, ben nerede?"

İnsanoğlu ya kötüdür, ya mutsuz amına koyim. Ortası yok.


"Ama" bağlacı var ya; öncesi virgül, sonrası olumsuz. Öyledir, aşk hikayen de.

"Da" bağlacı var ya; ayrı olmak zorundadır, birleşirse yanlıştır. Öyledir, aşk hikayendeki o insan da.


Uzun tıbbi terimler vardır ya; gözünle görürsün ama okurken bile dilin dolaşır. Öyledir, aşk hikayende karşı tarafı haklı çıkarmaya çalışmak da.


Google Translate var ya; güvenmesen de çeviri yaptırırsın hani, hatta anlamsız şekilde çevirir sana kelimeleri ve düzgün bir cümle kurmaya çalışırsın. Ha işte öyledir, aşk hikayeni ve o insanı anlatırken içinde yaşadıklarını zerre hissetmeyip cümleni bitirir bitirmez, insanların "anladım" demeleri de.


İlk başa dön. Allah seni cehenneme atsa, hangi yüzle "Neden?" diye sorabilirsin?



İlaçları içelim, yine devam ederiz.


Şimdilik bu kadar.


Mesut Cihan Demirel.

9 Kasım 2015 Pazartesi

Gömülmesi gereken yazı

Üzerinde "Kullanılması durumunda yanetkilerinden biri intihar girişimidir, ancak bu düşünceyi eyleme geçirme ihtimali sadece %1'dir." yazan ilaçları kullanan birinin ölümünden sonra ''Düşünmemek için ne yapabilirim?'' şeklinde soru bile sormadım kendime. Çünkü içinde en az 0.01 bile olsa her şeyin ihtimalini barındıran dünyadayız. Dikkatli  bakarsan, hepimizin krokisi aynı yani. Belki ben de senin yaptığın şeyi farklı şekilde uyguluyorumdur, ya da en kısa benzetmeyle ''kestirme ve uzun yol'' farklı değildir. Ama emin ol ki aynıyız. İkimiz de kurtulamayacağız. Ölsek bile kurtulamayacağız. Tek fark bunu ben senden biraz daha yüksek sesle söyleyeceğim. Ya da sen benden biraz daha geç fark edeceksin. Kendiyle çelişen insanlarız moruk. Sakın "Neden, nasıl" diye sorma, bunun ispatını yapmak sadece zaman kaybı olur, zira tamamen inanmadığın argümanlar masaldan farksızdır. Her neyse. Bütün düşüncelerini yazarak, çizerek, konuşarak tepki haline getirebilirsin. o nedenle aklındaki bütün soruların cevabı, aslında sorularının içinde can çekişiyor. Yeter ki görmeyi dene. Seni bilmiyorum, lakin ben her şeyi sınayarak öğrendim. Bununla beraber çok büyük bir şeyi de beraberinde fark ettim. "Düşünmemek için ne yapabilirim?" sorusunu dahi unutturacak kadar tehlikeli bir şeyi fark ettim hem de. Çünkü düşünmek tehlikeliydi ve ondan daha tehlikeli şeyler de var olmak zorundaydı. Vardı da. O da ilginç bir bilgi öğrendiğinde denemekti. Nasıl mı? Örneğin; kutu kolanın içine bir yemek kaşığı tuz ve 8 tane limon çekirdeği atıp hafif karıştırıp içersen apandistin patlar. Bir saat içinde müdehale gerçekleşmezse de ölürsün. Şimdi ''Bunu denemekle düşünmenin ne alakası var yeaaa?'' diyebilirsin, fakat gün içinde fark etmediğin, daha açık ifadeyle "siklemediğin" bir insan, sırf birileri kendini dikkate alsın diye üstte verdiğim %1'i düşünüp, o ilacın dozajını kafasına göre artırıp, bu ihtimali eyleme geçirip ve geriye kalan %99'luk et yığınını korkutmak istemiş olamaz mı? Ya da şöyle söyleyeyim; Galatasaray'ın 2000 yılındaki Uefa Kupasını alma ihtimali %5'ken o kupayı alıp, devamında da Real Madrid ile Süper Kupa finalinde karşılaşıp, kağıt üzerindeki kazanma ihtimalinin %1'ini hayata geçirmek için tüm oyuncular %99'unu harcamadı mı?

Peki, sen %1'in için %99'unu feda ettin mi?

Edebilir misin?

Yarrağı mı edersin.



Merhaba.
Bu sefer farklı bir giriş yapayım dedim kuzen. Beğendin mi? Hakan Günday haksız moruk. "İnsanı çaresiz bırak, iç organlarından roket yapar" demiş ya. Yalan işte. İnsanoğlunu çaresiz bırakırsan en fazla Allah'a sığınır. Onu da çaresizlikten yapar. Dawkins götü de buna "yalakalık" der. Konumuza dönelim, kaynatmayın. Asıl roket yapan kısım "her şeyin farkına varan" insanlardır. Onlar bilir, bu anasını siktiğimin dünyasından kurtulmanın tek yolunun Azrail'den önce çekip kendi kafasına sıkmak olduğunun.


İşte o zaman bir anlamı oluyor cehennemin. Çünkü o tarz insanlar düşünmez moruk çıkıp çıkmayacağını. En azından yerim yurdum belli amına koyim fikrini benimserler. Ha unutmadan bu bir öneri değil, kırarım kafanı iyi anla beni. İndir evladım elinden o dönüş biletini.


Alzheimer (bunama) hastası olan birinin ilaçla intihar etmesine ne kadar inanırsın?

- Ben hiç inanmam.


"İntihar nedir?" sorusuna karşı, "Tanrı'nın aklına senin için bir ölüm senaryosu gelmemiştir. Sana bırakmıştır Azrail'in işini..." şeklinde bir cevap aldın mı hiç?

- Ben aldım.



Hep soruyorum ya moruk, "Ne için yaşıyorsun bu hayatta?" diye. Ben bunu sürekli sordum ve soruyorum kendime. Cidden soruyorum lan. Tek cevabım var elimde. Bir tane. O da ne biliyor musun; "Nasıl öleceğime karar veremediğim için yaşıyorum". İnan bana böyle. Yani ne bileyim oğlum, hiçbir beklentim yok. Olsa da anlamı yok. Düşünsene kuzen, bir şeyler yapıyorsun ve karşılığında aldığının toplamı sıfır ediyor. Anlamsızlığın koynunda anlam aramaya çalışmak. Abi ölünce geride ağlayacak, üzülecek veya sevinecek insanların dışında ne kalıyor lan geriye? A tabii borçların vs. Sor kendine. Bundan yüz yıl sonra yaptıklarına veya yapamadıklarına kim anlam yükleyecek veya sövecek? Kim hatırlayacak seni? Hatırlasa ne olacak?


Hatırlanmak için "iyi" olmak yeter. Yılda bir kere hatırlar orospu çocukları. Ama unutulmamak için "kötü" olman gerekir. Her saniye akılda kalırsın. Hatta çocuğu bile nefret eder senden. Ama "iyi" insanlar, ardından üzülmesini istemediği insanlara "kötü" davranır. Anlıyor musun?

Anla amcık anla!

Üzerinde "içersen ölürsün" yazısı yazan sigara paketinden ne farkı var lan içinde bulunduğun dünyanın?

Hayatını yok edeceğini bile bile niye rol yapıyorsun, sana ait olmayan dünyada yaşarken?

İçtiğin sigara mı zarar veriyor sana, yoksa içmeni sağlayan satıcı mı?


Lan her şeyi siktir et; sırf annesi için yaşayan, yaşadığı hayata katlanan insanın gözünden ne kadar değerlidir ki bu yaşlı dünya?


Moruk ciddi ol iki dakika ve kendine sor hazır ayakta, hayatta ve zamanın varken bir şeyelere. Niye inanıyorum diye geçir aklından. Ölünce fırsatın olmayabilir. Burada söylediysen mutlaka duyar seni. Sadece on saniye ölümü düşün ve buna rağmen delikanlı olmaya çalış. Sonra anlam ile mantığı karşı karşıya getir. Bakalım nasıl oluyormuş amına koyim.

Cevabını bildiğin sorular vardır bu hayatta. Hazır yeri gelmişken onların da götüne koyayım.

Hayat sana kitabı verir ve göstermediği üniteden sınar seni. Tıpkı cevabını bildiğin soruları sorarken duyup inanmaya mecbur olduğun yalanlar gibi. O yüzden senin de hayattan aldığın dersleri sikeyim.



İlaç molası.


Devam edecem bu yazıya. Hele bunları okuyun da.




Şimdilik bu kadar!




Mesut Cihan Demirel. 

6 Kasım 2015 Cuma

Başlığı okuyan koysun

Merhaba.
Bak madem girdin bu bloga, yazacam şeyleri dişlerini fırçalar gibi okuma. Mecburiyetten dolayı oku. Mecbur hissettiğin için oku. Yarıda bırakacaksan lütfen okuma.

Başlıyorum, elimi tut.

Hayatında kaç kere aşk acısı çektin? Ya da hâlâ çekiyor musun? Herhangi bir şeyin acısını çekiyor musun ya da? Ya da ya da veya...

Ben çok büyük acılar çekmedim de çeken insanları biliyorum kuzen. Geçen seneye kadar bir kadın vardı, huzurevinde ziyaret ettiğim. Kadın tam 20 yıl tımarhanede yaşamış. Yeminle bak. 40 yaşından sonra da huzurevine vermişler. İlk kitabı yazarken çoğu kez böyle yerlere giderdim. Huzurevine çok gitmezdim ama bu kadın ruh hastası teşhisiyle oraya gidince dikkatimi çekti hikâyesi. Kendime mani olamadım ve bulaştım hikayesine. Kadın hiç kimseyle konuşmuyordu moruk. Amcam sayesinde konuşma fırsatı buldum. Ulan sanki ilk defa sevgilisiyle buluşacak olan biri vardı nabzımda ve damarlarımın üzerinde rodeo pozisyonundaydı. (O pozisyonu da açıklayayım da aklında bir şey kalmasın. Rodeo Pozisyonu: partnerinizle dogystyle pozisyonundayken kulağına eğilip "annen de bu pozisyonu severdi" deyip üzerinde durmaya çalışma pozisyonudur. Dogystyle: domaltma.) Her neyse. İçeri girdiğimde zayıf ve çökmüş bir kadın vardı. Ağzında pek dişi kalmamıştı. Bunun sebebi de sigaraydı. Günde 10 pakete yakın sigara içermiş. Geceler hariç. Uyduğunu gören yok bu arada. Abi bu kadınla ilk gün konuşamadım. Sadece yüzüme baktı. Ben de birkaç bilgi edinmek istedim kadın hakkında. Dosyasını inceledim ve ailesine ulaştım. Sadece annesi ve kız kardeşi kalmış geriye. Merak ya moruk, görüşme kararı aldım. İçimde yine heyecan var. Buldum evlerini. İki gün cesaret edemedim ama kapıya yaklaşmaya. Çünkü ne diyeceğimi, nasıl başlayacağımı bilmiyordum. Zaten nasıl giriş yapılır ki bu konuya?


Neyse moruk, kapıya geldim ve çaldım. Yaşlı bir kadın açtı kapıyı. Kendimi tanıttım önce. Sonra geliş sebebimi söyledim. Kitaptan girdim konuya ve baya anlattım. Kadın önce anlamadı ama sonra içeri buyur etti. Hemen konuya girdim. Kadın hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. İlk kelimesi "çok pişmanım" oldu lan. Kadın anlattıkça ben daraldım. Yeminle bir sigara yakasım geldi. Sonra da kolumda söndüresim. İçim kıyıldı.


Hiçbir insanı uzvunuz kadar sevmeyin. İnsan kaybedersen yaşarsın, uzuv kaybı işkencedir. Öldürmez ama ölmek için sebebin vardır.


Evden çıkıp huzurevine gittim. Sonra her gün gittim. Kadın sigara içtikçe ben tükendim. Tam üç ay sadece yüzüme baktı. Üç ay sonra ilk kelimesi "ölüyorum" oldu. Öleceğini hisseden tek yaratık komodo ejderi derler ya, kadın da bildi lan. Üç ay sonra öldü. Mezarını bile yapmadı ailesi. Kimsesizler mezarlığına gönderildi.


Hikaye şöyle moruk; kız birini seviyor ama aileler vermiyor. Sebepleri de akraba olmaları. Bazı geleneklerde kirve çocukları evlendirilmez. Yasaktır adetlerine göre. Her neyse. Üç yıl sonra kızın ablasıyla sevdiği çocuğun abisi evleniyor. Kadına da inme gibi bir şey oluyor ve babasını öldürüyor. Cezaevine, oradan da tımarhaneye gidiyor. Son durak da huzur evi oluyor. Kız aileden kimseyle görüşmüyor. Sadece sigara ve hap kullanıyor. Konuşmuyor.



Ne kadar saçma değil mi? Öyle. Sen de bazen dünyadan çok saçma sapan bir dizide yaşadığını hissediyor musun? Birilerinin seni seyrettiğini düşünüp onlardan özür diliyor musun; adını da Allah, Rab veya Tanrı koyuyor musun? Diziyi seyredenin inancının sahibi olduğunu düşünüyor musun hiç? Ben hep düşünüyorum moruk. Espri yapmıyorum. Ciddiyim. Günde belli miktarda hap alıyorum ve odamda iki kişi başımda bekliyor benim. Her gece halüsinasyon görüyorum. Bunları da övünmek için değil ne kadar berbat halde olduğumu anla diye söylüyorum. Şükretmen için de söylemiyorum.

Zaten her gün birilerinden daha iyi halde olduğunu bilmek için yaşamıyor musun sen de?

Başarıyı sırf birilerine hava atmak veya kıskandırmak için istemiyor musun?

Düşmanlarını acı çekerken seyretmek için o amına koduğumun jiletini damarına vurmaktan vazgeçmiyor musun, her sabah erken kalkmak zorunda kaldığında?

Sevenlerini üzmekten çok sevmeyenlerini sevindirmemek için sakınmıyor musun kendini, karşıdan karşıya geçerken?

Porno seyrederken komşunu aynı pozisyonda sikmeyi hayal etmiyor musun? Öyle düşünerek avuçlamıyor musun aletini?


Samimi değiliz kuzen. Hem de en üstte söylediğim "diş fırçalama" örneğinde olduğu gibi, hatta sağlığından çok karşı cinsle görüşmeye giderken kullanmak için evinde tuttuğum x marka diş macunu ve x büyük marka diş fırçasının amacı gibi. Ben artık sıkılıyorum. Kendimi öldürmemek için veriyor o amcık ağızlı doktorlar bu ilaçları ama ben kendimi zaten çoktan öldürmüş durumdayım. Amacı olmayan bir insan en fazla nefes alır. Ortada savaş olabilmesi için bir direnç olmalı. Moment olayı olmalı. Ancak ben halat çekme oyununda sadece tutunuyorum halata. Zıt yönde çekilen ipler birbirine sarılınca aynı yöne ilerlerler. İnsanlar, en fazla öyle görülür sadece. Öyle olmaktan çok öyle görünen ve görünmeye çalışan herkesin götünden sikeyim.


Bizim durumumuz; alkol alan birinin iyice sarhoş olduktan sonra, arka camında kocaman "Allah korusun" yazan arabaya binmesine benziyor amına koyim. İnsanlığımız da öyle. Sahteyiz oğlum. Çekmediğimiz, çekemeyeceğimiz acıları tarif etmekten başka bir sik bilmiyoruz. Katılmıyor musun sözüme? O zaman git eline kerpeten al ve ayak tırnağını sökmeyi dene. Sorna da ayakkabı giyip koş. Yarrak yaparsın! Tırnağın kırılsa üç gün yürüyemezsin amın feryadı. Neyin tarifini yapıyorsun?


Son olarak, kaval kemiğin kırılırsa yürüyemezsin. Dişin kırılsa yiyemezsin. Kalp de öyle. Kırılırsa sevemezsin. Sadece şuna cevap ver; kaçıncı sevgilinle berabersin, ya da kaçıncısından ayrıldın?


Demek ki daha kırılmamış. (mı?)



Bu kadar!



Mesut Cihan Demirel.