2 Haziran 2015 Salı

Başlık ismi bulamadım, iyi mi?

Zamanın varsa bir şeyler anlatacam sana. Lütfen atlayarak okuma olur mu? Çünkü zoruma gidiyor. Vallah bak.

Merhaba.
Bu yazıyı biraz daha geç yazacaktım ama aklımdan çıkıyor sonra. Her şeyi hatırlıyorum ama bazen yapacağım şeyleri unutabiliyorum. O nedenle aklımdayken yazayım dedim. Bugün size kitap serüvenimi anlatmaya çalışacağım. Biraz karışık ama umarım sıkılmazsın.

Hazırlanın, başlıyoruz.
Sene 2013. Daha bir yıldır yazıyorum o zamanlar ama öyle arabesk rapçiler gibi ha. O yazıları atsam buraya ve altına Arsız Bela yazsam şaşırmazsın hiç. Haziran ortalarında eski arkadaşım Tuğba Karademir, kitap çıkarma fikrini çiviledi aklıma. Önce yok falan desem de, o zamanlar ismi lazım değil bir yayınevinin editörlüğünü yapıyordu kendisi. Sağ olsun yazdıklarımı beğenen insanlardan biridir ve geçmişte çoğu kez ayrılmalar olsa da hâlâ görüştüğüm nadir arkadaşlarımdandır. Bana, "kanka yazıları toparla bu kitap çıkmalı" tarzında itekleyici gücü oluşturmuştur. Ben de kıramadım kendisini ve toparlamaya çalıştım yazıları. İki ay gibi kısa süre içinde "Dibe Vurma Sanatı" adında bir proje oluşturdum. Ağustos ayının ilk haftası her şeyi hazırladıktan sonra teslim ettim. Bir hafta sonra yayınevinin sahibi benimle görüşmek istediğini söylemiş Tuğba'ya. Ben de kabul ettim ve 15 Ağustos 2013 tarihinde yola çıktım. Önce Ankara'ya kuzenimin düğününe, sonra da İstanbul'a yayınevine geçtim. Yayınevi ile görüşmem pek olumlu geçmedi. Hatta hiç olumlu geçmedi. Çünkü kitap içeri "fazla sert" bulundu. Küfür, pornografi, şiddet ve ayetlerle betimlemenin fazlalığı rahatsız etti yayınevini. Alışık olmadıkları bir taslak sunmuştum önlerine. Yayınevi sahibinin "ben eksildikçe Tanrı benim yanımda çoğul kalıyor" cümlesine bile taktığını görünce aslında en doğrusunu yaptığımı anlamıştım. Düşüne biliyor musun bro; bok kelimesini bile sansürlemeye çalıştı adam.

Ama yayınevi, yine de benden emin olmak için makale yazmamı istedi. Tabii hemen çizgimi belli ettim. İstediğimi yazacaksam kabul ederim dedim. Anlaştık. Tabii o da hüsranla bitti. ''Bizim dergilerimiz eğitim kurumlarına gidiyor, biraz daha naif vs. yazamaz mısın?'' diye sorulunca vazgeçtiğimi belirttim kendilerine, Tuğba aracılığıyla. Gerçekten vazgeçtim kardeşim. Aklımda yoktu böyle bir şey zaten, bu da perçinledi iyice. Fakat itiraf etmeliyim ki, o yayınevinin bana tek artısı Yunus Baydal'dı. Çünkü yolda onunla tanışma fırsatım oldu. ''Hayatımda iyi ki varsın'' sözünü pişman ettirmeyen tek insan Yunus Baysal'dır. 15 Ağustos onun doğum günü bu arada. "Yeni yaşın yaş'sız olsun" anonim mesajla tanışmıştık onunla. Bak buraya da ekran görüntüsünü atıyorum:

Bu ekran görüntüsünü almak için tam 4 saat uğraştığımı bilmeni isterim. Sebebini sorma söverim. O günden sonra düzenli olarak konuşmaya başladık ve artık benim için bir uzuvdan farksız hale geldi puşt. Hehehe. Her neyse. Sona 2014'e girdik moruk. Ben yine atarlandım ama neye hatırlamıyorum. Sadece Yunus'a, ''ben bırakıyorum yazmayı, sayfaları da profilleri de kapatıyorum kardeşim. Kendine iyi bak...'' tarzında bir mesaj attım. Akabinde aradı beni ve bırakamazsın, kitabın çıkacakken nasıl bırakırsın gibilerinden şeyler söyledi. Öyle şaşırdım ki, kitap kelimesini duyunca gülmeye başladım. Ne kitabı moruk, ben kim kitap kim modundayım ancak Yunus öyle emin konuşuyor ki anlatamam. Bu Yunus çok garip bir bebedir. Yani içinin temizliğinden mi, ermişliğinden mi bilmem ama adam ne dese oluyor. (Bunu yazdığım için sikecek hayat sevincimi ama olsun.) Kitap çıkacak dedi, sen yazmaya devam et sadece. Öyle yaptım dayı. Sadece yazdım. Nisan ayıydı hiç unutmuyorum, İlk Esfel-i Safilin denememe başladım sayfada. Aklımda kitap düşüncesi yok ya sadece yazıyorum. Ama sayfanın takip sayısı 200 kişi. Bilen bilir. Sonraları yazdıkça birileri gelmeye başladı. Bu sayede Küçük Adam (Cafer Daşdan) piçiyle tanıştım. Sayfanın reklamını falan yapmış habersiz puşt. Dila var, kızsam da sövsem de, o da aynı şeyleri yapsa bir türlü kopmayan saçma sapan bir bağımız var onunla da. O da sayfayı falan reklamlamış. Bir anda sayfa sayısı 10.000 falan oldu. Ama hala yazıyorum. 3 Ay içinde 100 sayfaya yakın yazı yazdım, sadece Esfel-i Safilin isminde. Bu zaman zarfında sayfaya mesajlar geliyor kitap çıkar, bu hangi kitap tarzında. Öyle mesajlar gelmeye başlayınca yazıların altına ''hiç çıkmayacak kitaptan parçalar'' tarzında not düşmeye başladım. Hala duruyor mu bilmiyorum. Bilişim işlerinde duruyordur sayfada durmasa bile. Kanıtlı yani. Takip edenler çok iyi bilir zaten. Bir gün o kadar süper mesaj aldım ki, sayfayı takip eden bir arkadaştan anlatamam. Sırf o istiyor diye kitap çıkartasım geldi yemin ederim. Tabii Yunus da mesajlara denk geliyor. Ve olanlar ondan sonra cereyan ediyor. O ara da Lakin Yayınları yeni kurulmuş ve Yunus'un ikinci kitabı için de bir takım çalışmalar başlatılmıştı. Yunus, bir gün benim yazılardan birini Yayın yönetmeni Kazım abiye yolluyor. Tabii Kazım abi önce pek fazla dikkat etmiyor ve sonra okurum diye açmıyor dosyayı. Neyse bir gece açıyor dosyayı ve okumaya başlıyor. Yayıncılıkta en önemli şey üsluptur arkadaşlar. Yazıdan anlayan ve bu işlerle haşır neşir olan insanlar her şeyden önce üsluba bakar. (Bunu söylememin sebebi, olur da kitap çıkarmaya niyetlenen biri okur ve ona göre hareket eder falan diye. Aslında şu an bununla ilgilenen yok ama neyse bilgi bilgidir.) Kazım abi yazıları çok beğeniyor ve birkaç gün sonra Yunus'a mesaj atıp bu çocukla çalışabiliriz diyor. Daha sonra da biz irtibata geçtik. Ben önceden alışkınım ya o nedenle daha ilk konuşmadaki muhabbet şöyle geçiyor;

''Abi ben daha önce bir olay yaşadım ve yanlış anlamazsan bir sorum olacak.''

Buyur kardeşim.

''Abi ben geçen sene kitap mevzusunda çok büyük hüsrana uğradım ve tekrar aynı şeyi yaşamak istemiyorum. Benim yazıları okudun, ben biraz terso yazıyorum. Bu sorun olur mu? Yani ne bileyim sansür, tıraş falan muhabbeti geçer mi? Eğer böyle bir düşünceniz varsa hiç çalışmayalım.''

Mesut, kardeşim sen kitaba tövbe haşa 'Allah yok' bile yazsan beni ilgilendirmez. Basarım her türlü kitabını.

Eyvallah abi.

Aynen öyle oldu. Dediğini yaptı. Neyse moruk, başladık çalışmalara. Yemin ederim hala inanamıyordum bir kitabımın olacağına. O kadar heyecanlıydım ki anlatamam. Zaten sırf bu yüzden 20 kere içeriği, 6 kere de görüntüyü değiştirdim. Kitabın son halini de Dabbe Zehr-i Cin filminin son seansına yetişip gece eve gelip 00:00'dan sabah 4'e kadar düzenledikten sonra teslim ettim. Kitap 6 Kasımda, Lakin Yayınları etiketiyle çıktı. Değdi mi diye soracak olursanız, ben amacıma ulaştığım için sonuna kadar değdi kardeşim. Tek amacım vardı benim. Kitap okumamış birine kitabı sevdirmek. Bunu da gelen mesajlarla başardığımı gördüm. Kitap ismini de ESFEL-İ SAFİLİN koyacaktım ama yine Yunus faktörü girdi araya ve adını DİBE VURMA SANATI koyacaksın dedi. Bu isim bende lanetli olsa da kıramadım onu. Kitabımın isim babası, amcası oldu yani anlayacağın. Gerçi ilk ismini devam ettir dedi ama olsun.


Bak bu bölümde ne anlatacağım sana. Kitap çıkarmak kolay falan değil kardeşim. Sayfa kasmayla, kızlara hava atmayla, parayla vs. olacak iş değil. Bunu ''kitapta ne var yiaaa'' diyen götoşlara söylüyorum. Kitap için kendinden vermen gerekir. Bak bunu hava basmak için veya hayranlık duyman için demiyorum; ben bu kitap yüzünden çoğu kez morgun kokusunu çektim içime, onkoloji biriminden psikiyatri servisine kadar her yerdeki hastalarla konuştum. Mezarlıklara gidip insanları seyrettim. Kafayı kıracak kadar Deep Web denilen pisliğe girdim ve oradaki her şeyi baştan sonra seyrettim. Geçmişteki işkence, intihar, cinayet ve daha bir çok klinik vakıaları takip ettim. Ha elime ne geçti? Sadece bilgi. Rahatsız olana, midem bulanana kadar bilgi sahibi oldum. Bir kısmını kullandım, çoğunu içimde sakladım. Sen de yazacaksan öyle yap. İki tane içki şişesi alıp elinde, ipimle kuşağım sikimle taşağım deyip dolanma. Veya ne bileyim ünlü şairlerle resim çekilip profilinde sükseli cümlelerle yayınlama. Bunlar seni iyi yazar, şair yapmaz. Çünkü sonraki hareketlerin çelişkiye düşüyor, komik görünüyorsun, yazık. Yani bana yutturamazsın canısı. 

İkinci kitap da çıkmak üzere bu arada fakat Dokuz Yayınları'ndan. Neyi fark ediyorum biliyor musun? Her kitapta yakınlarım ölüyor. İlk kitapta Anneannem ve babaannemi kaybettim. Anneannem kitaba başlarken, babaannem kitabı bitirirken vefat etti. İkinci kitaba başlarken Dedemi kaybettim ama bu sefer biterken kimseyi kaybetmedim. Sadece kanser olan arkadaşımın tedavileri boka sardı iyice, onun dışında herkes normal seyrinde. Ama en çok kaybı 2012 senesinde yaşadım. Liste yapsam buradan köye yol değil, üst üste koyup tepesine çıksam Allah'la göz göze geliriz. O derece. (Hemen küfür et orospu çocuğu, geç kaldın.) 


Ha bir de iki güzel söz yazana ''ne kullanıyorsun'' tarzında saçma sapık şeyler sorma amına koyim. Delleniyorum. 

Son olarak; hazır söz demişken, Google amcada çoğu sözümü çalanları gördüm. Üzüldüm doğrusu. Yani biraz vicdanlı olun. O ağzınızdan düşmeyen Allah kelimesine saygınız olsun. ''Ben ateistim yeaaa'' diyen piçler de vardır şimdi, onlar da genel ahlaka saygılı olsun. Zira sözüm ona ne sırat köprüsünden geçerken, ne de cehenneme girerken besmele işe yaramaz.

Anlamadın mı?

Yani diyorum ki; OROSPU ÇOCUKLUĞU yapma.


Bu kadar.


Mesut Cihan Demirel.

1 yorum: