11 Haziran 2015 Perşembe

Yalancının sahnesi yalnız kalana kadardır

Niye moruk niye?
Neden inanıyoruz?

Neden bazı şeylere inanmak zor geliyor?



Bu dünyadaki en büyük savaş hatırlamak ve unutmak arasındadır. Aynı oranda da en büyük antlaşma inanmak ve kabullenmek arasındadır. Sonu gelmiyor kardeşim. Geberip gidene kadar sonu gelmiyor bu durumun. Çünkü gördüğüne inanmak daha zor geliyor. Görmediğini kabullenmek de aynı bağlamda daha kolay. Kaybedene kadar kabulleniyorusun, kaybedince de Anıtkabir nöbet değişimi gibi bir nizamda duygu değişikliği oluyor ve kabullenmek yerini kendini inandırmaya bırakıyor. Ama doğruya değil. Başka bir yalana. Evet dostum, belki de kendine yapacağın en büyük iyilik bir yalana sığınmak ya da inanmaktır.



Tarifsiz duygular yaşadın mı hiç? Ben uzun zamadır yaşıyorum. Şimdi nasıl desem, hani uzaktan bir yemek görürsün ve canın çeker ya, sonra tadına bakarsın iğrençtir. İnsan boku gibi düşün moruk. Kokusu dayanılmazdır fakat sen yaparsın onu ve rahatsız etmez seni bakmak. İşte bu ikisinin tam tersi duygular yaşıyorum. Yalan söylüyorum, inanmıyorum, inandıramıyorum ve sonunda da hep yalnız kalıyorum. Bir ara yalnız kalmak için çabalarken şimdi canımı yakıyor yalnızlık.



Yalnızlık ne pis bir şey be oğlum. Kanser gibi, veba gibi, kaza gibi ve hatta ne yaparsan yap seni öldürmeyen intihar gibi. Hepsi aynı yani. Şimdi sana arasındaki bağları anlatırdım ve sonunda da "haaa harbi la böyle evet" dedirtirdim ama uğraşamam amına koyim. Düşün ve anla. Ya da şöyle söyleyeyim, aynı ateşe elimizi sokarsak belki aynı şekilde bağırırız ama senin tarifin farklı olur. Bu da böyle işte. Aynı tarifi hissedersin diye açıklamıyorum. Bu ulvi görevi sana bırakıyorum. Eninim ki yaparsın. Her neyse. İnsanın kaçtığı ve merak ettiği şeyler genelde aynıdır. Ben hayatım boyunca hep saçma sapan şeyleri merak ettim dayıcım. Ama bunlar beni yaraladı. İnsan en büyük darbeyi iyi bildiği ve öğrendiği şeylerden yerken fark ediyor aslında her şeyin yalan olduğunu. İllüminaticilerin, tasavvufçuların dediği veya filmlerde duyduğun şeyler gibi değil bu yalanlar. Kendi içinde ağzını kapatırken o tarifsiz duyguların, görmezden geldiğin ve sırtını sıvazlayandan bahsediyorum.

Yalan!



Merhaba.
Bugün yalan hakkında bir şeyler yazacam ama ne kadar iyi olur bilmiyorum. Konuya nasıl girilir onu da bilmiyorum. Çünkü planlı yazmıyorum buraya. Hani yazacaklarımı düşünüp, kurgulayıp ve birkaç deneme yapıp yazmıyorum. İnancın olsun yazıp yazıp silmiyorum da. Çünkü burası bana çok samimi geliyor. Çünkü hiç bilmiyorum buranın orospuluğunu. Fark ettiysen sadece yazı arşivi var burada, sağ üstte. Ne kaç kişi girmiş tabelası, ne benimle iletişime geç sekmesi, ne de başka bir şey var. Sadece yazıyorum moruk. Bu kadar. Biliyorum yüzlerce kişi okumuyor ama ben bunu bilerek yazıyorum. İşte asıl içtenlik bu. Seyirciye oynamamanın verdiği huzurla yazıyorum. Özgün ve konuşma üslubumla yazmaya çalışmak dışında hiçbir sikimsonik tribe girmiyorum. Zaten ne gerek var ki öyle hareketlere?



Samimiyet diyorum ya, ben onu cami hocasının yağmur yağarken saklanmamıza kızıp "rahmet yağıyor evladım, insan rahmetten kaçar mı hiç?" dedikten sonra camiye girdiğinde, utancımızı belli etmemek için saklandığımız yerden çıkıp gülerek ıslandığımızda ve koşmak yerine o yağmurun altında top oynadığımız zamanlarda bıraktım kuzen. Çünkü bu sözü diyen herkesin şemsiyesi vardı. Afrika hariç amına koyim! İşte böyle şeylere inanan çocuklar yalana da inandırmayı çok profesyonel şekilde yapabilir. Kendini kandıranların yüzüne gülümsemeyi de! Babam, ben 15 yaşındayken köpeğimi götürdüğünde de ona inandım ben. Hiç suçlamadım. Neden yaptın diye bir kere sordum sadece. Didiklemedim. Hani Chuck Palahniuk, "babalarımız tanrı modelidir" diyor ya, harbiden öyle lan. Ona inancını kaybederse tutunamıyor bir daha. Her neyse ya. Aklıma geldi yine garip oldum.


Ben samimiyet kelimesi geçen hiçbir söze inanmak istemiyorum kuzen.


Çünkü içtenlikle söylenen her söz, duyan kişi için yıkımdır.

Bunu Kurtlar Vadisi dizisinin bitmeyen bölümlerinden çok yaşadım.


O nedenle "tüm kalbimle söylüyorum", "samimi söylüyorum", "ciddiyim bak" tarzı başlayan cümlelerin amına koyim. Hepsi psikoloji kurtarma çabaları sadece.


Sene 2012. 4 Şubat günü bir işe başladım. 8 Şubatta da dövme yaptırdım. Mecburiyetten. Hani Osmanlı döneminde kardeşini öldüren şehzade Selim vardı ya, işte onun gibi kulağıma küpe olsun diye yaptırdım ben de. Bir daha aynı boku yemeyeyim diye. Ama yedim moruk. Vallah bak. Hala da yiyorum. İnanıyorum. Allah, ayetine "kahrolası insan ne kadar da nankördür" yazdırmış ya, ben de aynını koluma yazdırdım. Askerden gelince en büyük kazığı 5 yıllık sevgilimden ve 23 yıllık kuzenimden yedim. Aynı anda hem de. Bir sene sonra da farklı bir kazığı yine dayımın oğlundan yedim. O kadar içten ve samimi bir kazık yedim ki anlatamam. Hani tarifi olmayan duygular dedim ya yazı başında, bu duygunun ismini bile koyamam. Kürtaj edilen bir duyguydu yaşadığım. Ama kızgın değilim. Ders sonuçta. Çünkü babamı kaybedersem bir gün; kime güveneceğimi bilmesem de, kime güvenmeyeceğimi biliyorum artık.


Yalanı doğuran gizlilik, gizliği doğuran hata, hatayı doğuran insandır. Basit bir denklem. Önemli olan ders almaktır derler ya, üniversite gibi düşün hayatı. Alttan aldığın dersleri verirsen mezun olursun. Yani ölürsün. O nedenle inandığımız şeyler bizi sürekli yaralayacak. Biz tekar yapacağız. Tekrar yaralayacak. İnsanı ne öldürür diye sorsam herkes bir sürü şey der. İnsanı şüphe öldürür moruk.




Bak şimdi aklıma ne geldi yazarken. Sene yine 2012 olması lazım. Bizim Hasan bir kadına aşık olmuş ama öyle böyle değil. Hiç görmediği birine. Sadece ses ve fotoğraf. O kadar aşık ki, son halife onun kadar iyi yayamaz dini. O derece sağlam duygularla bağlanmış görmediği birine. Ama aşk denilen illet böyledir ya; kadın, karşılık vermiyor buna. İnanmıyor. Öyle sikindirik bir durum işte. Ben konuyu bağlayamam ve konuya giriş yapamam genelde. Adamı teselli edeyim derken mercimek çorbasının tarifini verdim amına koyim. Çocuk bana inandırmaya çalışıyor, ben inandım diyorum ama yetmiyor ona. Çünkü insansın moruk. İnkar doğanda var. Ve yenilmek de. İnandıramadı Hasan da içindekini. Zaten hep böyle olur; içindeki en iyi görüldüğü zaman inanılmaz. Sonra noldu bilyor musun? Hasan başkası işe nişanlandı. Gözümün önünde haykırarak ağlayan adam, başkası ile mutlu olmaya çalıştı. Oldu da. Bak gerçekten inanıyorum oldu. Çünkü inanmak kendinle başlar. Yalana inandığın kadar doğruya inanamazsın. İnandıramazsın. Çünkü savunma mekanizması denilen soyut kavram bunun için var.

Seni kurtarmak için.



Enis abi hep şunu der, "kınama oğlum. Yaşamadan ölmezsin." Bu sözü nereden duydu bilmiyorum ama ben artık inanıyorum. Vallah. Şimdi nereye bağlayacağım iyi oku. Hasan'ın tersine ben aynı şeyi yaşadım. Hem de adama kızdığım ve asla yapmam deyip ters gelen durumun ikiz kardeşini yaşadım. Kimin sözüydü hatırlamıyorum ama "dert sik gibidir, büyüğü kendine zannedersin." sözüne inanıyorum artık. Çünkü herkes japon yarağı gini olan derdini zenci siki gibi anlatmaya bayılır. Hatta yuh amına koyim dersin ve şükretmiş gibi yaparsın. Her neyse. Ben de aynı yılın sonunda aynı tarz şeyler yaşadım ve teselli edecek, anlatınca inandırcak, hatta elimden tutacak kimse yoktu. Önce kabullendim, sonra inandım. Kendi kafama silah dayayıp boş mukaveleye imza atan yıldız futbolcu gibi hem de. Sonra o antlaşmayı yırtıp en büyük savaşı içimde yaşıyorum. (Bknz. Unutmak ve hatırlamak)



Çok kötü bir şey lan yalana inanmak, inandırmak, inandırılmak, inanmak zorunda kalmak...


Esbap sükut etmesi durumunun sonsuz tekrarı.


Rol yapmadan yaşamak.


Kim ne yazarsa yazsın, herkes yaşadığından çok başkalarına yaşattığını yazıyor. Ben kendime yaşattıklarımı yazsam dersin ki; "senin ruhuna yaptığını ne Hitler Yahudilere yapmış, ne de İbrahim putlara."


Her şey yalan dostum. Yaşadığın her şey. Kullanılmış bir hayata sahipsin. Burununu silip katladığın ve temiz tarafını dışarıda tuttuğun mendilden farksız hayatlara sahibiz. Rol yapmak niye?




Bebek lakaplı arkadaşım öyle bir kızla beraberdi ki, herkes arkasından gavat diye konuşurdu. Bunu bildiği halde devam ederdi. Kız o kadar acıtırdı ki bu elemanı, sadece bana anlatırdı içini. Ciddiyim bak. Amına koyim inandırmak zorunda değilim sikime inan, inanma. Her neyse. Ayrıldılar kuzen. İlk defa birine "Neden?" Diye sordum. Cevabı da onun ağzından yazıyorum aşağıya. 


"Annesi istememiş benle beraber olmasını Cihan. Sevmemiş beni. Ulan sanki herkes peygamber torunu da bir ben orospu çocuğuyum amına koyim. Ama bir şey diyeyim mi, beni kızına layık görmeyen o annesi kızının ne mal olduğunu bilse acaba ne yapardı? Hiç öyle bakma oğlum arkamdan konuşulanları biliyorum çocuk değilim, 30 yaşında adamım. Ama kapattım kulağımı lan. Arkadaşlarımla konuşmadım icabında. Lan sıf canı çekti diye gece gece işten çıkıp istediği yemeği aldım lan. Ama bunları ona demedim, diyemedim. Sırf evlenip boşandım diye laf yapan annesine 'senin kızın çok mu temiz amına koyduğumun karısı' da diyemedim. İçime attım lan hep. Belki beni sevmemiştir ama mutlu etti ya o bile yeter lan. Ki kendi de söylemese sevdiğini bırakmakla belli etti sevmediğini. Aklım almıyor lan! İnsan sevmediği ile nasıl beraber olur amına koyayım. Dün gibi lan. Daha dün sesini duymadan uyumadığım insan şimdi yaşıyor mu bilmiyorum. Çok koyuyor be. İnsanın yaşamaya devam etmesi için temel ihtiyaçları vardır ya, yemek, su, hatta oksijen. Elini tutunca karşılanıyordu tüm ihtiyaçlarım. Yemin ederim. Lokantada yemek yerken bile dizin dokunsun bana derdim. O derece lan. Peki ya şimdi? Amına koyayım ulan içimi sikiyor çektiğim her nefes."


Anlıyor musun kardeşim?


İnsan neden yalana inanmak ister bilyor musun?


Bilmek ister misin?



Huzur için amına koyim. O birkaç saniyelik huzur için!



Yazının zirvesinde "ben peygamberim dersem ne yapardın?" diye sormuştum ya. Ne yapıyorsan onu yapmaya devam et. İnandığın her şeyin bir gün yalan olabilme ihtimalini düşünmeden ve sorgulamadan.

Anı
kurtarmak
için
devam
et
yalanlar söylemeye

ve

inanmaya...




Bu kadar!





Mesut Cihan Demirel. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder