19 Haziran 2015 Cuma

Yasak meyve gibisin; dokunsam da günah, dokunmasam da. (Vol. 1)

Selamın aleyküm.
Gel bugün sana yüzme öğreteyim. "Biliyom amına koyim" falan deme, bu başka bir yüzme. Gerçi teorik olarak aynı şeyleri anlatacağım ama yine de oku la, başkasına dökemiyorum, başka yere de yazamıyorum. Fakir edebiyatı yapıyorum, he gavat. Neyse başlıyorum.



Bu hayattan anladığım tek şey, kendini tekrar etmek. Ne kadar yenilemeye çalışsan da kendini, hep aynı şeyleri yapıyorsun. Yineliyorsun ve yeniliyorsun. (Yenilmek) Sadece isimler değişiyor. Mekanlar, mevzular vs...



Kendine dönüp bir kere "neden?" Sorusunu sordun mu, bilmiyorum ama ben artık yaptığım hiçbir şeye cevap veremiyorum. O soruyu bile soramıyorum be aslanım. İnan ki. Zaten insan böyle deği mi; ne kadar seçenek sunarsan sun, gider kendine en zararlısını seçer. Öyle olmuyor mu kardeşim? Bak en sıkıntılı yerden örnekleme yapacağım şimdi. Cenneti düşün moruk. Hz. Adem'in cennette neyi eksikti? Ne istedi de geri çevrildi? Ulan sen bile oraya girmek için neler yapmazsın, düşün. "Yha hyr tbikde slk" dediğini duyar gibiyim. Ulan inançlı birinin amacı cennet değil mi amına koyim. İnançsızlar da ister. İnsansın, bitmez isteğin. Her neyse. Bak sınırsız seçeneğin arasında gidip yasak olanı seçmiş hz. Adem. "Neden?" Hiç düşündün mü? Sakın şeytan falan deme, yeri gelince hepimiz şeytana parmak ısırtacak şeyler yapıyoruz. Zaten senin içinde olmayan bir şeyi şeytan nasıl yaptırsın oğlum? Büyükler, "insanın içinde olacak, yoksa ne yapsan boş mırr mırr" diye söylenir ya o aklıma geldi birden. Heheh. Ne sende olan? Yenilmeye meyilli olmak. Kibir, korku, cesaret, esaret, kargaşa, panik... nefs!

Hz. Adem'den ziyade bu hayat böyle değil mi? Böyle olmadı mı? Ne kadar güvenirsen güven kendine, planlarını altüst etmeye çalışan birileri çıkmadı mı? Taş koymadı mı önüne... oluyor moruk oluyor. İnkâr etme sikerim şaftını. (Bknz. İnkâr. İnsanda olan) Birini tanımak; onun adını, şehrini, yaşını, tahsilini, ailesini, çevresini, işini bilmek demek değildir. Bugün kimi istersen iste tanırsın bu bilgilerle. Ama asıl tanımak, onun zayıflığını bilmek demektir. Sırlarını bilmek, acı eşiği denilen o bölgeyi bilmek demektir. Öğrenirse ne olur biliyor musun? Hayatını sikerler.



Belki çocuğunuz okurken "amma küfür ediyon yöğaa, iki kelimeden sonrası küfür..." tarzında şeyler söylüyor olabilir. Haklılar da. Fakat bilmediğiniz bir şey var. Yazarken canım yanıyor lan benim. Buraya yazarken harbiden yanıyor canım. Benim küfürlerim ne kadar canını sıkıyorsa, seni pratikte sikenler o kadar sıkmıyor farkındayım. Niye biliyor musun? Kötüler güler yüzlüdür. Hani bir deyim var ya; karıncayı siker, belini incitmez. Aynen böyle kardeşim. İnsan, kendine zarar veren, onu ziyan eden, acı çektiren, yara açan, içini deşen hiçbir şeyden kopamaz. Yeri gelmişken Karındeşen Jack'e de selam olsun.



Çay kaşığı olmadığı zamanlarda çayı karıştırmak için başka malzemeler kullanırız. Çatal, odun parçası falan. Sanayide tornavidayla bile yaparlar. Hatta ben nescafe içerken kaşık yoksa paketini kıvırıp kaşık yerine kullanırım. İşte kuzen bizim hayatımız da böyle. Eğer bir parçanı kaybetmişsen onun yerine koymak için aynı tip fakat farklı malzeme ararsın. Yoksa tatsız bir şekilde devam eder yaşamak, ki bulunur illa. Böyle bir hikayem var benim. Yağmurdan kaçarken doluya tutulmak atasözü var ya, ben çığa yakalandım anasını satayım.



Bak buraya yazdığım şeyler yarı yolda bırakılmaktan ziyade kendi kendime yaptığım tuzağa yakalanmak gibi bir olay. Cennet örneği vardı ya, bak şimdi nere geleceğiz. Eğer ortada bir günah varsa, eninde sonunda yapılır. Her şeyin yaratılma amacı var moruk. Günahın bile. Mecbursun. İşleyeceksin, hatta sürekli tövbeler ederek hem de. O nedenle rahatla her şeyden önce.




Bu blog'u takip edenler, ''hangi faça daha keskindir ki, vedanın surata attığı ifadeden?'' başlıklı yazıdaki olay vardı ya, onun bir parça devamı niteliğinde gibi bir şey olacak bu yazı. Kabullenmekten falan bahsetmiştim. şimdi onu biraz daha derinleştirmeye çalışacağım canısı. Bakalım neler çıkacak. Ben de bilmiyorum. Sene 2013, şubat 8. Bir elimde hap, diğer elimde elma suyu. Bilgisayar açık ve sinirden geberiyorum. İnkar, çok sikindirik bir şey oğlum. Hele gördüğünü inkar etmek en sikindiriği. Bilgisayar masasının üzerinde kuran'la göz göze geliyoruz sürekli. Hapı ağzıma atıp, üzerine de elma suyunu içip yatağa yatacağım. Planım bu yönde ama kuran orada sanki ellerimi tutuyor. Yok moruk, öyle inançlı biri değilim. Hatta şu an ölsem cehennemin kapısını görmek için bu yaşıma kadar durmadan yürümem gerekir. Belki daha fazla. Fakat kontrolü kaybediyorum her denememde. Kuran'a bakıp, ''intiharla senin dikkatini çekebilir miyim?'' diyorum. O kadar mal ki yaptığım şey, anlatamam. Ulan kabullenmek zaten insanın içinde olan olgulardan biri. Daha neyin kafasını yaşıyorsun?




Hapı attım ve meyve suyunu içtim. Ben direkt ölürüm gözüyle bakıyorum ya, karnıma saplanan ağrıyı, kusmuğumla kirlettiğim halıyı falan hiç hesaba katmadım. İntihar harbiden cinnet anıymış, ki sakinlik bu anın zirvesiymiş. En çok bunu hissediyorum. Sebebin ne olursa olsun intihar yapılacak en son şey bile değil. Bak buna inanıyorum cidden. İnanıyorum, ancak yine yaparım. Çünkü her şey bir gün tekrar eder. Benim sebebim o kadar saçma ki. ''Yalan'' Sadece yalan yüzünden kendimi gebertmeye çalıştım. Ne kadar saçma değil mi? ''Ulan salak mısın sen evladım? Sanki hiç yalan duymamışsın, kazık yememişsin, aldatılmamışsın, Alis harikalar diyarında yetişmişsin.'' Bunları ne zaman dedim, biliyor musun? O karın ağrılarının doğum sancısı gibi dayanılmaz olduğunda. Bir yandan da ölüyorsun rahatla diyorum. Allah, kimseyi kendiyle sınamasın.



Neredeyse tüm iç organlarımı temizleyecek kadar kustum. Sanki kustukça boşalan yerlere içimi kemiren şüphlerim yerleşiyordu. Bunun tarifi harbiden cümlelerle olmuyor. İçinde el bombası var ve patlamasını bekliyorsun. Ha şimdi, şimdi, şimdi... ama yok. Patlamıyor. O saniyelik krizin saatlere dönüştüğünü düşün. Bitmiyordu içimdeki kasırga. Durmuyordu beni öldüremeyen, ismini koyamadığım bunalım. Sürekli şişleniyormuş, bıçaklanıyormuş, vuruluyormuş hissi.



Peki, tüm bunların sebebi ne?
Bir anlık kabulleniş. Saniyelik patlamaların enkazını seyrettiniz mi? Eğer önlem alınamazsa, yanardağlar; saniyelik patlamayla, yıllarca üzerinde yaşadığın şehri haritadan silebilir. Yok olur. Zamanla hiç yaşanmamış hale gelir. Hatta oralı olduğunu bile ispat edemezsin. İşte bu olayı kendi hayat hikayene bantla. Bir insanı tamamı ile kabul ettiğin anda yaşayacağın sonuç böyle. Eksiği yok, fazlası var.




Ne kadar inanırsın moruk? Seni kandırdığını hissettiğin halde ne kadar inanırsın?
Hiç bana ''insanlara güvenmem, inanmam, ğööö kesinlikle o hataya düşmem'' falan deme sikerim senin o yalancı ağzını. Hiç görmediğin Allah'a bile sorgusuz sualsiz inandığın hayatta bana insanlara inanmam deme harbi sikerim. (Not: ben ateistim ki, ona da inanmıyorum hihihih deme, daha çok sikerim.)




Mutluydum lan. Yemin ederim, bir değil milyonlarca yalana inanacak kadar mutluydum. Öyle hissediyordum. Hani sevgilin sana ''aşkım şu an şuradayım yazamam'' diye mesaj atar ama orada zenci siki gibi gözüne çarpan ''çevrimiçi'' ibaresini görürsün ve içine buda heykeli büyüklüğünde bir şüphe oturur ya, ha işte ben o şüpheye ''senin ananı avradını atanı soyunu ananı...'' karikatüründeki amca gibi sövüyordum koçero.



Ama neden?
Mutluluk yeter mi?



Huzur da vardı bunların yanında. Huzurluydum. Bak şimdi bir şey yazacağım ve birkaçınız ''aa aynı biz'' diyecek. Saatlerce telefonda konuşuyordum lan. Yemin ederim, gece dahil. Beraber uyuyorduk amına koyim. Ama ben uyuyunca o başkasını düşünüyormuş. Bunun ağrısını ne kadar tarif etsem o kadar az kalır. Anlatamam ki o boşluğu. O manzarayı çizemem bile. Anasını sikeyim böyle durumların.



Bak görüyor musun?
Huzur ve mutluluk insanı nasıl intihara sürüklüyor; avradını sikeyim!



İşin garibi intiharın öldürmeyeni insana gereksiz dayanma gücü veriyor. Saçmalık bu ya, sen dayandıkça gerçekler gözüne giriyor. Normalde kaldıramayacağın her şeyi, Seyit onbaşıya nazire eder gibi kaldırıyorsun o anlarda.



Şimdi her siki eleştiren dalyaraklar okuyup ''rutin şeyleri abartıyor amcık'', ''ne var ya herkes yaşıyor bunları'', ''dünyada neler oluyor amuğa goyyum'' diyecektir. Aranızdan bazı enteller de ''Dunning-Kruger sendromu yhaa kaynımda var'' diyebilir. Hepsine eyvallah. Zaten ben çok özelim, ya da başka bir sikim demiyorum. İçimi döküyorum sadece. Oğlum sen hiç canını yakan soruları yıllar sonra sorunca yine aynı acıyı hissediyor musun? Ben hissediyorum amına koyim. Harbiden lan. Yeminle. Aklıma gelince ''Neden?'' diye soruyorum kendime ve acıyor. Lan şu yeşil ışığı son anda kaçırdığın zaman bütün kırmızı ışıklara yakalanırsın ya, aynı böyle işte bu durum. Sürekli aynı acı. Tek fark, trafikteki iki üç saniye sürüyor.




Neyse ya bugünlük bu kadar yeter. Devam ederiz bir ara kaldığımız yerden. Daha yağmurdan kaçarken doluya feyk atıp çığın altında kalacağız. Hatta şu an suyun boyu sadece dizlerimize kadar geliyor. Önce alışalım, sonra yüzeriz değil mi?



Hadi öptüm hepinizi.




Mesut Cihan Demirel.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder