28 Ağustos 2015 Cuma

Saçma (mermi olan)

Selam, yine ben.
''Anlaşılmak'' kelimesinin ağırlığını yaşadın mı kuzen? Hiç tanımadığın birinin cenazesine gidip hayvan gibi ağlamayı bile açıklaya-biliyorken, içindekileri birilerine anlatamamanın acısını bilir misin ciğersiz? Çok çaresiz bir durumdayız. Rastgele iki saniye arasına sıkışmış bir ömrün içinde nasıl sıkıla-biliyoruz farkında mısın? Öncesinde sürekli denediğimiz her şeyden zamanla bunalıyoruz.


İnsan korkularını özler mi lan!


Titanic'i üst üste üç kere seyredersen sıkılırsın, fakat hala en iyi filmler arasındadır. Anlıyor musun? Bir tane doktor getir gözünün önüne. Kardiyolog mesela. İlk başlarda zorlandığı meslekte, kurtaramadığı hastalar yüzünden ağlaya-biliyorken, zaman ilerledikçe ölümler basit gelmeye başlamıştır. Bir hasta yakınına kolaylıkla ''hastamız ex oldu'' diyebiliyor. Bu olayı gözümle gördüm lan. Yeminle bak. Üniversite birinci sıınıfın sonlarına doğru Ahmet Akyıl'ın babası kredi kartları yüzünden sürekli intihar ediyordu ve biz de aynı rutinlikte çıkarmaya gidiyorduk hastaneye. Bir gün asansör beklerken Kardiyoloji bilimindeki feryatlar içimi yakmıştı. İnsanoğlu hep meraklıdır ya, gittim ve doktorun sakinliği başımı döndürmüştü. Öyle ki midem bulanmıştı. Adam ''lütfen sakin olun, hastamız sadece ex oldu'' diyordu, etrafındaki insanlar duvarları çatlatacak derecede çığlık atıyordu. ''EX'' kelimesinin tıptaki anlamı ''ölüm''müş. Ahmet,''bir gün bu sahneyi ben de yaşayacağım, prova oldu.'' demişti. Sonra da gülmüştü. Babasının yanına kadar kahkahaya dönüşmüştü bu gülüş. İnan bana moruk, böyle içten gülüş görmemiştim. Ulan yemin ederim, hiç kimse sürpriz doğum gününde bile bu kadar içten gülemez. Fakat aynı kahkaha babasını görünce bitmişti. İnsan her sike alışıyor lan. Nefret ettikçe alışıyorsun. Nefret ettikçe saplanıyorsun dünyaya. Nefretin seni ayakta ve hayatta tutuyor. Buna acı da eklenince Japon yapıştırıcısıdan daha sıkı oluyorsun, nefret ettiğin hayatına. Nefret ve acı, gülümsemeyi öğretiyordu insana. En zor rolü bu olsa da öğreniyordu bir şekilde, insan.


Yalanlara da öyle. Yalan, bisiklet kullanmaya benziyor moruk. Önce zorlanıyorsun, sonra ellerini bırakacak derecede profesyonel oluyorsun bu konuda. ''Yılandan korkmam, yalandan korktuğum kadar'' atasözü var ya, anasını sikiyorsun o atasözünün. Kobralar secde ediyor dilinin önünde. O derece oluyorsun inan.



Hayatımda bir kere yalan söyledim ve hala onun bedelini ödüyorum. İkincisini söylemeye götüm yemedi açıkçası. Çünkü söyleyeceksem, ilkinden büyük olmalıydı.


Ahmet'in ilk intiharda-ki ses tonu ile on beşinci intiharda-ki ses tonu arasındaki fark, Antalya ile Moskova iklimi arasındaki fark kadardı. Alıştıktan sonra her şey böyleydi moruk. Kafa kesme sahnelerine bakamayan insan, yirminci videoya yemek yerken bakabilecek kadar olabiliyordu. İlk heyecanlar vardır hayatında. Onun anasını sikeyim ben, hiç tekrarı olmaz. Olmuyor. Doğduğum şehre yıllar sonra gidince küçüklüğüm gözlerimin önünde oynuyor ve ben artık sığamıyorum o kareye. Bunun tarifini nasıl edeyim be orospu çocuğu?


Şimdi İlber Ortaylı siki yemiş gibi birileri çıkıp, ''e yarram ne bekliyordun ki?'' demeden önce söyleyeyim, ben bu amına koduğumun dünyasından hiçbir şey beklemiyorum. Çünkü beklentinin cinsel organını yemekten kevgire döndüm. Beklenti bana geldiğinde pedofiliydi annem. Çok küçük yaşlarda ettiğim duaların karşılığını bulamadım ben. Bunun ne demek olduğunu ne sen anlarsın, ne de ben senin o sadece çıkarların için kullandığın beynine sokabilirim. Bunu deyince aklıma Hakan Günday'ın ''matematiği kötüydü ama çıkarlarını iyi hesaplardı'' sözü geldi. Her neyse. Lan o değil de bizde bazı kalıplar var ya, üstte belirttiğim İlber Ortaylı benzetmesi yapınca aklıma geldi, bir şey olunca ''deli mi sikti'', ''müneccim boku mu yedin'' denir hani. Oğlum çok komik lan. Aklıma Yeşilçam filmleri geldi. İbnenin biri kabadayıya kan veriyor sonra da adamın huyu suyu değişiyor. Bence ''deli mi sikti'' sözünden ilham alınmış. Sanki keramet sikte, kanda, bokta anasını sikeyim. Gerçi ne olacak, çok görmeyin, AIDS hastalığını sadece cinsel yolla bulaştığını çivilersen bize, olacağı budur. ''Delilik'' bir hastalıktan çok seçimdir taşşağını yediklerim. Fakat bunu kimseye söylemezler. Çünkü Dövüş Kulübü'nün birinci kuralı: kimseye bahsetmemektir. Hehehe. Kendimi kulüpten atılmış eleman gibi hissettim lan. (buraya üzülmüş bir surat gelecek)



Acılar somuttur fakat gözle görülmez. Tıpkı "plastik", "kredi", "Trabzon", "elektrik" gibi ünlü harf olmamasına rağmen okumamızın tersi gibi. Orada "ı" ve "i" harfi yok, ancak var gibi okuyorsun. Bazı şeyler de böyle moruk. Anlatamıyorsun, tarif edemiyorsun, görüyorsun ama olmuyor. Geçen yazıda "İmam Hatip Lisesi önündeki Atatürk büstü" örneği vardı ya, onu anımsa şimdi. Ne kadar nefret edersen et, belli bir zaman sonra "görmezden gelme" yeteneğini keşfediyorsun ve fark etmiyorsun nefretini. Varlığını yok olunca biliyorsun. Her şeyde olduğu gibi. 


Sahip olduğum tüm parayı verdiğim ilk şey "Grup Duman, Alışman Lazım" kasetiydi. Evet, kaset. Sebebi de "benim" diyebildiğim tek dostumun babam tarafından elimden alınmasıydı. Bir köpekten bahsediyorum. İsmi Duman. O sebeple aldım kaseti. Üstünde de bana söylenmiş gibi bir söz vardı. "Belki Alışman Lazım" diyordu kaset. Ama en çok "Haberin Yok Ölüyorum" parçasını dinledim. Sevgilim yoktu lakin acı çekiyordum. Kolum kopmuş gibi hem de. Acıklı film seyrederken hissettiğin her şeyin sana kafa atması lan işte, anla. Herkesin en gereksiz tribi vardır moruk. Benimki de buydu, geçmişe bakınca.


Saatin akrebini ve yelkovanını aynı sayılarda yakalayınca "acaba biri beni düşünüyor mu?" olayı var ya, hatta sevgililer birbirine mesaj atar. "Aşkım sen de beni mi düşünüyorsun?" sorusuna, cevap olarak "evet aşkım" yalanının olduğu mesajdan bahsediyorum. Ha işte o mesaj ne kadar yapmacıksa, o kadar tiksiniyorum dünyadan.



İyice, hoşlandığı kızla konuşurken konuya giremeyen bebeler gibi oldum lan. Bir türlü konuya giremiyorum, çorba ediyorum. Sıkılıyor musun? Neyse. Biraz girmeye çalışayım konuya. Rahatsızlığımın sebebi psikolojikmiş lan. On yıl önce sebebini buldular, şimdi de adını. Psikoz-muşum. Doktorla konuştukça sırasıyla duygusal psikoz, şizofrenik psikoz, bipolar, ünipolar olduğumu düşündü. Abi doktorlar çok değişik lan. Bir cümle içinde iki farklı hastalık ismi koyabiliyorlar. Hatta ikisini birleştirip başka bir hastalık bile bulabiliyorlar. Adama anlatamıyorum diyorum. Bana güvenebilirsin diyor. İyi de amcık, benim sorunum güven değil ki. Anlatamamak. Yani istem dışı bir şey. Bknz. Tik. Güvenmemek bir seçim. Bunu idrak edemiyor işte. Sonra bana güven diyor. Güvendiğim orospu çocuklarını bir bilse bu soruyu sorduğu için öz anasına söver. Ama farkında değil. Biraz anlatıyorum. O kısacık sürede bile önce hasta olduğumu düşünüyor, sonra bu hastalığa isim arıyor. Imm Cihan Bey, sanırım hastalığınız depresip style. Yok yok Ceyhan Prensi Adana. Amın feryadı. Yanlış anlama moruk, derdim beni anlaman veya taktir etmen değil. Kevin Costner'ın oynadığı Su Dünyası filminde tek gözü olmayan adam "sifonla çıkmayan pisliksin" diye bir cümle kurmuştu, tam benim içimi anlatmış lan. Valla bak. Benim içim de öyle. Temizleyemiyorum. Hep rahatsız eden bir şeyler kalıyor ne yaparsam yapayım. Sifon mu yetersiz, yoksa pislik mi inatçı, bilmiyorum. Bildiğim tek şey hep orada olması. Temizlemek isterken de başka bir yeri pisletiyorum. Hani parmağında bir et parçası çıkar ve onu çektikçe aşağı doğru iner ya, çekerken hoşuna gider fakat bittiğinde acı başlar. Tam böyle lan. Tam bitti derken 90+'da gol yemek gibi, sevdiğin kadına evlenme teklif edeceğin gün "sıkıldım, ayrılalım" mesajı almak gibi, hatta bir oyla seçimi kaybetmek gibi. Bir türlü olmuyor. Asıl zor olan bunu insanlara sezdirmemek. Ajan olmak ne pis bir şey lan. Korku filmlerinde katil çıkan bahçıvan olmak nedir bilmiyorsun amına koyim. En fazla espiri yaparsın, ya da Şahin K. filmlerinden bilirsin göt lalesi. (Nilgün Marmara'nın Kırmızı Kahverengi Defter kitabı aklıma geliyor göt lalesi deyince)

Hem neyi anlatayım lan? Allah için söyle; imlayı trip atarken kullanan, pisliğini kapanarak örtmeye çalışan, bulduğu her kız numarasına boş mesaj atıp delikanlı pozu kesen, feysteki kızlara güvenmem deyip aynı platformdaki kızlara kırılgan aşık rolü yapan, Allah kitap deyip pedofili olan, arkasından sövdüğü adamlara içten içe özenen mallara neyi anlatayım? Cobain'e nazire yapmak gibi olacak ama hangi doğruyu sokayım bu mallara? Şu fontu değiş, gözlerim bozulacak diyen insanlar da var. E ben yazarken hem ruhen, hem bedenen, hem de manen kör oluyorum. Öyleyse okuma atın taşa sıçtığı.(bu küfrü demin bir yerde duydum lan, çok hoş bence) Zaten doğruluk veya gerçeklik vaadi vermiyorum amına koyim. İçimden geleni yazıyorum, içinden geliyorsa oku, gelmiyorsa okuma. Bu kadar basit.


Ataması olmayan öğretmenleri getir gözünün önüne. Hayat böyle işte. Hep kayıp. Ne kadar çalışırsan çalış bitecek. Hem de hiç hazır olmadığın anda. İntihar dahil, kamyon kazası hariç değil. Ne boktan değil mi? İnançlıysan iki kere boktan. Sevinme amın oğlu; değilsen de iki kere boktan.



Neyse bu kadar yeter. (Neyse fak der gibi oldu. Hihihi)





Mesut Cihan Demirel.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder