Dövüş Kulübü filmi çıktığında 11 yaşındaydım galiba. Tanıştığımda ise 16. Her insanın hayatında dipler ve zirveler vardır ya moruk, benim ilk dibe dalmam tam da o filmle tanıştığım yaşın bir yıl öncesiydi. Ölümü bekliyordum o yaşlarda. Şaka yapmıyorum. Eğer beklentileriniz varsa bilirsiniz, ki bu kötü bir şeyse ne demek istediğimi çok iyi anlarsınız. Daha ölümü filmlerden gördüğü kadar bilecek yaştaysanız, ölümü bayılmak veya kısa süreli uyumak olarak tanımlayabilirsiniz. Geceleri nefesiniz kesik uyanmaya kaç gün dayanabilirsiniz? Düşüncesi bile kötü değil mi? Gerçi bunu ilk kitapta yazdım ama tam manasıyla anlatabildiğimi zannetmiyorum. Aynı filmde ''dibe vurmak, haftasonu gidilen bir piknik ya da tatil değil'' diyordu. Fakat aynen öyleydi. Gittiğiniz tatilde dibe vurabilirsiniz. Hatta tatile giderken bile dibe vurabilirsiniz. Ufak bir kaza sizin dibe vurmanızı sağlayabilir. O kazada herhangi bir uzvunuzu kaybetmeniz de bunu sağlayabilir. O nedenle şükretmeyi seviyoruz. Çok garip lan. Harbiden çok garip. Neyi, neden yaptığımızı bilmeyi geçtim sorgulamadan ölüp gidiyoruz. Buradayken yaptığımız şeyler popüler olmak için götünü vermek, duyarlı görülmek için kılıf değiştirmek, anlaşılmaya çalışmak, yarak kürek unvanlara sahip olmak için alçalmak, paraya domalmak, bilgili ve zeki görülmeye çalışmak için okumadığımız şeyleri savunmak, kaybetmenin ne olduğunu bilmeden nihilist takılmak, çıkarlarımızı hesaplamak, kazık atmak, intikam almak, boşluğu değerlendirmek, kaliteli görülmek adına saçma sapan şeyler yapmak, marka uğruna ölmek, tanımadığımız insanların düşüncesine uygun davranmak, kuralsız görülmek için ''x yerde x şeyi yapmak yasaktır'' levhalarının önünde çizgiyi geçtiğimizi düşünüp poz vermek, sürekli çelişmek, asla sorgulamamak...
Kuralsız olmak; trafikte kırmızı ışıkta geçmek değil, ters yönde devam etmektir.
Kuralsız olmak (?)
Bilmiyorum moruk. İnsanları anlamayı geçtim, tanımanın bile zaman kaybı olduğunu düşünüyorum. Sonra da bana ait olmayan zamanı kaybettiğimi zannetmemenin denyoluk olduğunu düşünüyorum. İyi bir şeyi yapmadan önce milyonlarca kez düşünürken, şimdi yapmamayı düşünüyorum. Kötülük ve iyilik kavramlarını, fizik ve matematik kuralları içinde birleştirip kuralların aslında sonuca gitmenin en mantıklı olduğuna inanıyorum. Sonra o üstte yazdığım ters yönde ilerlemenin cesaret değil de aptallık olduğunu düşünüyorum. Evet, çelişiyorum. Belli bir zaman sonra paniğin bile azaldığını fark ediyorum. Çok feci ölümlerin bile hızla unutulduğunu, fakat modası geçmiş malzemeleri süper bir reklamla sattıran projeler gibi tekrar kendini hatırlattığını seyrediyorum. Fırtınadan kurtulamıyorum.
Mahcubiyetin; milletin dalga geçeceğini düşünüp X büyük marka poşetlerin içine markasız elbise koymaktan çok, gücü yetmeyen insanlara ayıp olacağını düşünüp X büyük marka ayakkabıyı siyah poşetlerin içine koymak olduğunu biliyor muydun?
O nedenle Sokrates, ''hiçbir şey bilmiyorum'' diyerek aslında cehaletin gösteriş olduğunun altını çizmek istemiş. Bunu da kişiliğinden ve bilgisinden çok maddiyat ve unvanın arkasına sığınan sığırlara hitaben söylediğini fark edebiliyor musun sen de?
Doktorlar neden yemin eder hiç düşündün mü?
Bunu Google'da arama ananı sikerim senin. Çok basit bir soru sordum ve cevap vermek için o motordan harmanlanma.
Peki, ''heyecanlanma'', ''üzülme'', ''korkma'' diye başlayıp önüne de ''ama'' bağlacı getirilen cümlenin sonunda karşı taraf neden tam tersini yapar; bunu hiç düşündün mü?
Sermayesiz ortaklık yaptın mı hiç?
Kumar, illegal mi olur hep?
Hayat nedir?
Ezberlediğin tekerleme var mı?
Babam bu kadar iyi pasta yapmayı nereden öğrendi...
Chuck Palahniuk; dünyayı parçalara ayırdık, fakat o parçalarla ne yapacağımızı bilmiyoruz, demiş. Peki, bütün haldeyken, parçalara ayırmaktan başka bir şey aklımıza neden gelmedi? Düşünsene, başkasına ait bir tuvaleti bile temiz bırakmak için yırtılıyoruz. Hatta ses gelmesin diye neredeyse susturucu takacağız bir yerlerimize. E abisi, dünya da bize ait değilse parçalamak niye? Düşün kardeşim, ne olur düşün biraz. Rahatlamak için yaptığın şeyleri getir aklına. Ya da volta atarken yaktığın sigara bitene kadar yaptığın en mantıklı şeye odaklan. Kuralları olmayan cennetten, kuralları olan dünyaya gönderilip, kurallara uyarak kuralsızlığa ulaşacağını sana inandıran olguyu bul içinde. -x-= + öğrendiğin matematik formüllerini düşün. Ne olur biraz akışına bırakmayı somut bir şekilde yapacak kadar, neyi neden yaptığını iyice bil! Bunun için çabala. (ma?)
Parçalara ayırmak?
Hatırladın mı?
Anlam, mana, ananın amı.
Benim hayatımda hep dibe vuruşlar vardı. Bukowski lalesinin dediği gibi hem de; ''dibe vurduğunu zannedip bir dip daha keşfediyorsun''. İlk kitabımın ismi neden ''Dibe Vurma Sanatı'' anladın mı? Dışarıdan bakınca ne gördüğünü bilmiyorum, beni ne olarak görüyorsun onu da bilmiyorum ama emin ol çok sağlıklı değilim içeride. Önüne ne gelirse gelsin parçalayan manyağın birini getir gözünün önüne. Sonra da o parçaladığı neyse onu bir araya getirip; ''benim kalbim daha kötü halde moruk'' dediğini düşün. Hatta sigarayı bile adam gibi içmeyen birini getir aklına.
İkinci kitabım da neden ''Bubi Tuzağı'' diye sormama gerek yok herhalde. Çünkü dibe vurmaya başlarsanız, tuttuğunuz dallar, bastığınız yerler, konuştuğunuz kişiler, inandığınız değerler, anlamı olan kutsallar... hepsi birer bubi tuzağıdır. Bunlardan kurtulmanın tek yolu da ''bir parçanı feda etmek''tir, ama yaşamaya devam edebilmek için daha fazlasını kaybedeceksin, unutma.
Kırmızı ışıkta beklerken, arkadan vuran şey hayattır. Hayat; ne kadar da önüne bir şeyler koysa da, önüne çıkan her şey seni arkandan vurur, bunu da unutma!
Kürtaj edilen bebekler ne kadar sinirliyse annelerine, o kadar sıyırdığımı düşünüyorum ben de.
Bir silah al eline. Cüneyt Arkın filmlerindeki gibi olsun. Rus ruleti tarzında yani. İçine de bir tane mermi koyup çevir kovanı ve kapat. Daya kafana. Sıkmaya başla, patlayana kadar. İşte insanın Bing Bang'i bu. Yani hayat ve ölüm böyle işler. Tek kullanımlık hayatının özeti budur; mermi gelene kadar yaşamak. İster sev, ister nefret et, istersen ölümsüzlüğü ara, istersen zırlayıp duaya başla, ya da kork. Ama aklından çıkarma, hayat hikayen sadece bu kadar. Anlık yaşamak dedikleri bu.
Her patlamanın öncesi karanlıktır.
Geçenlerde biri bana mesaj attı. Keşke silinmeseydi de buraya atsaydım. Bana, ''herkes kötü bir sen mi iyisin?'' yazdı. Ben de, ''hayır, en büyük orospu çocuğu benim.'' dedim. Eğer öyle olmasaydım, izin vermezdim bunlara. Vicdan ve tetik arasında ne var biliyor musun? Bok biliyorsun amın feryadı. Söylemeyeceğim de amına koyim. Sanki izin verdiğim her şey intikamını böyle alıyor kuzen.
Cesaret ve aptallık arasında sadece ''bakış açısı'' vardır, bunu da unutma. Tıpkı delilik ve geri zekalılık arasındaki o incecik çizgi gibi.
Ne olur anla.
Bak şimdi iki seçenek veriyorum sana:
1- Evden çıkar çıkmaz kaza kurşununa denk geldin ve öldün.
2- Kutsal gördüğün bir şey uğruna öldün.
Hangisini istersin? İkisi de aynı oğlum. Farkı yok. Donarak, yanarak, boğularak ve bir kamyonun altında kalarak ölmek üstteki iki maddeden farksız. Ölümü anlamlı kılan sikimsonik değerlerimiz olmazsa emin ol korkudan kafamıza sıkardık. Birinin sevgilini taciz etmesinden sonra kavga edip ölmeyi göze alabilirsin, öyle değil mi? Peki, ne olur sonra? Kız gider başkasını bulur. Tüm kutsal değerler de böyle amına koyim. Sen ölürsün ve senin ölümünü onurlandıranlar peşinden aynı şekilde ölmek için kuyruğa girer. Hayatın amacı budur artık. ''Neden?'' ve ''nasıl?'' sorusunun önemini anlıyor musun? Öleceksin, ama bunun için bile sebep gerekiyormuş hissi. Yani ''vade'', ''ömür'' ve ''taktiri ilahi'' dedikleri şey sadece ''sebep''. Bu sebep seni hayatta tutan en büyük etkendir moruk. Ölümün anlamlı olması için yaşıyorsun. Nietzsche gibi adamların da aramış olduğu sebep budur. Eğer böyle olmasaydı ve sen de hayatın anlamını ölüm sebebin ve vaatler (kutsal anlamlar) üzerine inşa olmasaydı şu an öldürürdün kendini.
Eğer tersini düşünüyorsan öldür kendini.
Niye mi?
''Çünkü''
Bilinmezliğin kucağında seni tutan yapıştırıcı budur!
Geleceği bilmeden yaşamayı göze almanın sebebi budur!
Boğularak, yanarak ve donarak ölme ihtimalini gözardı etmenin sebebi budur!
Uyku haplarını kutusuyla içmenin, kanser olup kemoterapilerde sürünüp ölmekten daha mantıklı olduğunu bildiğin halde seni durduran tek şey budur!
Beni korkutan ne biliyor musun? Yaptığım hiçbir şeyin benim kontrolümde olmaması. Tıpkı bunu inkar eden tanrı gibi! Anlayacağın senaryoyu doğaçlama oynamak istiyorum ben. Elimdeki metni okuyup ''böyle olmaz'' deyip kendim tekrar yazmak istiyorum. O nedenle bu kazayı yaptım;
Hem de bilerek amına koyim. Çünkü eğer senaryoda böyle ölmek yoksa emin ol burnun bile kanamaz. Sanırım senaryoyu değiştiremeyeceğim. Fakat heyecan katabilirim, ya da buna inanıp sürekli böyle şeyler yapabilirim, ne dersin? İşte senin ''kutsal değer'' olarak belirlediğin ölümlerin aksine bu cesaret değil geri zekalılık, öyle değil mi? Peki, neye ve kime göre? Her neyse. Eline, benim deyimimle sikindirik, senin deyiminle X büyük markalı bir telefon alıp selfie çekmek ne kadar kolaysa, bunu yapmak o kadar kolay cici kız, ve bu doğrultuda da bir erkeğe memeni çekip atmak ne kadar cesaret istiyorsa, bu da o kadar cesaret istiyor. Fazlası değil. Tabii bunu herkes(e) yapamaz(sın).
Ya aptallık derler.
Ya da cesaret.
Ama kimse kayıtsız kalamaz.
Bunun için çabala. (ma!)
Sonu da Tyler'ın, ''lanet olsun, yaşamı sevmemize ramak kalmıştı!'' sözüyle getirelim.
Slm. Nbr? bn çk ktü.
Şimdilik bu kadar. (Yeni yazıya kadar ölmeyin)
Mesut Cihan Demirel.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder