Merhaba.
Her acıktığında, ne kadar yersen ye doymam zannedersin. Masayı doldurursun, ancak kalır geriye bir şeyler. Bizim içimiz de böyle kuzen.
Birilerine ne kadar dürüst olursan ol, hep bir şeyleri tamamen anlatamıyorsun. Masaya koysan da yiyemiyorsun. Yani kendine itiraf ederken bile zorlandığın şeyleri, başkalarına anlatamıyorsun tümüyle. Ne kadar sıçarsan sıç, götünü silmek zorunda kaldığın gibi. Sildikten sonra da kontrol ediyorsun, çünkü donunda kalıyor lekeleri.
Dün berbere gittim. Oradayken Model'in "Sarı Kurdeleler" klibi oynuyordu televizyonda. Solist kadın "kimse yeni yara açamaz artık" diyordu. O kadar dokundu ki lan o şarkı, ruhumu çalkaladılar sanki. Çünkü dedem öldüğünde bir insan tanımıştım ve zaten yeni yaraya yerim kalmamıştı. Çünkü insan, o sözü söyleyebilmek için yaradan ibaret olmalı. Çünkü o amına koduğumun yarasını görenler elllerini gizlemek zorunda kalmalı. Kısacası şarkı yalan söylüyordu. Kimse yeni yara açamaz artık, değil herkes delik açma konusunda tahtakurusu gibidir denilmeliydi!
İnsan, en kötü haldeyken iki farklı, hatta tamamen zıt iki duyguyu aynı anda hissedebiliyor lan. O ana gittim istemsizce. Mevlana hetkelinin dibinde oturup dünyanın en saçma sapan işleriyle uğraşıyordum. Biri de beni torbacı sanmıştı.
Şimdi kimle konuşsam daha fazla yırtılıyorum. N'olur inan bana. Nasıl biliyor musun? Bak yazayım da gözünde canlandır. Marketten dondurma aldığını ve eve getirdiğinde poşetin kör düğüm olduğunu düşün. Açmak için poşeti yırtarsın değil mi? Ha işte moruk, benim de içimdekini bilmek için önce yırttılar, sonra da istediklerini alıp siktir olup gittiler. Yırtık halimle çöp poşeti bile olamadım lan. Yalan söylemiyorum sana. Sikimde de değil bana inanıp inanmaman. (Çelişiyorum, değil mi?)
Gitmek sorun değil moruk. Herkes birilerini terk ediyor zaten. Benim sorunum o orospu çocuğunun gittiği günü asla unutamamam. Çünkü dedem öldü o gün. Evde dedemin muhabbeti ne zaman geçse hep önce o amın feryadı geliyor aklıma. Koskoca 27 yıl beraber olduğum adamın adı geçtiğinde 3 aylık mazisi olan biri geliyor aklıma. Ne kadar acınası değil mi?
Geçenlerde dedemin köstekli saatini buldum eski cd'lerin arasında. Kırılmıştı. Fiziksel olarak kırıktı ama ben o "kırılmak" kelimesinin manevi tarafındaydım. Tutup fırlattım duvara. Paramparça oldu. Sonra güldüm. Devamında kahkaha attım. "Benim kalbim daha kötü halde amına koyim" dedim. Annem girdi içeri. "Ne oluyor?" dedi. Utandım lan. Hani otuz bir çekerken içeri biri girer ya, aynı onun gibi. Üstünü kapattım gerçeğin. Tereddüt etmeneden, "Anne" dedim, "Titanic filminin üçüncü cd kaybolmuş, bulamıyorum." Annem hiç şaşırmadan yüzüme baktı. "Amaan... sonunda çocuk ölüyor" dedi ve odadan çıktı. Arkasından fısıldadım; "Tıpkı benim gibi!"
Uzatma dakikalarında oyuna giren futbolcudan ne kadar beklentin olabilir? "Zamana yönelik değişiklik" ne kadar samimi lan? Dürüs olalım mı? Benim dünyadan beklentim, o düşüncenin tamamına eşit. Aynı hatta.
İyi biri olmak için çırpınırsın. Sebepsiz iyilik yaptığın olur. Elinde sigarayla gelip "çakmağın var mı?" diyen birine çakmağını kullandırmayı iyilik zannediyorsan ananı sikeyim senin de.
Annem tekrar girdi içeri. Elinde faraş ve süpürge vardı bu kez. Temizledi dedemin hediyesini. Süpürdü en somut hatırasını. Sonra çöpe attı. Gözlerim doldu lan.
Lenin de, ülkesini satarken iyi olduğunu düşünüyordu. Hitler de, Yahudileri katlederken iyi bir şey yaptığını düşünüyordu. Onlar unutulmaz olmak istediler mi, bilmiyorum ancak şunu unutma, unutulmamak için kötü, hatırlanmak için iyi olman gerekir. Çünkü seni terk edeni, kafanı balyozla ezseler dahi unutamazsın.
Tek kalmak ve terk edilmek kardeş gibidir. İnsan, ya terk eder, ya da tek kalır. Sürekli devam eder bu. Birilerini öldürmek zorunda kalmak ile birileri tarafından öldürülmek de öyledir.
Ya teksin,
ya da terksin.
Son dakikada; kornerde ileri çıkıp gol atan kaleci, bir sonraki maçta çok kötü bir gol yediğinde başına ne geleceğini bilir. Ben de biliyorum, bu dünyanın sonunda elime neyin geçeceğini. "Bildiğim halde neyi kurtarmaya çalışıyorum?" sorusuyla kesiyorum bileklerimi. Ama ölmüyorum.
İnsan, yaşamayı sonradan öğrenmiyor kuzen. Yaşamaya mecbur bırakıldığını öğreniyor. Çünkü yeni doğan bir bebek, ölüm döşeğindeki insan kadar profesyonel nefes alabiliyor.
Ve insan, ölümün değerini "intihar" etmenin günah olduğunu öğrendiğinde anlıyor. (Anlıyor musun?)
O nedenle, insanın ne kadar ucuz olduğunu, parayı bulan adamdan iyi kimse bilemez.
Kalp kırılması ile ampül patlaması aynı şey kuzen. İkisinin de sıkıntısını en çok geceleri fark ediyorsun.
Vazgeçememenin ne demek olduğunu; henüz sikemediği için kız arkadaşından ayrılamayan orospu çocukları değil, babası öldüğü gün İngiltere milli takımının stoperinde görev alan siyahi futbolcu Sol Campbell bilir!
Kabullenmenin ne demek olduğunu; hz. İsa değil, oğlunu kaybeden Meryem bilir!
Kaybetmenin ne demek olduğunu; kardeşleri tarafından kuyuya atılan hz. Yusuf değil, gözlerinin nuru sönen Yakup bilir!
Peki, her şeye rağmen; yaşamanın ne demek olduğunu kim bilir?
Mesut Cihan Demirel.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder