16 Aralık 2015 Çarşamba

Oto-otopsi

Merhaba.


Bayram tatillerinin dokuz günü bulduğu zamanlar vardır. Ona benzer tatilleri getir gözünün önüne. Koskoca bir haftalık iznin vardır ancak daha ilk günden itibaren hasta olursun ve tüm tatilin yatakta geçer. İyileşemezsin bir türlü. Son günün akşamına anca ayağa kalkarsın ve inanılmaz sinirin bozulur. Çünkü normal zamanlarda asla olmaz bu durum. Bir de bunun okul ve iş günlerinin sabahında hiç kalkamadığın ama tatil günlerinde erkenden ayağa kalktığın eş zamanlı olanı vardır. Daha pistir hatta. Çünkü çalar saati çalışmadan kapatırsın. Hatırlıyor musun bu iki durumu? Şu an hayattan beklediğim ve karşılaştığım durum böyle amına koyim. Dayanamıyorum çoğu şeye. Özellikle de insan sesinden tiksindim. Duyduğum her cümle çıkar kokuyor. Her gülümseme samimiyet boğuyor.

Bir uzvunu kullanamadığın sürece engelli olmanın ne demek olduğunu bilemezsin. Ben her gün, bir uzvumu kaybetmiş gibi kalkıyorum yataktan. Oraya bırakıyorum bir parçamı. Mayına basmış gibiyim gün boyu. Ne kadar açıklamaya çalışsam da olmuyor. Birilerine tarif etme çabam, kontra atağa çıkarken top kaybedip gol yiyen takımın taraftarının bakışlarına dönüşüp geri sekiyor bana.


Apartmanın en üst katına çıkıp merdiven boşluğundan en aşağıya kadar hiçbir yere değdirmeden türkürmeye çalışmak malca bir şeydi, ama çok özledim lan o yaşlarımı. Masumdu en azından! Çünkü büyüyünce daha saçma sapan şeyleri dayatma yoluyla işlediler bize. Orospu çocukları!


Yasaklı filmlerin çoğu cinsel içeriklidir. Hatta tümü işkence ve sex üzerinedir. Hiç düşündün mü; "madem öyle neden yapılıyor?" diye. Çok basit. Bu sayede anlamanı istemedikleri şeyleri kalkanlıyorlar. Çünkü yasak, can çekicidir. En tehlikeli bilgiyi göz önüne koyup, en gereksiz bilgiyi gizlemeye çalışırsan kimse tehlikeli olanı görmez. Hatta görse bile bakmaz. Dikkat etmez. Önemsemez. Gözardı etme yeteneği budur işte. Hayat da böyle moruk. Yıllarca çalışıyorsun, para biriktiriyorsun, insan biriktiriyorsun, ev, araba ve gereksiz bir sürü malzeme biriktiriyorsun. Fakat "her an ölebilirsin" gerçeği gözünün önündeyken dönüp bakmıyorsun bile. Kanser olmadan, yatalak olmadan veya bir uzvunu yitirmeden ucuzluğunu göremiyorsun hayatın. Adem de böyle yapmadı mı zaten? Ne kadar ucuz olduğunu, ilk ve tek hatada görmedi mi?


Kıyamet nedir biliyor musun? "Terörist saldırabilir" düşüncesiyle gece nöbeti yazılan bölgeye silahsız asker göndermektir.


Uyandığında aklına ne geliyor? Hiç düşünüyor musun sen de; dünyaya gelmesini sağladığın insanın, bir gün suratına yastık basıp seni öldürebilme ihtimalini? Hastalanınca sabaha kadar başında beklediğin biri, gün gelir en hastalıklı yerinden vuramaz mı seni?


Ne bekliyorsun bu dünyada?


Akşama kadar "güven yok, aşk yok, sadakat yok" gibi yarak kürek aforizma üretmeye çalıştığın sanal ortamlarda; argüman yaratmaktan ziyade, tek derdin beğeni kaygısı mı yoksa? Al ananın amına sok o halde!


Neyi anladık bu dünyada?


Bileğini kesip, içi su dolu sürahiye sokarsan dirseğine kadar pıhtılaşmaz ve kan kaybından ölürsün. Peki, sudan çıktığı anda ölecek olan balığı getir gözünün önüne. Suyun içinde yüzerken, kazayla bir yeri kesilirse, yaşayabilir mi?


A, B, C, D ve E vitamini önemlidir değil mi? En bilindiği  C vitaminidir ama. Eksikliği de en fazla "ne yersem yiyim kilo almıyorum yöğaaa" demeni sağlar. Bazı insanlar da böyle. Yokluğunu en fazla, kış ayında hava durumunun azizliğine uğrayıp ince ceket giydiğinde fark edersin. A ve D vitamini de öyledir. Fakat E vitamini dost gibidir, varlığında değil yokluğunda değeri bilinir. Bunların yanı sıra B vitamini gibi olanların eksikliği bir süre kalbinizi ağrıtır. Ancak insanoğlu piçtir. Yenisini bulur hemen. Neden bahsettiğimi anladığı düşünüyorum.

Ancak ben, artık sadece K vitamininin yokluğunu hissediyorum uzun zamandır. Bunu da her sabah kalktığımda işerken somut olarak görüyorum. İnsan, tuvalette rahatlamayı hisseder, fakat ben, orada bile kan kaybediyorum amına koyim!

Bu kanı kaybetmemi ne sağılıyor, biliyor musun? Çok fazla inanmam. K vitaminin fazlası gibi. Damarlarım tıkandı. Devam edemedim. Önce kendimi yırttım, sonra inanç damarlarımı. Şimdi eksikliğin fazlasını yaşıyorum. Her şeyin fazlası öldürür, eksikliğin fazlası yaşamaya mecbur bırakır!

Hatırlıyor musun; yumurtanın sadece sarısını yediğinde annen çok kızardı? Çünkü bilmezdi, K vitamininin ne işe yaradığını. Ben de inandığımdan yara almasaydım bilemeyecektim içinde çırpındığım boşluğu.

Bu dünya, sana ne veriyse geri alacak kuzen. En son da canını alacak. Hem de ağzını kapatarak alacak. Gözlerinin önünde alacak. Süt dişlerinin dökülmesi gibi olmayacak ama!


Peki neyi anlatabildik bu dünyada?


Hayallerini öldürmek, birileri için ölmek, birileri için öldürmek, birilerini içinde öldürmek çok koyuyor lan!

Karın ağrısıyla uyanmak çok kötü. Yüzünü yıkarken burnundan akan soyut kanı görüp "hayat çok güzel" demeye çalışırken, gözünden akan somut yaşı görmemeye çalışmak daha kötü! Hele bunu, gözünü silerken yapmanın tarifi bile imkansız.

Hayat, senin için; karışık çerez tabağında, Antep-fıstığı aramak kadar zevkli olabilir. Ama benim için,  iştahla yediğim yemeğin içinden çıkan kıl kadar mide bulandırıcı artık.


Reklamlarda genelde sürekli gülen insanları kullanırlar.  Ve o insanlar; tanıttığı halde faydasına inanmadığı ürünleri, bizlere mükemmel derecede anlatmaya çalışırlar. Al sana Tanrı-Peygamber-Kitap-Dünya denklemi! 

Olmuyor kuzen. Aldığım ilaçlar bile artık rahatlatmak yerine daha fazla düşünmemi sağlıyor.

Anlatamıyorum da adam gibi. Buraya ne yazdıysam, doktora da aynını söylüyorum. Sürekli konu değişiyor ve işler daha da karışıyor.

"Daha" diye başlıyor ve dahanın sonu gelmiyor.

Daha da kötüye gidiyor.

Olmuyor.

Olmayacak da.




Mesut Cihan Demirel.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder