11 Temmuz 2015 Cumartesi

Sana da oluyor mu hiç

Merhaba, yolunda gitmeyen her şeyin başrol oyuncuları. Bu yazıyı terk edilmiş herkesin kendine olan uzaklığı ile çay bardağındaki dudak payı arasındaki mesafeye çardak kurup sallanırken yazıyorum. Hepimizin aslında yaşadığı o bir iki dakikalık gündelik travmaların tekrarına ramak kala yazmaya başladım şu an. İçimiz cehennem moruk, ama doluyor. Bir şekilde doluyor amıma koyim. Kaf suresi 30'uncu ayetin tersine içimize ne atsak doluyor! Boşalması da; kızgın tanrının, azgın şeytanı yüzünden dünyanın çeşitli bölgelerindeki felaket yansımasından daha şiddetli oluyor be oğlum. Evet, ne yazık ki gözlerin tsunamiye kafa atacak kadar şiddetli. "Yağmur neden yağar?" diye sorsalar; bilimsel yönünü açıklayan da olur, manevi yönünü siken de olur. Hatta yukarıdan biri kafamıza attırıyor diyen de olur. Böyle işte. 


Kan çanağı gibi gözlerinden kendini seyrettin mi hiç?


Dün hiç aklımda yokken bir mesaj blog'u unuttuğumu hatırlattı. Gönül koyar mısın sen de? Daha yeni tanıştığın birinin yokluğu, beş yılını verdiğin birini terk etmek kadar koyar mı lan?
- Amına bile koyar.



Ne doğru ulan bu hayatta?
Ne tamamen doğru?
2x2= 4 oluyor mu her zaman?
Buna gerçekten inanıyor musun sen hala?
1+1= 1 olmuyor mu çoğu zaman?
İki farklı yarım aynı bütünü oluşturmuyor mu en çaresiz anında?
Doğduğun yere ait hissetmiyorken, bir bedene ait hissettiğin oluyor mu senin de?
Lan onu siktir et, Allah'a bile ait hissetmiyorken çoğu zaman, dünyaya nasıl ait hissedebiliyorsun sen?



Bakış açısı, yıkım için kullanılırsa en tehlikeli silahlardan biridir moruk. Peki, bu silah yanlış ellerde mi doğruları yok eder, yoksa geri zekalılar tarafından aklını kullananları mı yok eder?



Tıklım tıklım otobüslerde tüm sesler birbirine karıştığında, bir de üstüne şoförün dinlediği ağır müzik onlara vokal olurken, sadece içindeki seslerden rahatsız olduğun oluyor mu senin de?



İçindeki çığlıklar ruhuna faça atıyor mu senin de?



Peki, normal olan şeyleri seyretmek senin de canını yakıyor mu bazı anlarda?


Geçmişte aynı fotoğraf karesine gülümserken poz verdiğin insanı, yıllar sonra tesadüfen sokak ortasında rastlarken ciğerin sikiliyor mu senin de; başını başka yöne çevirip yanından hızlıca geçerken?


Saatlerce aynı fotoğrafa bakıp Everest'ten boşluğa atlıyor ama ölemiyor gibi hissettiğin oluyor mu hiç?


Kalp atışlarının adımlarından daha yavaş attığı oluyor mu eve giderken?


Milyonlarca kazıktan, terk edilişten, yarı yolda bırakılıştan sonra karşılaştığın bilmem kaç milyonuncu yeni insana ''işte doğru insan'' dedikten sonra, o orospu çocuğu da aynı kazığı atıp aynı kervana katılırken, arkasından bakıp ''acımadı kiii'' diye attığın kahkahaların gözyaşlarına karışmasını seyretmek pedofili videoları kadar iğrenç duruyor mu yüzünde?


Üst komşun karısını düzerken çıkardığı seslere otuzbir çekerek karşılık verirken yalnız hissediyor musun kendini kanepede? Ya da günde üç posta atmak yalnızlığını gizliyor mu aynalarda?


Karşındakinin anlattığı ile senin düşündüğün şeyler birbirine çarpmasın diye kendini yırttığın oluyor mu günde bir de olsa?


Ya da aynı olaya hem şok olup, hem de gayet normal karşıladığın oluyor mu ayda bir de olsa?


İntihar edemeyecek kadar kendinden nefret ettiğin oluyor mu yılda bir de olsa?


Ses tellerinden kule yaptığın oluyor mu kış aylarında?


Aynı ses telleriyle anneni boğazladığın oluyor mu gece yarılarında?


İki farklı, hatta tamamen zıt kelimeye aynı anlamları yüklediğin oluyor mu hiç her doğum gününde?



Hayatım boyunca yara bandından öteye terfi edemedim lan. Vallah bak. Hep örtmek zorunda kaldım. Sebebi yok. fıtrat mı dersin, huy mu dersin, yaradılış mı dersin, ne sikim dersen de ama öyle işte be oğlum. Yara olmak, yaralı olmak, yara açmak ve yara kapatmak. Bu dört farklı anlamı aynı cümlede aynı anlamda kullanabilir misin? Sonrasında da dördü de olabilir misin? 


Yara olmak...
Bunun tarifi çok boktandır kuzen. Çünkü ben dahil, sen hariç değil, hepimiz önce yara oluruz. Kimimiz fark eder, kimimiz orospu çocukluğu yapıp fark etmiyor rolü yapar. Biten bir ilişki getir gözünün önüne. Kim suçlu diye ararsan yarrağımı bulursun anca. Çünkü kimse kabul etmez suçlu olduğu. Biz böyleyiz oğlum, şaşırma hiç. Her insan önce yara olur. Bak Adem babamıza. O da Cennete açtığı yaradan düşmemiş mi dünyaya? Kaba tabirle kalbi değil midir Allah'ın, cennet?


Yaralı olmak...
Bu evre bilerek yapılan bir mevzudur. Yani yara olduktan sonra kendine yer bulmak zorundasındır. Yara olmadan yaralı olunmaz. İnsan ilk yarayı kendine açar bebeğim. İnsanın kendine açtığı yara kesikle olmaz, kırıkla olur. Kırık bir cam = yaralı insan.


Yara açmak...
Yara açmak için bıçak olmak gerekir. Bunu nasıl anlarsın biliyor musun? Kırıklığından. Yani yaralı olan insan içine atar. İçine attığında batıyorsa her şey bıçak oldun demektir. Sonra dokunduğun değil, sana dokunan kanar.


Yara kapatmak...
Selam.


Arkandan konuşan insanlara küfür ederken haklı olduklarını düşündüğün oluyor mu hiç?

Ya da sadece kendini kandırdığını fark etmemek için kendini harcadığın oluyor mu hiç?

Kimsesiz olduğunu kabullenmek için ''sana ihtiyacım var'' diye mesaj attığın oluyor mu hiç bilmediğin bir numaraya?

Gölgeni görünce sevindiğin oluyor mu hiç?

Karanlığa ait hissedip odanın lambasını söktüğün oldu mu hiç?

Sevdiğin insanlara kazık attığın oldu mu hiç?

Yarı yolda bırakıp kaçtığın insanları suçlamak için kendini akladığın insanlar oldu mu hiç?

Bir gün olsun kendini suçladığın oldu mu hiç?

İnkar ederken inandırdığın şeyleri, itiraf ederken inandıramadığın oldu mu hiç?



Bu kadar yeter!







Mesut Cihan Demirel.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder