5 Şubat 2016 Cuma

Olmaz

Bazı günler yataktan çıkmaz istemezsin. Ancak kalkmak zorundasındır. Çünkü birilerine bir şeyler kazandırmak için kendinden azalmak zorundasındır. Her şeye zorunda ve zorunlu hissettirir orospu çocukları. Fark etsen de engel olamazsın ya, işte o zaman, yorgan değil de dünyadır üstünden kayan.


Anlatmak istersin. Olmaz.


İlk bayramın üzerinden tam yirmi yıl geçmiştir, sorsalar hatırlamazsın ama o ilk yediğin tokat hâlâ zihnindeki duvarda Mona Lisa tablosu gibi asılıdır. Unutamazsın. Mutluluk, o ilk bayramdır, acı ise kafanı çevirdiğin her yerde canlanan o tokat sahnesi.


Anlatmak istersin. Olmaz.


Tarif edemediğin şeylerden kurtulamazsın. Kesik kola turnike misali, biraz olsun unutmak istersin. Bu sefer de bir türlü gelmez ambulans, kafandaki trafikten. Gelse de fayda etmez, çok geçtir artık.


Anlatmak istersin. Olmaz.


Doktora gidersin. Tanı koyar, ilaç verir, ama hiç dinlemez. Tarif etmek istedikçe batarsın, konuşmaya çalıştıkça bocalarsın. En sonunda, kendine zarar veren insanların arasında bulursun kendini. Yaklaşır biri yanına, ekmeği böler gibi kırar jiletini ikiye, uzatır sana. Ağlarsın. Siler gözyaşını ve konuşmaya başlar: "Yanan bir evin içindekilerini kurtarmanın yolu; pencereyi veya kapıyı kırmaktır. İçindeki yangından kurtulmak da öyle. Kes kendini, ağlama! Hem.. doktorlar da, 'ağla, açılırsın, rahatlarsın' demedi mi, herkes gibi? Ama sen, tut kendini, ağlama. Çünkü iç yangınının benzini, gözyaşıdır..."


Anlatmak istersin. Olmaz.


Doktordan çıkar karakola gidersin. "Kurtarın beni" diye yalvarırsın. Anlamazlar, dışarı atarlar seni. İçine attıkların gelir aklına, susarsın.


Anlatmak istersin. Olmaz.


Gider bir banka oturup iki elinle yüzünü kapatırsın. Anlatamazsın kimseye, hatta kendine bile. Bilirsin; tüpsüz dalış rekoru dedikleri şey, düşünerek unutmaya çalışmaktır geçmişi sadece.


Anlatmak istersin. Olmaz.


"Anlamayan var mı?" diye sorduğunda öğretmen, utancından susup parmak kaldıramayan çocuksun sen, o yüzden hep aynı sahnede bulursun kendini: tam ortasındayken o rekorun, nefes alarak çırpınırsın geçmişinde. Nefret ede ede yaşamaya çalışırsın, anladığını bile anlatamadan.


Hep anlatmak istersin. Hiç olmaz.


"Nasıl kurtulacağım?" sorusuyla gelirsin kendine. Kimse söylemez de, oturduğun bankın yanındaki tıka basa dolu çöp tenekesinden dibine düşen buruşuk sigara paketi cevap verir sana, "Sigara içmek öldürür" der, utanmadan. "Neyi öldürür?" diye soramadan en yakın büfeye koşarsın, en ucuz sigarayı alırsın ve çıkarır içinden bir tane, yaktırırsın büfedeki ağbiye. İçine çektikçe "ne anladın lan bu dünyadan?" sorusu kemirir boğazını, ama cevap veremezsin. Düşüşünü seyredersin kül olmuş gençliğini, kaldıramadığın o parmağın ucundan. Sonra yine aynı banka gelirsin, bu sefer de fazlalık ettiğini düşündüğün dünya da tokat gibi cevap verir sana; iki kişi çoktan doldurmuştur boşluğunu, sığamazsın oraya da.


Hep anlatmak...


Dışarıda edemez, eve gelirsin. Telefonunu açarsın, arayanlar olmuştur. Mesaj atanlar olmuştur. Merak ede... boş versene. Ulan ilk sigaranı bile başkasına yaktırmışsın. Sırf insanlarla konuşmak için çakmak da taşımazsın. Aslında birine "ateşin var mı?" sorusu soracak kadar bile olsa konuşmak istersin. Yoksa atarsın kendini. Ancak ''ateş var mı?'' diye sorduklarının çoğu ya kibrit, ya da çakmak uzatmak yerine, ''bu boku yiyorsan, küreğini yanında taşı'' diyecekler. Bunu da biliyorsun. Çünkü için zaten cehennem, bir de üstünde taşımak istemiyorsun. Gördün mü bak, ne çok şeyi biliyorsun. Evet, her şeyibiliyosun. En çok da bilmek koymuyor mu...


Artık anlatmak istemezsin. Olmaz da zaten...




Mesut Cihan Demirel. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder