20 Şubat 2016 Cumartesi

SOS medya

Selam.

Gel kuzen,gel. Facebook, Twitter ve Instagram kankalarımla sosyal medyanın, SOS medyaya dönüşmesini kutluyorduk biz de, kaynanan seviyomuş. Hehehe.

Neyse cıvıtmadan konuya gireyim.



Demin arkadaşımla sohbet ederken, facebook listesindeki herhangi birinden mesaj geldi. Mesajına bakıp ne cevap vereceğini düşünürken "kapat oğlum şu İnternet, muhabbet ediyoruz" dedim gülerek. Zaten tepkiyi gülerek verirsen karşındaki onu yapmayı daha hızlı bırakır. Her neyse, ben tepkiye "ohooo muhabbetin içine çiğ köfteye sıkılan limon gibi girdi ha" diye devam ederken, "dur oğlum ciddi" dedi. Baktım mesaja. Paylaşımından dolayı geldiğini gördüm. "Ciddi" demesine rağmen mesajı görünce gülüp "ee adam haklı, gündemle ilgili paylaşım yaparsan primci, yapmazsan duyarsız olursun. Alış bunlara oğlum" dedim. Bunu derken de aklıma yalan yanlış yazılmış tarih kitapları geldi. Onlar da Stv veya kanal 7'nin "iyiler, kötüleri hep yener" mesajlı dini programları gibi değil miydi?

O, vereceği cevabı düşünürken, ben de biraz düşündüm...

Sonuçta "sosyal medya" dediğin bu ortam; inanmadığın şeyleri insanlara yaranmak uğruna savunmak, umurunda olmayan insanları umurundaymış hümanistliğine bürünmek, tanımadığı ve popüler ideoloji neyse o kimliği kullanmak ve daha önemlisi hissetmediği şeyleri paylaşmak için "beğeni" yarışından (bkz. kaygı) başka hiçbir şey değil mi zaten kuzen?


İsmi ne olursa olsun, sosyal medyada paylaşım yapmanın amacı aynı. Gel aşağı göstereyim.


İspat derdinden fakir edebiyatına, yalandan vicdan esnekliğine, iki yüzlülükten prim derdine kadar bütün rollerin bulunduğu bir uygulama var. Adı: Facebook! Amacı arkadaşlarını bulmak, değil mi? Yarrağımın başı da o. Kimin arkadaş listesindeki tanıdıkları, tanımadıklarından fazla? Arama motoruna tanıdığı, sevdiği veya eski dostunu bulmak için mi bakıyor sanıyorsun millet? Geç yavrum bunları.



Bugün, konserlere bile (sanatçı kim olursa olsun) "halay çekelim" düşüncesiyle giden insanların facebook hesaplarındaki paylaşımları "led zeppelin!", "Ian Curtis kalp", "pink flod çift kalp" olması komik değil mi? Değil. Çünkü duvarı ahlâk olanın, mesajı seks. Bu trajikomik amına koyim.


Birbirini ezsin diye yapılan fotoğrafla kendini sergileme uygulaması var. Adı: instagram. Daha on sekizine girmemiş kızların ilçe nüfusundan fazla takipçisi var. Neden? Götünü ve memesini paylaştığı için.


Elit görülmek için bir litre benzin parasına çay içtiği mekanları belirten insanların kullandığı yer bildirim uygulaması var. Adı: Swarm. Amacı, gönül rahatlığıyla sevişebilmek için "sevgili olayım da kaşarlıktan farkı olsun" düşüncesiyle uydurulan kılıflardan farksız. "Çok cool bir ortam var yaa" ve "barzolar ve abazalar girmiyo ağbii" diyen denyoların aslında oraya gitmesin tek sebebi; kız kesmek ve o uygulamayı kullanmasındaki tek amaç da, kestiği o kız ekleyip düşürmek. (İğrenç bir cümle ama vallahi öyle) Ama oraya verdiği parayı kazanmak için 12 saat köle olduğundan bihaber olması komik değil mi? Değil. Müstahak o piçe.



140 karakterle filozof yetiştiren ve birilerine laf sokarak takipçi kazanılan paylaşım uygulaması var. Adı: Twitter. "Hakkında" kısmına yazdığı o ulvi açıklamayla dibe vuran, aldatılan, nihilist ve daha bir sürü sikim sikim güruhları barındırdığını görüyorsun genelde.


Vinelar, sözlükler, bloglar, snaplar ve adını sayamadığım daha bir sürü sanal tiyatro sahnesi var. Onların da amacı aynı. İnsanlara saçma sapan roller vererek birbirinden soyutlamak...



Televizyonlar da bu sosyal medyadan nasibini aldı. Her şey daha da basitleşmeye ve saçma sapan olmaya başladı. Televizyonda gördüğün insanların %90'ı bu sosyal platformlardan çıktığı için bilinç altındaki yerleşimi "demek ki ben de ünlü biri olabilirim" şeklini almaya başladı.


İki aylık sikindirik bir eğitimle sertifika alan ve o sertifikayla kişisel gelişim uzmanı unvanı olan insanların yanında 4 yıllık üniversite eğitimi alan insanların bitirdikten sonra kpss ve yeterlilik sınavlarına girmesi geleceğin ne kadar umut dolu olduğuna işaret değil mi?


Seyredilsin diye yapılan cinsel çağrışımlı filmlerin yanında, toplumsal tepki vermek için çekilen düşük bütçeli filmlerin yer bulamadığı sinema salonları ne kadar samimiyse dünya da o kadar samimi işte.


Gerçi en çok seyredilen şeylerin "karım, biladerimle kaçtı" konulu Müge Anlı veya "evi olsun, arabası olsun, yaş mühim değil nefes alsın" temalı evlilik programlarıyken, üstte dediğim gayet normal.

Hatta bu bağlamda da çıkan ve çok satan kitapların aşk, din, seks üçlüsü üzerine olması fazlasıyla normal değil mi?


Kişisel yanlışı bir topluma mal etmeye çalışan mantalitenin egemen olduğu bu iğrenç oluşumunun içinde her gün "bütün pislik dinden çıkıyo" ateistiyle "Her beğeni bir kırbaç bu kafire" paylaşımlı cumadan cumaya Müslüman kesilen sığırların birbirini sikmesini okumuyor musun anasayfada?

Boş ver moruk, daha kötü olalım. (mı?)


Sen şimdi ne yap biliyor musun:
Kitabını okumadan, doğruyu kaynağından değil de sağdan soldan öğrenip derlediği bilgilerle hem taraf, hem de karşıt olan insanları getir gözünün önüne. Neyi ispatlamanın derdinde olduğu düşün sonra da.


Bu dünyadaki tek zırvan hırsların uğruna rol yapmaktır, tek zirven de ölüm anındaki pişmanlıktır. Çünkü çırpındığın kadar koyar hayat sana.


Okuduysan eğer, hiçbir şeyin seni bozmasına izin verme kuzen. Hayat, seni; ne boş şeyler yapacağın kadar nihilist etsin, ne de rol yapmaya değecek kadar sahte etsin.

Ha bir de, "orospu çocuğuyum ki iyi biriyim" ispatına düşürmesin.

Selametle...



Mesut Cihan Demirel.

5 Şubat 2016 Cuma

Olmaz

Bazı günler yataktan çıkmaz istemezsin. Ancak kalkmak zorundasındır. Çünkü birilerine bir şeyler kazandırmak için kendinden azalmak zorundasındır. Her şeye zorunda ve zorunlu hissettirir orospu çocukları. Fark etsen de engel olamazsın ya, işte o zaman, yorgan değil de dünyadır üstünden kayan.


Anlatmak istersin. Olmaz.


İlk bayramın üzerinden tam yirmi yıl geçmiştir, sorsalar hatırlamazsın ama o ilk yediğin tokat hâlâ zihnindeki duvarda Mona Lisa tablosu gibi asılıdır. Unutamazsın. Mutluluk, o ilk bayramdır, acı ise kafanı çevirdiğin her yerde canlanan o tokat sahnesi.


Anlatmak istersin. Olmaz.


Tarif edemediğin şeylerden kurtulamazsın. Kesik kola turnike misali, biraz olsun unutmak istersin. Bu sefer de bir türlü gelmez ambulans, kafandaki trafikten. Gelse de fayda etmez, çok geçtir artık.


Anlatmak istersin. Olmaz.


Doktora gidersin. Tanı koyar, ilaç verir, ama hiç dinlemez. Tarif etmek istedikçe batarsın, konuşmaya çalıştıkça bocalarsın. En sonunda, kendine zarar veren insanların arasında bulursun kendini. Yaklaşır biri yanına, ekmeği böler gibi kırar jiletini ikiye, uzatır sana. Ağlarsın. Siler gözyaşını ve konuşmaya başlar: "Yanan bir evin içindekilerini kurtarmanın yolu; pencereyi veya kapıyı kırmaktır. İçindeki yangından kurtulmak da öyle. Kes kendini, ağlama! Hem.. doktorlar da, 'ağla, açılırsın, rahatlarsın' demedi mi, herkes gibi? Ama sen, tut kendini, ağlama. Çünkü iç yangınının benzini, gözyaşıdır..."


Anlatmak istersin. Olmaz.


Doktordan çıkar karakola gidersin. "Kurtarın beni" diye yalvarırsın. Anlamazlar, dışarı atarlar seni. İçine attıkların gelir aklına, susarsın.


Anlatmak istersin. Olmaz.


Gider bir banka oturup iki elinle yüzünü kapatırsın. Anlatamazsın kimseye, hatta kendine bile. Bilirsin; tüpsüz dalış rekoru dedikleri şey, düşünerek unutmaya çalışmaktır geçmişi sadece.


Anlatmak istersin. Olmaz.


"Anlamayan var mı?" diye sorduğunda öğretmen, utancından susup parmak kaldıramayan çocuksun sen, o yüzden hep aynı sahnede bulursun kendini: tam ortasındayken o rekorun, nefes alarak çırpınırsın geçmişinde. Nefret ede ede yaşamaya çalışırsın, anladığını bile anlatamadan.


Hep anlatmak istersin. Hiç olmaz.


"Nasıl kurtulacağım?" sorusuyla gelirsin kendine. Kimse söylemez de, oturduğun bankın yanındaki tıka basa dolu çöp tenekesinden dibine düşen buruşuk sigara paketi cevap verir sana, "Sigara içmek öldürür" der, utanmadan. "Neyi öldürür?" diye soramadan en yakın büfeye koşarsın, en ucuz sigarayı alırsın ve çıkarır içinden bir tane, yaktırırsın büfedeki ağbiye. İçine çektikçe "ne anladın lan bu dünyadan?" sorusu kemirir boğazını, ama cevap veremezsin. Düşüşünü seyredersin kül olmuş gençliğini, kaldıramadığın o parmağın ucundan. Sonra yine aynı banka gelirsin, bu sefer de fazlalık ettiğini düşündüğün dünya da tokat gibi cevap verir sana; iki kişi çoktan doldurmuştur boşluğunu, sığamazsın oraya da.


Hep anlatmak...


Dışarıda edemez, eve gelirsin. Telefonunu açarsın, arayanlar olmuştur. Mesaj atanlar olmuştur. Merak ede... boş versene. Ulan ilk sigaranı bile başkasına yaktırmışsın. Sırf insanlarla konuşmak için çakmak da taşımazsın. Aslında birine "ateşin var mı?" sorusu soracak kadar bile olsa konuşmak istersin. Yoksa atarsın kendini. Ancak ''ateş var mı?'' diye sorduklarının çoğu ya kibrit, ya da çakmak uzatmak yerine, ''bu boku yiyorsan, küreğini yanında taşı'' diyecekler. Bunu da biliyorsun. Çünkü için zaten cehennem, bir de üstünde taşımak istemiyorsun. Gördün mü bak, ne çok şeyi biliyorsun. Evet, her şeyibiliyosun. En çok da bilmek koymuyor mu...


Artık anlatmak istemezsin. Olmaz da zaten...




Mesut Cihan Demirel.